Anatoliy Dyatlov 25 Nisan gecesi işe geldiğinde canı sıkkındı ama hayati deneyi bu kez başarıyla tamamlayacaklarını umuyordu. (*)
Dyatlov, Vladimir İlyiç Lenin Nükleer Güç Santrali ya da kısaca Çernobil Santrali olarak bilinen tesisin başmühendisiydi, meslekte 26 yılını doldurmuş deneyimli bir uzmandı. Santral, o zamanlar Sovyetler Birliği çatısı altında yer alan Ukrayna’nın başkenti Kiev’e 100, adını aldığı Çernobil kentine 18, çoğunlukla çalışanların ailelerinin yaşadığı Pripyat kasabasına ise üç kilometre uzaklıkta, Ukrayna-Beyaz Rusya (şimdiki adı Belarus) sınırına yakın bir bölgedeydi.
Kafasını taktığı deney aslında 1982, 1984 ve 1985 yıllarında da yapılmış ancak başarılı olamamıştı. Deneyin amacı, Çernobil’de de dört adet bulunan RBMK-1000 tipi reaktörlerin acil bir durumda gereken güvenlik önemlerini adım adım alıp almayacağını görmekti. Acil durum için öngörülen senaryo, santralde soğutucu kaybı yaşanmasına yol açabilecek bir arıza ve aynı anda şebeke elektriğinin kesilmesiydi. Normal koşullarda böyle bir durumda devreye acil soğutma sisteminin girmesi gerekiyordu ama elektriğin de kesilebileceği varsayımıyla sistemin pompaları her reaktörde üç adet bulunan dizel jeneratörler tarafından çalıştırılacaktı. Aslında jeneratörler şebeke elektriğinin kesilmesinden sadece 15 saniye sonra devreye giriyordu ama tam kapasiteye ulaşmaları 60-75 saniyeyi buluyordu. Öngörülen, jeneratör volanlarının dönü enerjisinin soğutma pompalarını o süre boyunca gereken voltajda beslemesiydi. İşte deney o kritik saniyelerde bunun başarılıp başarılamayacağını görmek için yapılacaktı.
Dyatlov’un sıkıntılı olmasının nedeni geçmişte yapılan üç deneyin de başarısız olmasıydı. Bunun anlamı ise, hiçbir şeyin şansa bırakılmaması gereken nükleer reaktörde ciddi bir güvenlik açığı bulunmasıydı.
1986 yılındaki son deney aslında 25 Nisan’ın ilk saatlerinde dört numaralı reaktörün gücünü azaltmasıyla başlamıştı. Ancak bölgedeki bir elektrik santralinde meydana gelen arıza nedeniyle Kiev’deki yetkililer ortaya çıkan enerji ihtiyacının karşılanabilmesi için güç azaltma işleminin ertelenmesini talep etmişti. Çernobil o sırada Ukrayna’nın elektriğinin yüzde 10’unu tek başına karşılıyordu.
Diğer santraldeki arızanın giderildiği, dolayısıyla güç azaltma işlemine devam edilebileceği bilgisi geldiğinde 26 Nisan’a girilmesine sadece bir saat kalmıştı. Ama erteleme nedeniyle deney için bekleyen asıl ekibin vardiyası hatta ondan sonrakilerin de bitmiş, gece yarısı vardiyası için gelenlerin hazırlanması için sayılı dakikalar kalmıştı.
Bundan sonra kayıtlara ve görgü tanıklarına göre anbean şunlar yaşandı:
Saat 01.15’de Vardiya Müdürü Aleksandr Akimov Dyatlov’a hazırlıkların tamamlandığını söyledi.
01.23.04’de deney başladı.
01.23.40’da Akimov Dyatlov’a dört numaralı reaktörün durdurulabileceğini söyledi. Bu aşamada acil durum düğmesine (AZ-5) basılması gerekiyordu. Operatör Dyatlov’dan aldığı talimatla düğmeye bastı. Göstergeler normaldi.
01.23.43’de Göstergeler çıldırmış gibi hareket etmeye başladı. Reaktörün gücü olması gereken maksimumun üç katına çıktı. Dyatlov acil durum ölçme sistemine baktığında bir kaza meydana geldiğini anladı. Artan basınca dayanamayan reaktörün alarm zilleri çalmaya başladı.
01.23.46’da korkunç bir patlama odadaki herkesi bir tarafa fırlattı. Bina beşik gibi sallanmıştı. Dyatlov’un gözü çöken tavana takıldığı sırada ikinci bir patlama meydana geldi. Soğukkanlılığını korumaya çalışarak gücü yettiğince bağırdı: Yedek kumanda odasına koşun! Herkes odayı terk etmeye başlamıştı ki Dyatlov emrinden vazgeçti, kontrol tablosunu yeniden incelemeye koyuldu. Gördükleri kanını dondurmaya yetmişti. Ağzından, “Tanrım, bu bir kaza değil felaket” sözleri döküldü.
Haklıydı.
Ama deney sırasında basılan acil durum düğmesinin (AZ-5) felaketin asıl tetikçisi olduğundan o anda haberdar değildi. Normal şartlarda acil bir durumda reaktörün kapanması için yapılan düğmeyle ilgili çok önemli bir sorun olduğu 1975 yılında Leningrad Nükleer Santralinde meydana gelen olaydan beri biliniyordu fakat Sovyet yönetimi bilim adamlarının bu konudaki raporunu sümen altı etmişti. Bu rapor kamuoyuna değil, sadece nükleer sektörde çalışanlara duyurulsaydı bile Dyatlov AZ-5’e basılması talimatını kesinlikle vermeyecekti. Çünkü reaktörü aniden durdurması, dolayısıyla koruması amacıyla yapılan düğme aslında patlamayı tetikleyen en önemli unsur olmuştu. Ama Sovyet yöneticileri raporu saklamakla kalmamış, nükleer santrallerindeki hayati bir sorunu yok saymıştı.
Yine Dyatlov’un talimatıyla santrale kısa sürede çok sayıda ambulans ve itfaiye geldi. Ancak özellikle itfaiyeciler gerçekte nasıl bir felaket yaşandığından habersiz, sıradan bir yangına müdahale ettiklerini sanıyordu.
Peki ne olmuştu?
Faciadan 33 yıl sonra bile bütün uzmanların üzerinde birleşebildiği bir neden bulunmuyor. Ortada çok farklı teoriler dolaşıyor hatta bazıları patlamayı deney sırasında meydana gelen depremin tetiklediğini ileri sürüyor. Herkesin görüş birliğinde olduğu tek konu ise, reaktörün gücünün kontrolsüz şekilde artmasının aşırı buhar üretimine, bunun da patlamaya yol açmış olması.
Kim suçlu?
Kazayı, RBMK tipi reaktörlerin sorunlarına ve eksikliklerine bağlayanlar kadar personeli suçlayanlar da var. Yine de facianın reaktörün yapısından kaynaklandığı, personelin hatalarının ise ikinci derecede rol oynadığı görüşü daha çok taraftar topluyor. Kazadan 10 yıl sonra hayatını kaybeden Dyatlov da asıl suçlunun Çernobil’in tasarımından kaynaklanan yetersiz güvenlik önlemleri olduğunu düşünüyor. Ama kullanılan teknolojinin de sonuçta insan yapımı olduğunu unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla dünya insandan kaynaklanan bir felaketle karşılaştı.
Nedeni ne olursa olsun 26 Nisan 1986’da meydana gelen patlama, Hiroşima’ya atılan atom bombasının yaklaşık 400 katı radyasyon yayılmasına yol açtı. Depremlerin şiddetini ölçen Richter’e benzer şekilde Uluslararası Atom Enerjisi tarafından hazırlanan Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Vakalar Ölçeği’ne (INES) göre Çernobil yedi derecelik ölçekte yedinci sırada sınıflandırıldı, tıpkı Japonya’da 2011 yılında Fukuşima’da meydana gelen nükleer kaza gibi.
“İnsanlık Çernobil’in bedelini nasıl ödedi” sorusunun yanıtına gelince…
Sovyet resmi rakamlarına göre, ikisi 26 Nisan’da olmak üzere felaket 31 kişinin hayatına mal oldu. Hemen hemen herkes bunun gerçeği yansıttığı konusunda kuşku duyuyor ancak gerçek rakam konusunda inanılmaz farklı tahminler yapılıyor. Buna göre, kazanın meydana geldiği 1986 ile 2006 arasında yani 20 yıllık bir dönemde “dünyanın en büyük nükleer felaketi” olarak kayıtlara geçen kazanın doğrudan ya da dolaylı kurbanlarının sayısı 4-200 bin arasında değişiyor.
Değişik kaynaklara göre, kazadan Ukrayna’da yaklaşık iki milyon, Belarus, Rusya ile İsveç, Almanya, Avusturya, Polonya, Yunanistan ve Yugoslavya’nın da aralarında bulunduğu Avrupa ülkelerinde ise toplam 6-7 milyon kişi etkilendi. Buna, kurtarma çalışmalarına katılan yüz binlerce kişiyi de eklemek gerekiyor. Fazla bilinmese de, Çernobil’den kaynaklanan radyasyonun neredeyse yüzde 70’i komşu Belarus’a ulaştı. Felaketin ulusal ekonomiye maliyetinin 235 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.
Kaza sonucu Belarus topraklarının yüzde 23’ü, Ukrayna topraklarının ise yüzde sekizine eşit olan 50 bin kilometrekarelik bir alanda radyasyon kirlenmesi yaşandı. Söz konusu iki ülke ile Rusya’da radyasyondan etkilenen toplam alanın ise 200 bin kilometrekareye ulaştığı hesaplanıyor. Etkilenen tarım alanlarının toplamı ise beş milyon hektar ( 50 bin kilometrekare) civarında.
Kazanın meydana geldiği dört numaralı reaktörde 180-190 ton nükleer yakıt bulunuyordu; felaketin ardından bunun yüzde 5-30’unun çevreye yayıldığı tahmin ediliyor.
Kaza sonucu atmosfere değişik miktarda kripton, ksenon, iyot, tellür, stronsiyum ve sezyum karıştı.
Santralin yakınlarında bulunan Priptyat kentinin tam 24 bin yıl boyunca insan yaşamına uygun olmadığına karar verildi. Önce beton blokla kaplanan dört numaralı reaktörün enkazı 2016 yılında Avrupa Birliği’nin finansmanıyla 25 bin tonluk çelik bir kafesle kapatıldı. Yine santralin yakınlarındaki çam ormanı felaketten en çok etkilenen yerlerden biri oldu ve neredeyse hiçbir canlı kalmadı. Ancak faciadan 33 yıl sonra bilim insanları o ormanda şaşırtıcı bir manzarayla karşılaştı: Aralarında ayı, bizon, yaban domuzu, at ve çok sayıda kuş çeşidi burada yeniden yaşamaya başlamıştı. Doğa felaketle inanılmaz bir şekilde mücadele etmişti ama bu bölgenin tümüyle temizlendiği anlamına anlamına gelmiyor. 2018 yılında yapılan bir araştırma Rovenskoy bölgesindeki ineklerden alınan sütün normalin üç buçuk kat radyasyon içerdiğini gösteriyor. Tahmin edilebileceği gibi, Çernobil’deki patlamadan etkilenen bölgelerde tiroid kanseri ve lösemi vakalarında 10 kata varan oranda artış görüldü. Küba Sağlık Bakanlığının girişimiyle 1990-2011 yılları arasında 23 binden fazla Ukraynalı çocuk tedavi gördü; üstelik bunları bir kısmı felaket anında hayatta değildi, daha doğrusu annelerinin karnındaydı. Sakat doğumlar ve büyüme bozuklukları dışında radyasyona maruz kalan yerlerde yaşayanlar bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu normalde öldürücü kabul edilmeyen hastalıkların kurbanı oldu.
Sovyet hükümeti sadece facianın hemen ardından başlatılan kurtarma ve daha sonra yürütülen radyasyondan temizleme çalışmalarına 18 milyar ruble, günümüzde 36 milyar doları aşan bir harcama yapmak zorunda kaldı. Dönemin Sovyet lideri Mihail Gorbaçov’un sonradan itiraf ettiği gibi, Sovyetler Birliği’nin 1991 yılı sonundaki çöküşü aslında 1986 yılında Çernobil’e başlamıştı.
Çernobil’in yarattığı korku nedeniyle 1986-2002 arasında hiçbir ülke nükleer santral yapmaya cesaret edemedi. Ama “hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” sözünü doğrularcasına sonradan, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkeler enerji açığını kapatmak için nükleere yöneldi. Buna karşılık kimi ülkeler ise güneş, rüzgâr, jeotermal ve dalga gibi yenilenebilir kaynaklara ağırlık verdi.
2019’un ortalarında ABD’li yapımcı HBO tarafından hazırlanan beş bölümlük Çernobil dizisi “nükleer unutkanlık” yaşayanların gerçekle yüzleşmesini sağladı. Dizide hangi hatalar vardı ya da komünizm düşmanlığı yapılıyor muydu sorularını bir kenara bırakıp öncelikle, karşı karşıya bulunduğumuz nükleer riski hatırlattıkları için yapımcılara teşekkür etmeliyiz.
Çernobil’den 34 yıl sonra bile dünya sadece ve sadece 42 saniyede oluşan bir felaketin izlerini silebilmek için uğraşıyor. Felaketten en çok etkilenen ülkelerin başında gelen Belarus’ta nükleer tehlike konusunda farkındalık yaratabilmek için mücadele edenlerden biri olan yönetmen Vyaçeslav Nikiforov’un dediği gibi, “Yüzde 100 güvenli bir nükleer santral yok. Bu gerçeği kabullenmedikçe insanlığın ne kadar tehlikeli bir noktada bulunduğunu hiçbir zaman anlayamayacağız…”
(*) Gazeteci Cenk Başlamış’ın #tarih dergisinde yayımlanan yazısı.