Danimarka günümüzde küçük ama yüksek refah düzeyine ulaşmış bir ülke. Geçmişte ise önemli bir askeri güçmüş. Milattan Önce (MÖ) 12.500’de yerleşilmeye başlanmış olan ülke Batı Vikingleri’nin merkezi konumundaymış.
Önemli krallarından biri ülkeyi birleştiren Harald Mavi Diş (Bluetooth). 965’te Hristiyanlığı kabul eden Harald’a “Mavi Diş” denmesinin nedeni, ön dişlerinden birinin çürük olması ve siyah-mavi bir renk almasıymış. Bugün kullandığımız Bluetooth teknolojisinin de adı Harald Bluetooth’tan geliyor. Bluetooth değişik elektronik cihazları birleştirecek bir teknoloji olduğundan bu şekilde adlandırılmış. Bluetooth’un logosu da o zamanlar kullanılan iki karakterin üst üste konmasıyla oluşturulmuş.
Ülke zamanla, İsveç’in güneyini, batısını ve Norveç’i topraklarına katmış. Ayrıca bugünkü Estonya, Polonya ve Almanya’nın Baltık sahilleri, Fransa’da Normandiya, Kuzeydoğu İngiltere de belli dönemlerde ya Danimarka’nın bir parçası olmuş ya da bağlı yönetimler haline gelmişler. İzlanda, Grönland ve Amerika’nın kuzeydoğu sahillerini de (Vinland) ilk bulan ve kolonileştirenler Danimarka Vikingleri. Danimarka monarşisi Avrupa’nın en eski hanedanı olma unvanına sahip.
Danimarka’nın orijinal haliyle korunmuş en eski yerleşkelerinden biri: Ribe. Bugün haritaya baktığınızda Kopenhag ülkenin doğu ucunda görünüyor ama Danimarka Krallığı’nın güçlü dönemlerinde ülkenin merkezinde yer alıyormuş. Bir anlamda Rumeli’nin kaybından sonraki İstanbul’un kaderini paylaşıyor Kopenhag.
Danimarka 1849’da anayasal monarşiye geçmiş. Bugün kraliçenin rolü tamamen sembolik. Günümüzde 179 sandalyeli Folketing adı verilen bir parlamentoları var. %2 olan seçim barajı nedeniyle ülke 1901’den beri koalisyonlar veya azınlık hükümetleri tarafından yönetiliyor. Ama demokrasi kültürleri nedeniyle bu yapı hiçbir sorun çıkarmıyor. Tam tersine toplumda uzlaşma kültürünü iyice yerleştiriyor. Avrupa’daki son toprak kaybı 1864’te Prusya’ya karşı olmuş. Bugün Almanya’nın en kuzey eyaleti olan Schlieswig-Holstein’ı kaybetmiş. Günümüzde hem Danimarka’da Alman azınlıklar hem de Almanya’da Danimarkalı azınlıklar yaşamaya devam ediyor. Benim de lisedeki İngilizce hocam Schlieswig-Holstein Danimarka ile sınırında yer alan Flenesburg’tan Alman pasaportlu bir Danimarkalıydı.
Danimarka’nın bir süreliğine Hindistan ve Karayipler’de de sömürgeleri olmuş. Ama Fareo Adaları ve Grönland ile özel ilişkisi hala devam ediyor. İskoçya’nın 320 kilometre kuzeyindeki Fareo Adaları özerk bir yapıda Danimarka Krallığı’nın bir parçası. Danimarka’ya savunma, iç güvenlik, adalet, dış ilişkiler ve ortak para birimiyle bağlı.
Dünyanın en büyük adası olarak kabul edilen, Kanada’nın doğusunda yer alan Grönland ise özerk statüsü olan Danimarka’ya ait dev bir kara parçası. Stratejik önemi ve küresel ısınma sonucu erişilebilecek madenleriyle dikkatleri çeken Grönland, özerkliğine 1979’da kavuşmuş. 2,166,000 kilometrekare olan bu adada (Türkiye’nin kabaca 2.77 katı) sadece 56,500 kişi yaşıyor.
Shakespeare’in Hamlet isimli yapıtında geçen, Kopenhag’ın kuzeyindeki Helsingör’de bulunan Kronborg Şatosu.
Danimarka her iki Dünya Savaşı’nda da tarafsız kalmış. Ancak yine de 1940’da Nazi Almanya’sının ülkeyi işgalini engelleyememiş. Almanya kendi ırkından gördüğü Danimarkalılara başlangıçta fazla baskı yapmamış. Onlar da bu işgale pek tepki göstermemiş. Ancak, Almanya yenilmeye başlayıp, kendi halkına gıda vb. konularda kısıtlamalara başlayınca, bundan Danimarka da payını almış. Başlangıçta son derece zayıf olan direniş, 1943’ten sonra biraz artmış ama Almanya’yı pek de etkilememiş. İşgal 5 Mayıs 1945’te, savaşın Avrupa’da bitiminden üç gün önce sona ermiş.
Kopenhag’daki Amalienborg Kraliyet Sarayı’nın muhafızları. Zaman zaman ortak olan tarihleri nedeniyle kıyafetleri Birleşik Krallık kraliyet muhafızlarınınkilerle büyük benzerlik taşıyor.
Bugün Danimarka’nın kara, deniz ve hava kuvvetlerinden oluşan 33 bin kişilik bir ordusu var. NATO üyesi olan Danimarka, barış gücü görevlerinin yanı sıra, artık Irak ve Afganistan’daki gibi müdahalelere de aktif olarak katılıyor.
Danimarka 19. yüzyılın ikinci yarısında sanayileşmeye başlamış. O zamanlar İsviçre gibi hiçbir yeraltı zenginliği olmayan bir ülke. Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında Kuzey Denizi’nde bir miktar doğal gaz bulmuş. Hayvancılık ve hayvancılık ürünleri konusunda ciddi bir gelişme göstermiş. Avrupa’nın en büyük domuz yetiştiricilerinden biri. Ülkenin üretiminin %75’i hizmet sektöründen, %15’i sanayiden gelirken, tarımın oranı hayvancılıktaki başarısına rağmen %2 civarında.
1970 yılında Zealand Adası’nda bir arkadaşımın babasına ait çiftlikte bir gece geçirmiştim. Çiftlikte domuz yetiştiriciliği yapılıyordu. O zamanlar hayvan refahı konusu daha gündeme gelmemişti. Çiftliği gezerken domuzların ayrı ayrı hamaklarda yan yana yattıklarını, yaşamları boyunca enerji kaybetmemeleri için hiç kıpırdatılmadıklarını, dışkılarının hamağın arkasından geçen bir konveyör tarafından toplandığını, gıdalarının ise önlerinden geçen bir başka konveyör ile sağlandığını görünce çok şaşırmış, domuzlar için de üzülmüştüm. Hepsi bir fabrikanın parçaları gibiydi. Bugün tabii bu tür uygulamalar artık yasak.
İnovasyona dayalı, son derece esnek, değişen dünya şartlarına kolayca uyum sağlayabilen bir ekonomileri var. Eğitim sistemi de buna uygun. Bu konuda hemen iki örnek verebilirim.
Avrupa Birliği’nde tarım ve hayvancılığa verilen sübvansiyonlar nedeniyle, Danimarka’da içeride ve ihracatla tüketilemeyecek oranda tereyağı dağları oluşmaya başlayınca buldukları bir çözüm var; Danimarka bisküvisi! Türkiye’de de satılan ve tüm dünyada büyük bir zevkle tüketilen bu bisküvilerle, Danimarka aslında tüm dünyaya, tüketemediği tereyağını yüksek katma değerle ihraç etmiş oluyor. Tereyağı ihracatının ambalajı bisküvi! Bir de aynı kategoriye sokabileceğimiz kekleri var; Dan Cake… Tabii bir yandan da Lurpak markası adı altında tereyağı ihracatına da devam ediyorlar.
İnovasyona bir başka bir örnek de amcamın 35 yıl çalıştığı Maersk. Gemici bir ailenin ferdi olan A.P. Moeller tarafından kurulan Maersk daha sonra Funen Adası’nda kurduğu ilk tersanesini zamanla büyütüp, dünyanın en büyük dokuzuncu tezgahı haline getirmiş. Süper tankerler konusunda uzmanlaşan tesis, Japonya ve Kore’nin ucuz iş gücüyle rekabet edemeyince, o yıllarda yavaş yavaş gündeme gelmeye başlayan konteyner gemilerini inşa etmeye başlamış. Amcam da bir zamanlar Panama Kanalı’ndan geçebilen en büyük konteyner gemileri olan Panamax sınıfı gemilerin tasarım ekibinin başındaydı.
Paralel olarak da konteyner taşımacılığına başlamış. Ancak konteyner gemisi işinde de Uzak Doğu rekabeti artınca, tersane Kuzey Denizi’nde geliştirilmeye başlanan doğal gaz ve petrol platformlarının üretimine odaklanmış. Başarılı olan konteyner taşımacılığını büyütmek için de gemileri daha ucuza üretim yapılan Uzak Doğu’dan satın almaya başlamış. Petrol platformu imal işi de doygunluk noktasına ulaşınca, tersaneyi tamamen kapatmış ve lojistik konusuna yoğunlaşarak bu konuda dünyanın en büyük şirketlerinden biri haline gelmiş.
Danimarka ayrıca dünyanın en başarılı rüzgar santralleri üreticilerine de sahip. Kendi elektriğinin çok büyük bölümünü yenilenebilir enerjiden sağlıyor. 2018’de toplam enerji üretiminin %32.9’u yenilenebilir enerjiden sağlanıyormuş. Elektrik üretiminde ise bu rakam yine 2018’de %60 düzeyindeymiş. 2024’te ise ülkenin elektrik tüketiminin %80’inin yenilenebilir enerji kaynaklı olması hedefleniyor. Fazla üretim olduğunda enerji fazlasını, başta Almanya olmak üzere, komşularına satarken, eksik olduğu dönemlerde ise yine komşulardan ithal ediyor. Tabii bu hedefe ulaşabilmek için akıllı enterkonnekte şebekesi ve depolama yatırımlarına da büyük önem veriyor.
Keza, sentetik ensülini ilk üreten firma Novo Nordisk, pompalar konusunda uzman Grundfos, yediden yetmişe herkesin oynadığı/kullandığı Lego, spor kıyafetleri üreten Hummel, Lurpak tereyağlarının üreticisi Arla, Carlsberg/Tuborg biraları, elektronik müzik aletlerinde Bang&Olufsen, Türkiye’de de yaygın temizlik güvenlik gibi hizmetler sunan ISS, rüzgar enerjisinde Örsted ve Vestas da Danimarka’nın dünyaca bilinen firmaları.
Kopenhag’daki Amalienborg Kraliyet Sarayı’nın muhafızları. Zaman zaman ortak olan tarihleri nedeniyle kıyafetleri Birleşik Krallık kraliyet muhafızlarınınkilerle büyük benzerlik taşıyor.
Danimarka’da ulaşım da son derece gelişmiş durumda. Kopenhag’tan başlayan, tüm Zealand’ı aşan, Funen Adası’na, oradan da Kuzey Denizi sahilindeki önemli limanı Esbjerg’e ulaşan demiryolu ve karayolu hatları ülkeyi enlemesine bir uçtan bir uca bağlıyor. Bu hattı, Almanya’dan gelen ve Jutland’ın kuzeyine ulaşan bir başka aks Jutland’ın güneyinde Kolding kenti civarında kesiyor. Bu iki hat ülkenin ulaşım belkemiğini oluşturuyor.
Uzun süre doğu batı aksı, Zealand’dan Funen Adası’na feribotla bağlanırdı. Ancak olağanüstü bir inşaat mühendisliği deneyimine sahip olan Danimarka, hem demiryolu hem de karayolu hattını 6790 metrelik bir köprü-tünel karışımı sistemle kesintisiz hale getirdi. Ayrıca Kopenhag’ı İsveç’in Malmö kentine de benzer bir sistemle bağladı. Halen feribotlarla geçilen Zealand’ın güneyindeki Lolland Adası’yla Almanya’nın Fehrmarn adasını birleştirecek tünel ile ilgili çalışmalar devam ediyor. 2029’da bitmesi planlanan proje hizmete girdiğinde, dünyanın en uzun demiryolu ve karayolu tüneli olacakmış. Aynı şekilde yine Zealand’ı doğrudan Jutland’a bağlayacak bir başka tünel de projelendirme aşamasında.
İngiltere’de ihtisas yaparken,1979 yılbaşı öncesi, mart ayındaki önemli sınavlarımıza rahat bir ortamda hazırlanmak için eşimle Danimarka’ya amcamın evine gitmiştik. Sterling Airways ile Luton’dan Kopenhag’a uçup, oradan trenle Funen Adası’ndaki Odense’ye yaptığımız bu seyahatin sonuna doğru, karanlık kış günlerinde bir de ısı -25 dereceye düşünce, dönüşümüzle ilgili epey bir kaygı yaşamıştık. Kıyıların donması nedeniyle feribotların çalışmadığı bu süreçte, Kopenhag Kastrup Havalimanı’na gidişimiz riske girmiş, şansımıza dönüşten hemen önce sahillerdeki buzlar çözülünce İngiltere’ye okul açılmadan varabilmiştik. Şimdi artık köprüler nedeniyle böyle bir sorun söz konusu değil.
Yine aynı seyahatten hatırladığım, Kuzey Almanya’da yoğun kar ve fırtına nedeniyle elektrik sistemi çöküp insanlar karanlıkta donma riski geçirirken, bizler daha kuzeyde olmamıza rağmen, enerji hatları dahil her şey yeraltında olduğundan hiçbir şekilde etkilenmediğimiz. Kuzey Almanya kar ve fırtına ile boğuşurken amcam bir gece, biraz çalışmaya ara verip dinlenelim diye bizi sinemaya götürmüş ve Pembe Panter’in ilk filmini izlemiştik. Odense’de yaşam normal devam ediyordu.
Devam edecek.
Not: Bu yazım ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.