1881, hepimizin malumu olduğu üzere Mustafa Kemal’in doğum yılı olmasının yanında, Osmanlı tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olan Düyûn-ı Umûmiye (Genel Borçlar) idaresinin kurulduğu yıldır.
Osmanlı Devleti’nin ekonomik olarak iflas etmiş ve siyasi açıdan neredeyse yarı sömürge haline gelmiş bir ülke konumuna sürüklenmesine yol açan ve Mustafa Kemal’in de ilerideki yıllarda ekonomik bakışının oluşmasında büyük etkisi olan bu manzara nasıl ortaya çıkmıştı?
Uzun süredir ekonomisinin temel dayanakları olan; toprak rejimi ve lonca sistemi bozulmuş ve bu yüzden önemli mali sıkıntılar yaşayan Osmanlı Devleti için 1838 yılı kritik bir yıldı.
İmparatorluğu çok zorlayan Mısır Paşası Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyanını bertaraf edebilmek için İngiltere’nin siyasi desteğini arayan Osmanlılar, İngilizlerin bu durumu kullanmaları, öte yandan Osmanlı yöneticilerinin ekonomik fayda sağlayacağını düşünmeleri neticesinde, gerçekte eşi benzeri görülmemiş dengesizlikler içeren ve birçok tarihçiye göre ekonominin çöküş sürecinin başlangıcı kabul edilen; 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması’nı imzalamışlardır.
Kimi tarihçilere göre, Kanuni’den sonra gelmiş en büyük Osmanlı padişahı sayılan, zeki ve ileri görüşlü II. Mahmut bu antlaşmanın ekonomik ve siyasi sakıncalarını görmüş ve imzalamak istememiş olmasına rağmen, Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından İngiltere’nin siyasi desteğinin sağlanabilmesi için imzalamaya ikna edilmiştir.
Bu son derece serbest ve Osmanlı Devleti aleyhine işleyen antlaşma, gittikçe ekonomiyi daha da zayıflatmış, neticede 1854 başlayan Kırım Harbi’nin finanse edilebilmesi için İngiltere’den ilk kez borç alınmıştır. İşte bu borçlanma süreci 1881 yılına kadar yoğunluğu artarak sürmüş ve sonuçta, İmparatorluğun ekonomik bağımsızlığını yitirdiği ve siyaseten de bir yarı sömürge durumuna dönüştüğü noktaya maalesef gelinmiştir. 1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti yıkılana kadar devam etmiş olan bu borçlanma ve borcu borçla ödeme sarmalı devam etmiştir.
Mustafa Kemal Cumhuriyeti kurduğunda, işte bütün bu bahsettiğimiz ekonomik gelişmelerin bizzat içinde yetiştiği ve arka planını çok iyi bildiği içindir ki, ekonomik bağımsızlık ilkesini çok önemsemiş ve mutlaka hayata geçirilmesi gerektiğini savunagelmiştir.
İzmir İktisat Kongresi’nin açılışında söylediği ünlü “Siyasi zaferler ekonomik zaferle taçlandırılmadıkça kalıcı olamazlar” sözü, ekonomik olarak güçlü ve bağımsız olmanın ne denli önemli ve vazgeçilemez bir ilke olduğunu takdir ettiğini gösterir. Bunun içindir ki Lozan Konferansı’nda, kapitülasyonların tamamen kaldırılması için yoğun çaba harcamış ve nitekim başarılı olmuştur. Bunun dışında aynı dönemde, millileştirme hamlesiyle yabancılara ait bir çok şirket millileştirilmiştir. Ayrıca milli ve ağır sanayi oluşturulabilmesi amacıyla, yurdun çeşitli yerlerinde büyük fabrikalar ve devlet işletmeleri kurulmuştur.
Mustafa Kemal, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda modernleşmeye ve Batılılaşmaya çalışılırken, bu çabaların gerçek anlamda sonuç verebilmeleri için, ekonomik olarak mutlaka bağımsız kalınması gerektiğini düşünmüş ve bu düşüncesini hayata geçirmeye çalışmıştır. Niyazi Berkes’in dediği gibi; Mustafa Kemal, ekonomik olarak bağımlı bir durumda yürütülecek Batılılaşma çabalarının istenilen sonuçları vermeyeceğini ve Osmanlı’daki Batılılaşması örneğinin çok net bir biçimde gösterdiği gibi, son kertede siyasi ve ekonomik olarak bağımlı ve yarı sömürge bir ülke durumuna düşülmesine sebep olacağını çok iyi bilmekteydi.
Eşsiz lider karizması, engin dehası ve ileri görüşlülüğüyle ekonomik bağımsızlık ilkesinin üzerine titreyen, kalkınmış ve saygın bir ülke olabilmenin ekonomik bağımsızlıkla mümkün olabileceğini takdir eden Mustafa Kemal’in ölümünden sonra, söz konusu bakış maalesef sürdürülememiştir. Günümüze kadar gelen hükümetlerin gerek iç ve dış konjonktürlerin baskısı ve zorlamaları, gerekse uzun vadeli düşünemeyişleri ve yetersizlikleri sonucunda, bugün karşı karşıya kaldığımız ekonomik olarak tam bağımsız olmayan, borçluluğu yüksek ve dolayısıyla küresel finans akımlarına bağımlı bir ekonomi manzarası ortaya çıkmıştır.
Bu manzaradır ki, ülkemizin siyasi bağımsızlığını da zedelemiş ve kimi iktidarların zaman zaman zikrettikleri ve gerçekleştirmeye çalıştıkları; bölgesel siyasi güç olma, dış politikada oyun kurucu olma gibi girişimleri ve çabaları maalesef istenilen sonuçları verememiştir.
Büyük yargıç olarak, yanılmaz adaletiyle büyük liderleri önünde sonunda haklı çıkarmış olan tarih, Mustafa Kemal’i de haklı çıkarmış, aynasında eşsiz dehasını bizlere bir kez daha net bir biçimde göstermiştir.