Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki herhangi bir uygar ülkede yer yerinden oynayacak olaylar bizde her gün, her an oluyor ve hemen unutuluyor.
Futbol bu ülkenin önemli bir parçası, sadece parçası değil çok geniş bir insan grubunun yaşam biçimi. Çocuklar ünlü futbolcuları ve teknik direktörleri rol model olarak benimseyip onları taklit ederek öğreniyor. Taklit ederek öğrenme, öğrenmenin en önemli kaynaklarından biridir. Ancak özellikle eğitim kurumları gelişmemiş, medyası çürümüş ülkelerde en önemli ve tehlikeli öğrenme yöntemidir. Rol modeliniz kötüyse kötüyü benimsersiniz.
Sanırım yukarıdaki cümle futbolun bu ülkeye ne kadar büyük zarar verdiğini anlamamıza yardımcı olacaktır. Fetö’nün Hakan Şükür ve Arif Erdem gibi Cumhuriyet düşmanı rol modeller yaratıp, Fenerbahçe gibi Cumhuriyet ve Atatürk sevdasına rol model olmuş kurumlara saldırmasının nedeni daha iyi anlaşılacaktır. Sadece Fetö de değil “köşe dönücü, fırsatçı, Makyavelist, kazanmaktan başka ilkesi olmayan” bir futbol kültürü bu ülkede yıllardır topluma rol model oluyor, sanırım sonuçtan hiçbirimiz memnun değiliz.
Peki futbol niye bu kadar kirli?
Çünkü siyaset onun çok kullanışlı bir propaganda aracı olduğunu keşfetti ve o tarihten itibaren bozulma başladı; Özal, Mesut, Ağar derken bu günlere geldik. O andan itibaren futbol kullanışlı bir siyasi araçtı ve onu kullanmak için siyasetin oynatabileceği kuklalar gerekiyordu.
Hakemlik kurumu da bu çürümüş futbol ortamının çürük parçalarından biri. İngiltere Ligi’ni izliyorum, o hakemleri görünce ülkemizde hakem unvanı taşıyan insanların aslında hakeme benzemediğini, birileri tarafından oraya konulduğunu ve bu konuda hiçbir liyakati olmadığını anlıyorsunuz.
Ülkede futbolu Federasyon’un, maçları da hakemlerin yönetmediği çok açık; zaten insanlar da bu mesleği iyi bildikleri için değil, icracının verdiği talimatları uyguladığı için hakem oluyor.
Diyeceksiniz ki “UEFA düzeyinde başarılı olmuş hakemlerimiz var…”
Tamamen düzmece, UEFA dünyanın en kirli kurumlarından biri ve başkanın kim olacağını küçük federasyonların oyları belirler. Bu nedenle küçük federasyonlara küçük kemikler atılır. Bunlardan biri de o federasyona mensup birkaç hakemin parlatılmasıdır.
Bu parlatılma konusu ülkemizde çok kullanışlıdır. Özellikle yerel ligde Fenerbahçe’yi katleden hakemlere UEFA’nın kirli mekanizmaları ile meşruiyet kazandırılır.
Yukarda futbolun içinde yaşadığı ortamı, neden kirlendiğini yazdım ama Fenerbahçe’nin neden “öteki” olduğunu da yazmak gerekir…
Fenerbahçe genel olarak Cumhuriyet sonrası gelişen küçük-büyük burjuva ve kentli nüfusa dayanır. Hikayesi Cumhuriyet’le paraleldir ve Cumhuriyet yükseldikçe yükselmiştir.
Cumhuriyet ve Fenerbahçe arasında doğalarından kaynaklanan organik bir bağ vardır, kent Fenerbahçelidir, işçi Fenerbahçelidir, Cumhuriyet Fenerbahçelidir, ulus devlet Fenerbahçelidir, Atatürk Fenerbahçelidir. Kimseyi kırmak için söylemiyorum, sadece durum tespiti açısından yazıyorum. Örneğin Cumhuriyet öncesi aristokrat kökleri yoktur, gelenekleri Batı tipi ithal kavramlar değil, yerel değerlerdir.
Bunu da tespit ettikten sonra Fenerbahçe’nin uzun zamandır “öteki” olmasını anlamak zor değil.
Fenerbahçe’ye karşı en kullanışlı araç da hakemlerdir. Dün akşam için penaltı, ofsayt falan yazmayacağım, iki defa Fenerbahçeli futbolcuların ayağına basıldı, kramponun tabanı ile yaralayıcı hareketlerdi. Bırakın sarıyı, birinde faul bile çalmadı hakem, oysa daha hafif iki pozisyonda Pedro’yu ve Batsuayi’yi atmışlardı.
Bir de Lale Orta meselesi var…
Belli ki Lale Orta konusu uzun süredir tasarlanan bir senaryoymuş, artık her ne ise bir şekilde ellerine geçirmişler. Onu önce Fenerbahçeli diye lanse ettiler, sonra karşıymış gibi davrandılar, derken oyun ortaya çıktı. Meğer Lale Orta Fenerbahçe’yi katleden hakemler yüksek puan alsın diye hakemlere baskı yapar, Serkan Tokat’ı Fenerbahçe maçına atayıp ofsayttan gol yedirirmiş. Hepsi hayırlı olsun.
Bir Fenerbahçeli olarak benim en büyük gurur kaynağım bu şekilde kaybettiğimiz şampiyonluklardır. Bu durumda şampiyon olanlar da eğer kendilerine saygıları kalmadıysa kutlama yapabilirler.