İsveç’teki ilk yıllarımda bir restoranda çalışırken, gençten birisi içeri girdi ve 4 kişilik masa rezervasyonu yapmak istediğini söyledi. Tipik bir İsveçli görüntüsü yoktu ama aksansız konuşuyordu. Akşama doğru dört kişi geldiler ve ayarladığım masaya oturdular.
Kendi aralarında İspanyolca konuştuklarını fark ettim ve uygun bir durumda nereli olduklarını sordum. Genç çocuk Şilili olduklarını ama kendisinin çok küçükken geldiğini belirtti. ‘’Şili neresi İsveç neresi’’ diye düşündüm. Genelde göçmenlerin yakın coğrafyalardan geliyor olmasına alışkındım. Fakat İlerleyen yıllarda bu sorunun cevabını buldum. Sorunun cevabı Harald Edelstam’dı.
Edelstam 1913 yılında diplomat bir ailenin çocuğu olarak doğar. Hukuk fakültesini 1933 yılında bitirdikten sonra Dışişleri Bakanlığının Stockholm merkez ofisinde ataşe olarak çalışmaya başlar ve daha sonrasında çeşitli yurt dışı görevlere atanır.
Edelstam 1942 -1944 yılları arasında Nazi işgali altındaki Norveç’te diplomat olarak çalışır. Orada, yüzlerce Norveçli direniş savaşçısının ve Yahudi’nin İsveç’e kaçırılmasına yardım eder.
Gizli matbaalar üzerinden Alman kontrolündeki Nazi propagandasına karşı önemli bir denge oluşturan haber bültenleri yazılıp yayılmasına yardımcı olur. Sonraları çeşitli ülkelerde aldığı görev yerleri arasında İstanbul da bulunuyor. Burada 1962-1965 arasında başkonsolos olarak görev yapar.
11 Eylül 1973, Şili’de Amerikan destekli ordu Salvador Allende’nin sosyalist hükümetini bir darbe ile devirir, General Augusto Pinochet başkan olur. Bizlerin de bildiği askeri darbelerden sonra yaşananlar, orada da yaşanır. Özgürlüklerin kısıtlanması, haksız tutuklanmalar, gözaltında kayıplar işkenceler. İşte bu dönemde Edelstam Şili’nin başkenti Santiago’da büyükelçidir.
Cuntadan kaçmaya çalışan yüzlerce insanı konsolosluk binalarında saklar, resmi arabası ile Şili dışına kaçmalarına yardımcı olur. Tankların arasından geçerek, cuntanın kuşatması altındaki Küba Büyükelçiliğine İsveç bayrağı çeker.
Bir askerin de yardımıyla, eski Devlet Başkanı Salvador Allende’nin de katledildiği stadyumdan 57 Uruguaylı askerin, idamlarından 1 gün önce kaçırılmasını sağlar. Tüm dünyaya Şili’de olanları göstermeye çalışır.
Edelstam’ın eylemleri iktidardaki askeri cuntanın düşmanlığını kazanmasına sebep olur ve Aralık 1973’te “Persona non grata” (istenmeyen kişi) ilan ederek Şili’den ayrılmaya zorlanır. Oradan ayrılırken yanında cunta tarafından aranan yüzlerce Şililiyi, politik mülteci statüsünde İsveç’e getirmeyi başarır.
Edelstam, sahte bir tifüs salgını yaratarak koca bir kasabayı Nazi işgalinden kurtaran Polonyalı Doktor Eugene Lazowski ya da yakından tanıdığımız Muhtar Kent’in babası diplomat Necdet Kent gibi modern çağ kahramanlarından sadece biri.
Spor dünyasında da “Fair play” ismi ile kimi zaman sakatlanan rakibinin elinden tutarak finiş çizgisine taşıyan koşucu olarak, kimi zaman ise haksız verilen penaltı atışını dışarı atan futbolcu olarak belirebiliyor bu insanlar.
Kimilerinin hikâyelerini duyduk, kimileri ise henüz yazılmayan ya da hiçbir zaman yazılmayacak hikâyeleri ile çevresindeki hayatlara dokunmaya, farklılık yaratmaya devam ediyorlar.
İnsanlardaki bu fedakârlık olgusunu “altruizm” terimi ile felsefeye kazandıran Auguste Comte oldu. Ona göre Altruizm, bir başka adıyla özgecilik ya da diğerkamlık, insanlığın ahlâk ve kültür bakımından gelişmesinin koşuludur.
Özgeci davranışı yaparken; göze girme, karşılık bekleme, gösteriş yapma gibi düşünceler yoktur. Altruistik insanlar bu davranışın sonucunda kendisi için olumsuz sonuçlar ortaya çıkacağını öngörse de, zor durumda kalabileceğini bilse de gönüllü olarak bu eylemlerine devam ederler.
Bazı araştırmalar altruizmin insana özgü olmayıp diğer canlılarda görüldüğünü, dolayısıyla yalnız öğrenilen bir davranış değil, kalıtsal da olabileceğini öne sürmekte.
Doğaldır ki, birey yaşadığı toplumdan ayrı düşünülemez. Bu yüzden, toplumun genel niteliği ile toplum içindeki ilişkilerin niteliği de bu davranışın ortaya çıkmasında belirleyici olabilmekte.
Kolektivist toplumlarda, bireylerin özgeci davranışlar göstermeleri daha olağan iken, bireycil toplumlarda daha az rastlanmakta. Yazıyı Antropolog Margaret Mead’den bir anekdotla toparlayalım.
Bir derste kendisine “Uygarlığın ilk işareti nedir” diye sormuşlar;
“Kırılıp iyileşmiş uyluk kemiği” demiş Mead.
“Doğada hiçbir hayvan kırık uyluk kemiği iyileşene kadar hayatta kalmayı başaramaz. Kemiğin iyileşmesi, birinin onu güvenli bir yere taşımış, kırığı sarmış, iyileşene kadar da ona bakmış olması demektir. Zor zamanında birisine yardım edilmesiyle başlar uygarlık.”
Çevremizdeki kırık uyluk kemiklerinin fark edilmesi dileğiyle…