Sardes, Manisa’nın Salihli ilçesine bağlı Sart kasabası yakınlarında bulunan ve Lidya devletine başkentlik yapmış antik bir kent.
Antik dünyada coğrafyamız açısından oldukça öneme sahip bir şehir. Lidya Krallığı’nın başkenti olmasından ziyade Anadolu’nun Pers hakimiyetinde olduğu dönemde de günümüz tabiri ile jeopolitik olarak merkezi bir konumdaydı. Hakimiyet kurdukları bölgeleri satraplıkla yöneten Persler için her daim hareketli ve çalkantılı İyonya’yı (İzmir ve Didim gibi bölgeleri içine alan Orta Ege Bölgesinin antik dönemdeki ismi) kontrol etmek için ideal bir konumdaydı. Bu sebeple hem idari hem de ticari olarak uzun yıllar önemini korumuş olan Sardes kenti, oldukça zengin bir kent olma özelliğine sahiptir. Bölgede özellikle hayvancılık, tarım, ticaret ve altın madenciliği yapılmıştır. Mezopotamya’daki şehirler benzeri çok büyük savunma duvarı ile çevrelenmiş bu kent aynı zamanda ünlü Kral Yolu’nun başlangıcı olarak bilinmekte.
Lidya devletinin son kralı Kroisos M.Ö. 560-546 yılları arasında tahtta kalmıştı. Bizde ya da doğu coğrafyasındaki ismi ile Karun. Evet doğru düşündünüz, “Karun gibi zengin” deyimindeki Karun. Yaşadığı çağda yeryüzünün en zengin insanı. Yani boşuna bulmamış Lidyalılar parayı. Kroisos Lidya´yı gücünün zirvesine taşımıştı ve özellikle de ticaret ve altın madenciliği ile de çok çok zenginleşti.
Batı Anadolu’daki Yunan şehir devletlerini istila ederek ve doğudaki seferleriyle devletinin sınırlarını şimdiki Kızılırmak sınırına kadar genişletti. Fakat aldığı bir kehaneti yanlış yorumlayınca krallığının sonunu getirdi ve Kral Küros yönetimindeki Persler tarafından M.Ö. 547’de yıkıldı.
Herodot’un tarihinde bahsi geçen bir anekdot vardır kendisi ile ilgili. Yunan’ın Yedi Bilgesinden biri olan Solon değişik coğrafyaları gezmektedir ve yolu Sardes’e de düşer. Kral Kroisos ile de görüşür. Hazinelerini Solon’a gezdirdikten sonra konuğuna dönerek “Atinalı,” der ve ‘’Bir filozof olarak sana bunca ülkeyi gezdiren meraklı yaradılışının ve bilgeliğinin ününü birçok kez biz de duyduk. Hazinemi gördün, Sana şunu sormak isterim, ‘’acaba benden daha mutlu başka bir kimseye rastladın mı?” ‘diye bir soru sorar…
Solon dünyanın en mutlu adamı olarak Atinalı Tellos’u gördüğünü söyler: “Tellos’un hem güzel hem iyi çocukları oldu, uzun yaşadı, sağlıklı torunlarını gördü. Ülkesi savaşmak zorunda kaldığında yardıma koştu ve şehit oldu. Vatandaşları onu törenle gömdüler ve hatırasını şerefle yaşattılar.”
Kral bu cevabı beklemiyordu tabii, belki ikinci sıraya beni koyar diye tekrar sorar başka kim diye. Solon cevap verir:
“Kleobis ve Biton… İki genç erkek kardeş. Annelerini festivale götürdüler. Yaşlı öküzleri ölünce annesini taşıyan kağnıyı onca yol boyunca kendileri çektiler. Anneleri onların sonsuz mutluluğu için bütün gece dua etti. Gece uykularında huzur içinde öldüler…”
Kral öfkelenerek, “Solon, bizim mutluluğumuzu hiçe mi sayıyorsun ki bu basit insanları ikinci sıraya koyuyorsun?” der. Solon sakin bir şekilde cevap verir:
“Kroisos, insan için yalnız talih ve talihsizlik vardır. Evet, görüyorum sen çok zenginsin, çok insana hükmediyorsun, ama benden istediğin şeye cevap veremem; çünkü önce ömrünün güzel bir sonla bağlandığını öğrenmem gerekir. Her şeyin sonuna bakılmalıdır…’’
Solon, sonra şu öğüdünü verir Kroisos’a:
”Ölmeden önce dilini tut,
‘mutluyum’ demek için acele etme,
yalnız ‘talihliyim’ de, o kadar.
Her şeyin sonuna bak.
Tanrı, çok insana mutluluğu yem olarak sunar,
sonra da çeker alır elinden!”
Solon’dan istediği cevapları alamayınca onu sarayından kapı dışarı eder.
Persler Sardes’e girip kralı esir alıp zincire vururlar ve yakılmak üzere bir odun yığınının tepesine çıkartırlar. Alevler odunları sarmaya başladığında Solon’un ‘’hiçbir canlının henüz yaşadığı sürece mutluluktan tam emin olamayacağı’’ yolundaki sözlerini hatırlar… ve “Solon… Solon…” diye haykırır. Bunu duyan Pers Kralı onun kim olduğunu merak eder. Kroisos ona Solon ile arasında geçen konuşmayı anlatır. Pers kralı etkilenir ve onu affeder.
Bu toprakların bilgelik hikayeleri tarih boyunca birçok kişiye ve olaya ilham vermiş düşüncelerini şekillendirme konusunda etkili olmuştur. Ölümünden sonra vasiyeti gereği küllerinin Sart çayı ya da Kral Midas’ın yıkandığı rivayet edilen antik ismi ile Paktalos ırmağına savruan İsveçli ünlü Şair Gunnar Ekelöf (manşet fotoğrafı) de bunlardan birisidir.
İskandinav ülkelerinde 20. yüzyılın en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilen şair ve deneme yazarı 1907 yılında Stockholm’de doğdu. 1926’da liseyi bitirdikten sonra Londra’da Doğu dilleri, ardından İsveç’te Farsça öğrenimi gördü. Ekelöf tarz olarak Fransız sürrealizminin etkisi altında bir modernist olarak başlıyor ama sonrasında modaya uygun edebi akımları takip etmiyor. “Bir söz simyacısı” diye adlandırılan Ekelöf kendi duygularının etkilerini takip eder ve içsel, genellikle mistik gerçekleri arar. Ekelöf, 1958’de İsveç Akademisi’ne üye oldu ve Uppsala Üniversitesi’nden fahri doktora ve 1966’da İskandinav Edebiyatı Ödülü’nü aldı.
Daha 1920’lerde Ekelöf, 12. yüzyılda yaşayan Muhammed İbn Arabi tarafından yazılmış mistik kasidelerden oluşan Tercümanü’l Eşvak koleksiyonundan büyülenmişti. Aynı zamanda çok engin bir Bizans bilgisine hâkim olan şairin yolu 1965 yılında İstanbul’a düşer. Bir Bizans ikonasının öpücüklerle yıpranmış görüntüsünden esinlenen Ekelöf, İstanbul’da bir otel odasında tek bir gecede Divan adlı eseri için 17 şiir yazar. Özenli bir seçimden sonra şiirlerin 14’ü kitaba dahil eder. Ekelöf son yıllarını, Yakın Doğu tarihine ve kültürlerine olan uzun süreli ilgisinin bir ürünü olan en iddialı çalışması olan “Bizans üçlemesi” ile geçirir. 1968 yılında ölen şairin eserlerinden ‘’Emgión Prensi için-Divan” 2003 yılında Türkçeye çevrilip yayınlanmıştır. Bu eserle birlikte 1965 İstanbul ve Ege ziyaretinin ardından yazdığı Fatumeh’in Hikâyesi ve Yeraltına Giden Yolun Yol Göstericisi eserleri de önemlidir.
Kültürel miras geçmiş kuşaklardan günümüze kalan ve korunarak gelecek nesillerin yararına olacak şekilde aktarılan, evrensel değerlere sahip, belirli kriterleri taşıyan tarihi eserler/kıymetlerdir diye tanımlanır. Kültürel miras, bulundukları toplumlara ve toplumların üyelerine ortak bir geçmişi hatırlatıp birlik ve dayanışma kabiliyetini güçlendirirken aynı zamanda yazımda da bir örneğini gördüğümüz gibi binlerce yıl sonra birbirine çok uzak iki coğrafyanın insanını arasında da etkileşim yaratacak güce sahiptir. Bakın Sardes kentindeki 2 tane antik sütun Gunnar Ekelöf’e neler hatırlatmış. Kendim tercüme ettiğim için sürç-i lisan olursa af ola.
İki uzun sütun
Artemis Tapınağı’nın
hâlâ duruyor Sardis’te.
Bir sütunun ‘’Doğru’’ olduğu söyleniyor
ve diğerinin ise ‘’Yanlış’’
ikisi arasında kaldım.
Hiçbir şey hissetmedim
bu sütunların doğruluğu veya yanlışlığından
üzerime yıkılmadılar
hiçbirine inanmadım
o çift doğmuş kötü ile iyi ve inanç ile şüphenin ortasında
hiçbiri beni elde edemedi, hiçbiri beni terk etmedi
senin huzurundaydım, yalnız…