Önce biraz yogik terimlere boğarak başlamış olacağım ama konu ancak bu şekilde sadeleşiyor.
Patanjali’nin Yoga Sutralarının 3.35 bölümünde “Hirdaye Citta Samvit” yani kalp zihni bilir der.
“Citta”, ‘cit’ düşünmek, göz önüne almak kökünden geliyor. “Citta”nın üretebilen, yargıya varabilen, bilgiyi saklayabilen parçasına “ Buddhi” (zeka) deniyor, bunu ‘farkındalığımızın tam olması için bir rota’ olarak da yorumlayabiliriz. “Buddh”i, “Manas”ın (süreci dönüştürebilen duyularımızın zihni) verdiği bilgi ile çalışıyor. “Ahamkara” (Ego) da “Citta”nın içinde bulunuyor. “Citta”nın ‘ben’, ‘benlik’ ve ‘kimlik’ kısmı “Ahamkara”nın içinde gizli.
“Citta”, Patanjali’nin yorumunda kavramsal fonksiyonları ve ruhu da içeriyor dolayısıyla Prakrti’den (Doğa) ayrı değil.
Zihnimiz ne düşünürse düşünsün, ne yaparsa yapsın; kalp her zaman özdeki gerçeği bilir ve zihin tüm sürecine ışık tutarak ona rehberlik eder.
Düşünüyorum da, günümüze kadar gelen ve içine yerleştiğimiz her türlü inanç, öğreti, felsefe tarihte bir yerde bir şekilde kötüye kullanılmaya başlanmış. Saptırılmış, hurafeleştirilmiş. Sonra da bu sistematizasyon durumu insan hakikat ile buluşmasın diye günümüze kadar süregelmiş ve devam ediyor.
Mesela cennet kavramı. Kast edilen cennet yukarıdaki sutrayı bile referans aldığımızda bizim anladığımız ya da bize anlatılan şey olmayabilir.
Erdemli olabilmek, aydınlanmaya giden yol mutlaka bir ödül ister mi?
Gelin bunun cevabını “Siddharta”nın “Buda” olma yolculuğunda arayalım:
Siddharta, aydınlanmaya giden yolda artık tüm hazırlıklarını tamamladığında, meditasyona oturacağı Bodhi ağacına doğru bir aslanın asaleti ile ilerler. Ağaca ulaştığında etrafını dolaşır ve doğru yeri arar. Ancak nerede durursa dursun, ayaklarının altındaki yer sarsılır ve batar. Ağacın doğu yüzüne geldiğinde yer sabit ve kıpırtısız durur. Siddharta bu noktanın “şimdiye kadar tüm Budaların aydınlanmak için oturdukları hareket ettirilemez nokta” olduğuna karar verir ve tüm önceki Budalar gibi o noktada ağacın altına oturur. Sonra o meşhur sözlerini söyler:
“Derim, sinirlerim ve kemiklerim, bedenimdeki tüm etler ve kanımla beraber kurusa da, tam ve mutlak özgürlüğe ve bilgeliğe ulaşmadan bu ağacın altından kalkmayacağım.”
Mara’nın, yani illüzyonun, arzunun ve cehaletin tanrısının onu bu çabasında rahat bırakmaya hiç niyeti yoktur. Onu ordularıyla ve silahlarıyla durdurmaya çalışır, ancak her seferinde ele geçirilemez bu noktada oturan Siddharta saldırılara karşı başarılı olur. En sonunda Mara Buda’nın karşısına geçer ve “kalk oradan” der, “orası senin değil benim yerim”. Siddharta yanıt verir: “sen bu yere oturabilmek için gereken hazırlığa sahip değilsin. Ama ben, ömürler boyudur bunun için hazırlanıyorum”.
Mara kendisinden şahit istediğinde ise elini yere dokundurur ve “yeryüzü benim şahidimdir” der. O gece sabaha karşı Siddharta kalan son cehalet ve illüzyon bağlarından kurtularak tam ve mutlak özgürlüğe ulaşır ve bundan sonra Buda (aydınlanmış kişi) olur.
En uzun yol gerçekten insanın içidir. Bilinçaltımızdan çok bilinçli zihin ile kalbimizi uyandırmak bence cennetimizdir.
Namaste…