“2 numara”, küçük oğlum tam müzenin kapısından çıkacağım sırada paçama yapıştı.
“Anne, ya görmediğimiz bir resim ya da heykel kaldıysa, geri dönelim!”
Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Duyduklarıma inanamıyordum. Bunları söyleyen benim oğlum muydu? Çok değil sadece birkaç ay önce, tanınmış bir Türk ressamın sergisinde, eserleri yerden yere vurup, sonra da tabloları ellemeye karar verdiği için sergi alanını hızla terk etmemize sebep olmuştu!
“2 numara” müzeden çıkmak istemiyordu, hatta uçtan uca 1800 kilometre yol yaparak gezdiğimiz İspanya’da en çok Salvador Dali’den etkilenmişti.
Peki ama kimdi bu Dali? Neden bu kadar sıra dışıydı?
1904 yılında Figueres-İspanya’da doğan Salvador Dali varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Noter olan babası despot ve sert, annesi ise aksine sevecen, oğlunu şımartıp kollayan biriydi.
Ağabeyi, Salvador Dali doğmadan 9 ay 10 gün önce sindirim yolu iltihaplanmasından öldü. O gün babasıyla birlikte olan annesi, Dali’ye hamile kaldı. Tanrı’nın mucizesi gibi gözüken bu durum maalesef ki Dali’nin hayatında üstesinden gelemediği bir travma yarattı.
Cinsellik ona hep ölümü çağrıştırdı. İkisini birbirinden ayıramadı. Aseksüel olan Dali, hayatının sonuna dek kimseyle birlikte olamadı.
Yaşananlar bununla da kalmadı. Ağabeyinin ölümünü kabullenemeyen aile, Dali’ye onun adını verdi; resmini Dali’nin yatak odasına astı. Ona sürekli ağabeyinden bahsedildi; sıklıkla mezarına götürüldü. Hep onun gölgesinde kalan Dali, “Ömrüm boyunca ağabeyimin ayak izlerinden yürüdüm” sözüyle yaşadığı kimlik karmaşasını dile getirdi.
Salvador Dali, hayatta kalan tek erkek çocuk olarak ailenin kadın bireyleri tarafından el üstünde tutuldu. Yıllar geçtikçe daha şımarık, huysuz, ben merkezci, narsist bir kişiye dönüştü. Halk tarafından sevilmedi.
İlk aşkı, bir erkek “García Lorca” oldu.
“Doğada her anne rahmindeki yumurta “x” kromozomudur. Sonra “y” gelir, “x” ile birleşir ve erkek olur.”
O yüzden Dali der ki,
“Her erkeğin içinde bir kadın vardır!”
Birçok eserinde çizdiği iç içe, insan içindeki insanlarla bunu anlatır.
Dali’nin etkilendiği tek erkek “Garcia Lorca” değildir. Evli bir şair olan “Paul Eluard” dan da hoşlanır, ta ki Eluard’ın karısı Gala’yla tanışıncaya kadar.
Dali, Eluard ve Gala’nın evliliğine hançer gibi saplanır. Bu aşk karşılıksız değildir. Gala, kocasını ve kızını Dali için terk edip, ölene dek onunla yaşar.
Salvador Dali’nin eserleri de en az hayatı kadar ilginçtir.
Müzeden içeri girer girmez göze ilk çarpan, avludaki Artemis heykeli ve camı kırık “Cadillac” olur. Bu esere dair çeşitli açıklamalar var. Benim duyduğum hikaye ise şöyle:
“Dali, New York’ta bulunduğu yağmurlu bir günde kendisini aracına almayan bir taksi şoförüne sinirlenerek camını kırar. Hıncını alamayan Dali, sonradan bu olayı bir sanat eserine dönüştürür. Bir zamanlar kullandığı, dünyada sadece 3 tane olduğu söylenen ‘Cadillac’ını müzeye getirir. Camını kırar, içine de sembolik bir şoför yerleştirir. Aracın tepesine bir sandal, onun da üzerinde Gala’ya ait olduğu söylenen bir şemsiye koyar. Aracın yanındaki kumbaraya 1 euro atınca şemsiye açılır. Yağmur yağmaya başlar. Ama yağmur aracın dışına değil, içine yağar. Böylece taksi şoförü ıslanır, dışarıdakiler kuru kalır. Dali de böylece intikamını alır.”
Başka bir anlatımda ise “Cadillac” zenginlik göstergesidir, cebinde paran olsa da yağmurda ıslanabileceğini ifade eder.
Müzenin avlusunu geçer geçmez sol duvarda arkası dönük denize bakan eşi Gala’yı görürsünüz. Aynı resme cep telefonunuzla baktığınızda Gala birden Abraham Lincoln’e dönüşür. Resmin Gala halinin fotoğrafını çekmeniz zordur, en iyi çıplak gözle görülür.
Dali’nin kullandığı simgeler de ilginçtir. Her eserin her simgenin bir anlamı, felsefesi vardır. Çekmeceler bilinçaltını gösterir, kendimizden bile sakladıklarımızı ifade eder. Kendini çizdiği eserlerde çekmeceler ters ve açıktır. Sanatçı “benim bilinç altımda gizli hiçbir şey yok, her şeyi dışarı çıkardım” der.
Ekmek bereketi, yumurta doğumu ve üremeyi, dalgıç kıyafeti bilinçaltına yapılan yolculuğu simgeler.
Fırça kullanmadan mürekkep balıklarını tuvale vurarak yaptığı “Beethoven portresi” ise insanın ağzını açık bırakır.
Oldukça ilginç eserlerden bir tanesi de “Atomsal Leda”dır.
Hikayesi şöyledir:
“Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus, evlenmek üzere olan Leda’ya göz koyar. Onunla birlikte olabilmek için kendini güzeller güzeli bir kuğuya çevirip, aklını çeler. Böylece Leda, düğün gecesinde hem kocasıyla hem de Zeus’la birlikte olur. Resimde Leda’yı temsilen karısı Gala’yı çizer. Evli Gala’yı baştan çıkartan, kuğu formundaki baş tanrı Zeus ise kendisidir. Kendini tanrı olarak resmeden Dali’nin megalomani ve narsistliğinin zirve yaptığı bir tablodur bu.”
Dali, kendini o kadar çok sever ki öldüğünde çürüyeceği fikrine dayanamaz. Nitekim ölünce ne gömülür ne de yakılır; kendini klasik Mısır tarzında mumyalatır.
Figueras’taki müzesinde bulunan mezarını, üzerinde yumurtalar olan ejderha heykelleri korur. Dali, ölmeyi kendine yakıştıramaz ve günün birinde bu yumurtaların kendisine yeniden can vereceğini düşünür.
Dali mezarında uyuya dursun, 2017 yılında, “Maria Pilar Abel” isimli bir kadın ortaya çıkar. Fiziksel olarak Dali’ye benzeyen bu kadın “Dali benim babam” diye iddia eder. Hikâye büyür. Kadının savı şöyledir:
“Annesi, Dali’nin çok yakın bir arkadaşının evinde hizmetçidir. Dali de bu arkadaşının evinde sıklıkla kalır. İddiaya göre o esnada Maria’nın annesiyle ilişki yaşar.”
Bu konu iyice dallanıp budaklanınca mecburen Dali’nin mezarı açılır. Dali Vakfı, mumyanın görüntülenmesini engellemek için müzenin cam tavanını kapatır, adli uzmanların telefonlarına el koyar. Mezar açıldığında, mumyalanmış cenazenin durumu gayet iyidir. Dali’nin efsane bıyığı bile sapasağlam yerinde duruyordur.
Cenazeden örnekler alınır, DNA testi yapılır. Sonuçta Maria’nın kızı olmadığı ortaya çıkar. Katalanlar ve Dali Vakfı pek sevinir bu işe. Hem Dali’nin imajı karalanmaz hem de vakıf milyon euroları kurtarır.
Matematiğe, fiziğe, 3 boyutlu görüşe çok önem veren Dali, birçok eserinde bu bilgileri kullanır.
Sol gözün gördüğü ile sağ gözün gördüğü birebir aynı değildir. Beyin bunları üst üste koyar ve derinlikli görme oluşur. Dali, bunu aynalar yardımıyla yapar.
Müzedeki aynalı eserlere ayrı ayrı baktığınızda iki farklı, yaklaşarak baktığınızda üçüncü ve bambaşka bir eser görürsünüz.
Sınırları olmayan, hiçbir kuralı tanımayan hem dâhi hem de deli bir adam işte Dali.
Gerçi herkes gibi düşünüp yaşasaydı, toplumsal normlara, tabulara, ahlak kurallarına uysaydı, gerçekten özgür olmasaydı bu kadar sıra dışı eserler çıkartabilir miydi?
Hiç sanmıyorum!
Sevgiyle kalın,