Beyin göçü, bizde ve dünyada çok tartışılan sosyal konuların başında gelmekte.
Mesleki açıdan iyi eğitim almış, iyi yetişmiş kişilerin çeşitli nedenlerle başka ülkelere yerleşmeyi tercih etmesi, gelecek endişesi içinde kendilerini daha güvende hissedebilecekleri ülkelere göçü günümüzün bir gerçeği.
Nitelikli nüfusun göçü bir taraf için milli servet kaybıyken başka birileri için de önemli kazanımdır. Bir anlamda göç veren ülkelerin canı yanarken, kabul eden ülkelerin başına talih kuşu konar.
Gelişmiş ülkelerin göçen beyinleri birbiriyle rekabet içinde ihtiyacına göre seçip sahiplenmeye çalışması, ilanlarla vize kolaylığı gibi teşviklerle kapılarını aralaması göçü de daha cazip hale getirmektedir.
Büyük özveri ve külfetle eğitilip, yetiştirilen bireylerin kendi toplumuna hizmet sunmak yerine, geleceğini, umutlarını dışarılarda aramak zorunda bırakılması, milli servetin heba edilmesidir.
Toplumsal maliyeti görünenden çok yüksek olan bu çarpıklık elbette ülke bekasını da yakından ilgilendirir.
Türkiye
1960’larda başlayan ekonomi ağırlıklı emek göçü darbeler, siyasi ve ekonomik buhran dönemlerinde nitelikli beyin göçüne dönüşmüştü.
Bugün artık önemli sayıda bilim insanı, doktor, mühendis ve bilişim programcısı ile eğitim çağındaki öğrencimiz yurt dışı arayışı içinde olup mesleki kitle göçleri başlamak üzeredir.
Bireyleri göçe iten ekonomik sıkıntı, işsizlik, şiddet ve gelecek endişesi giderilemedikçe göçün katlanarak devam etmesinden korkulmakta.
Bir tespite göre mesleki eğitim görmüş her yüz kişiden 59’u göçle kaybedilmekte olup sadece son birkaç yıl içinde yaklaşık 250 bin eğitimli nüfus ülkeden ayrılmıştır.
Göç eden meslek gruplarının başında mimarlar, mühendisler ve akademisyenler gelmektedir. Son yıllarda bunlara sağlık sektörü ve iletişim, bilişim programcıları eklenmiştir.
Ülke dışında umut arayışının başlıca nedenleri itibarsızlaştırma ve şiddetin yanı sıra düşük ücret, çalışma koşulları, siyasi baskı ve mesleki gelişim fırsatları olarak gösterilmekte.
TÜİK’in Uluslararası Göç İstatistikleri Raporunda, geçen yıl yurt dışına göç eden vatandaş sayısının rekor düzeyde, 139 bin olduğu kaydedilmekte.
Geçen yıl Avrupa Birliği ülkelerine iltica eden vatandaş sayısını 30 bini aştığı rapor edilmekte.
Gençler arası işsizlik yüzde 40’ı aşarken, 18-29 yaş grubunun yüzde 76’sının yurt dışına yerleşmeye sıcak baktığı, göç edenlerin oranının yüzde 97 arttığı söylenmekte.
Daha iyi bir gelecek, daha huzurlu bir yaşam, adalet ve eşitlik arayışı için göç etmek isteyen gençlerin yüzde 77’si çalışma hayatında torpil ve kayırmanın yetenek ve liyakatten daha etkili olduğuna inanmaktadır.
Almanya
Artık “doktor dövebilme” mertebesine erişip, sağlık çalışanlarını “isteyen gitsin’”lerle itibarsızlaştırdığımız koşullarda, son iki yıl içinde beş bine yakın uzman doktorun, binlerce sağlık çalışanının yurt dışına yerleştiği, veteriner hekimlerin de sırada olduğu görülmekte.
Türkiye’den ayrılan doktor sayısının 10 yıl öncesine göre 50 kat arttığı hesaplanmakta.
Bugün Almanya’da hemen her sağlık kuruluşunda Türk doktor veya sağlık çalışanı bulmak mümkündür.
Gidenlerin yarattığı boşluk ise yine benzer şekilde ülkesini terk etmek zorunda kalan Orta Doğulu doktorlar tarafından doldurulmaktadır.
Almanya Göçmen ve Mülteciler kurumu verilerinde bu yılın ilk 10 ayında Türkiye’den iltica edenlerin sayısının 9 bini aşarak, Suriye ve Afganların önünde ilk sıraya yerleştiğimiz görülmekte.
Alman kurumu, Eylül ayı itibarı ile Almanya’ya sığınma başvurusunda bulunan vatandaş sayımızı 35 bin olarak açıklamıştır. Bu, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 200’den fazla artışa tekabül etmektedir.
UNESCO verilerinde ise Türkiye’den her yıl 50 bin öğrencinin yurt dışına gittiği kaydedilirken, çoğunluğunun dönmeyi düşünmediğine, beyin göçünün neredeyse lise düzeyine indiğine işaret edilmekte.
“Beyaz Türkler”
Ekonomik, sosyal ve siyasi çalkantıların tetiklediği beyin göçü doğrudan milli servet kaybıdır.
,Bir ulusun stratejik zenginliklerinden en önde gelenlerinden biri olan beyin gücü göçünün durdurulamaması büyük talihsizliktir.
AB çevrelerinde dile getirilen, Türklerin siyasi baskı, adaletsizlik ve olumsuz ekonomi koşullarından kaçmakta olduğu yorumları artık sır değil.
Ülkemiz bu bağlamda iç savaş yaşayan, işgale uğramış, antidemokratik İran, Afganistan, Irak, Suriye gibi baskıcı rejimlerle aynı kulvarda anılmayı elbette hak etmemektedir.
Ne üzücüdür ki, bir zamanlar demir perde ülkelerinden, günümüzde ise baskıcı Orta Doğu ülkelerinden canını kurtarıp Batı’ya sığınan sanatçı, aydın ve meslek sahibi toplulukların adlandırıldığı gibi, şimdi bizden göçen ve görünürlüğü giderek artan vatandaş gruplarımıza “Beyaz Türkler” denilmeye başlanmıştır.
Kıssadan hisse, beyin göçünü önleyemeyen ülkelerin bir gün beyin ölümüne maruz kalabileceği unutulmamalıdır.
asanlar@hotmail.com