Giden yılın son günüyle gelen yılın ilk gününe yüklediğimiz (yapay) sosyal psikolojik anlam dışında yılbaşı olarak anılan dönüm günlerinin belki de tek anlamlı yönü, insanlara, kurumlara ve çeşitli düzeydeki toplumsal birimlere son 365 günde nereden nereye geldiklerini değerlendirmek için bir çerçeve sunması olmalı.
Kaçınılmaz olarak bu değerlendirme, geçen yılın gelişmeleri ve getirdiği sonuçların yanı sıra gelecek 365 günle ilgili tahmin ve/veya beklentilerin dile getirilmesine de zemin hazırlıyor.
Bu geleneğe uygun olarak, 2022’de nasıl bir dünyada yaşayacağımız üzerine bir dizi spekülatif tahminde bulunma cesaretini gösterecek olursak, ilk ağızda söylenecek olanlar maalesef çok umut verici değil. Sabırsız okuyucular için baştan belirtmekte yarar var: 2022, 2021’den daha kötü bir yıl olacak, her açıdan ve her düzeyde, bu genellemenin dışında tutulabilecek tek kesim finans kapitali kontrol eden dünya nüfusunun yüzde 0.000000001’i olmalı.
Bu karamsar beklentinin tohumları 2021 yılından çok önce atılmış bulunuyor. Aşağıda konu başlıklarının ayrıntıları verildikçe, bu tohumların neden 2022’de meyve verme aşamasına geldiğini görmek olanağı da doğmuş olacak.
Öncelikle tüm insanlığı, etnik ve ulusal aidiyetlerinden bağımsız olarak etkileyen küresel ısınma, iklim değişikliği ve buna doğrudan bağlı olarak enerji sektörünün durumuna bakacak olursak: 2021 yılındaki sel, kasırga ve su baskınları tarihte görülmemiş ölçüde şiddetli ölçülerde tezahür etti. Yapılan gözlem ve ölçümler, küresel ısınmanın dünyanın eko sistemlerini geri dönülmez ölçüde değiştireceği, sanayi devrimi öncesi ortalamanın 2 derece üzerine erişmesine ramak kaldığını gösteriyor.
Her ne kadar ABD Başkanı Joe Biden’dan Çin lideri Xi jinping’e kadar tüm dünya liderleri iklim değişikliğine karşı iş birliği yapma sözü verseler de, bu vaatlerin içinin boş kalacağını söylemek yanlış olmaz. Çünkü, fosil yakıtların kullanımını azaltmak için siyasi irade ortaya konmuş olsa bile, ekonominin gerçekleri bu sözlerin yeterince hızlı bir biçimde yerine getirilmesine izin vermiyor. Nedeni çok basit: Covid salgınından sonra ekonominin çarklarının yeniden dönmesi için gerekli enerjinin, yeterli miktarda yenilenebilir kaynaklardan üretilmesi için gerekli altyapı ve teknoloji ortada yok. Evet güneş ve rüzgar kaynaklı enerji giderek artan ölçülerde üretiliyor ancak gelinen noktada üretilen yenilenebilir kaynaklı enerji sanayiyi beslemeye yetecek düzeyde değil.
Öte yandan, pandemi nedeniyle durgunluk dönemine giren dünya ekonomisi can çekişirken, hidrokarbon temelli enerji hammaddelerinin üretimi için yapılan yatırımlar önemli ölçüde daraldı. Şimdi salgın sonrası ekonominin hızlı bir büyüme dönemine girmesi için enerji hammaddelerinin hızla sanayiye arz edilebilmesi kaçınılmaz olarak enflasyonist bir etki yaratacak çünkü arzın yetersizliği enerji fiyatlarında şimdiden tırmanmaya yol açmış durumda.
Verili teknolojide üretimi en az yatırımla ve en hızlı biçimde artırılabilecek iki enerji hammaddesinin petrol ve kömür olduğu gerçeği hesaba katılırsa, tablonun iklim değişikliği açısından vahim bir görüntü sergilediği sonucuna varmak kaçınılmaz oluyor. İklim değişikliği gibi tüm insanlığı ilgilendiren bir başka konuya, Covid-19’a gelince, adeta salgının devamını istercesine, sanayileşmiş zengin Batı ülkeleri, ilaç şirketlerinin ekonomik çıkarlarını insan sağlığının önüne koyarak aşı patentlerini paylaşmayı reddetmeye devam ediyorlar.
En son olarak, virüsün Omicron türevinin ortaya çıkışında görüldüğü gibi, aşılanmayan nüfus içinde kolaylıkla mutasyondan geçen virüs, her yeni türeviyle birlikte daha kolay bulaşabilme yeteneğine kavuşuyor. 2022 yılında az gelişmiş ülkelerin Batı’ya olan aşı bağımlılığında bir azalma beklemek çok gerçekçi görünmüyor.
Bu arada, dev ilaç şirketleri kasalarını doldurmaya devam ediyorlar. Bu konuda çeşitli tahminler olmakla birlikte, Batılı ilaç/aşı sanayiinin salgın başladığından beri elde ettiği kârın 70 milyar doları aştığı yaygın olarak kabul ediliyor.
Devam edecek…