Netflix’te kısa süre önce yayına giren bir belgesel, İngiltere tarihinin en büyük terör eylemlerini mercek altına alıyor.
Tam da saldırıların 20. yıl dönümüne denk düşen dört bölümlük belgesel, “Londra’ya saldırı-7 Temmuz Bombacılarının Peşinde” adını taşıyor. O günlere ait bolca arşiv görüntüsünün kullanıldığı belgeselde tanıkların yanı sıra dönemin Başbakanı Tony Blair ve iç istihbarattan sorumlu olan örgüt MI5’ın Başkanı Eliza Manningham-Buller’la yapılan söyleşiler de var. Belgeselin konuştuğu tanıklardan biri de saldırılar sırasında metroda bulunan Türk kökenli Mustafa Kurtuldu.
7 Temmuz 2005 tarihinde önce Londra’daki dört ayrı metro istasyonunda, kısa süre sonra da bir otobüste meydana gelen patlamalarda 52 kişi hayatını kaybetmiş, 700’den fazla kişi de yaralanmıştı.
İngiltere tarihinin ilk intihar saldırılarını düzenleyenlerin tümü patlamalar sırasında öldüğü için güvenlik kuvvetleri çözümü çok zor bir bulmacayla karşı karşıya kalıyor. Kimin peşinden koşacaklarını bilmeden “insan avı” başlatan güvenlik kuvvetleri saldırılarda kullanılan patlayıcıyı bile belirlemekte büyük güçlük çekiyor. Sonunda intihar eylemcilerinin bombaları, herkesin ulaşabileceği piperin (karabibere acı tadını veren bir alkaloid) ve hidrojen peroksitten yaptığı ortaya çıkıyor.
Yüzlerce saatlik kamera kayıtlarını defalarca izleyen polis sonunda dört teröristin sırt çantalarıyla aynı karede göründüğü bir görüntü sayesinde eylemcilerin kimliklerini buluyor.
Böylece, 52 kişinin hayatına mal olan terör saldırılarını Mohammad Sidique Khan, Shehzad Tanweer, Hasib Hussain ve Jermaine Lindsay’in düzenlediği ortaya çıkıyor. Asıl şok edici olansa, tüm bu kişilerin İngiltere’de doğmuş ve büyümüş olması. Yani saldırıları düzenleyen ülkeye dışarıdan gelmiş intihar bombacıları değil. Bu kişilerin yaşadığı mahallelerde yapılan söyleşilerle ülkedeki Müslümanların nasıl baskı altında tutulduğu ve sürekli polis tacizine uğradığı ortaya çıkıyor. Benzer şekilde, metro saldırısından kurtulan Türk asıllı Mustafa Kurtuldu, bir Müslüman olarak karşılaştığı sorunları ayrıntılı olarak anlatıyor.
Tıpkı Türkiye’deki benzer terör olaylarından sonra olduğu gibi tüm ülkede, özellikle başkent Londra’da korku dolu günler başlıyor. Yeni saldırılar düzenlenebileceği endişesi halkın yaşamını tam bir kâbusa çeviriyor.
İlginç olan saldırının halkı olduğu kadar güvenlik kuvvetlerini de şaşırtması. Fakat daha da ilginci, saldırganlardan ikisinin, Mohammad ve Shezhad’ın MI5 tarafından bilinmesi ama sürekli takip edilecek kadar önemsenmemesi. Takip edilmedikleri için de saldırılardan bir yıl önce Afganistan’a giderek Londra’da yapacakları eylem için El-Kaide kampında eğitim aldıkları bilinmiyor.
Dönemin MI5 Başkanı Buller, “Herkesi takip edecek olanağımız yok” sözleriyle basmakalıp bir savunma yapıyor ama bu elbette yaşananlarda gizli servisin ihmali olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Dönemin Başbakanı Blair de tahmin edilebileceği gibi örgütü kolluyor.
Ama ihmaller zincirine kısa süre sonra bir de cinayet ekleniyor.
Herkesin korktuğu gerçek oluyor ve ilk eylemlerden sadece iki hafta sonra yine metroda benzer dört saldırı düzenleniyor. Ancak büyük olasılıkla teröristler bu kez patlayıcıların karışımını doğru yapamadığı için bu kez hayatını kaybeden hiç kimse olmuyor ve polise yine güvenlik kameraları yardımıyla eylemcilere ulaşma şansı doğuyor.
Bundan sonra çok ilginç, daha doğrusu mantık sınırlarını zorlayan gelişmeler yaşanıyor.
Bombasının patlamaması üzerine kaçan bir teröristin spor salonu kartını bulan polis oturduğu mahalleyi kordon altına alıyor. O eröriste benzeyen bir genci takip etmeye başlayan güvenlik kuvvetleri nedendir bilinmez mahalleden ayrılmasına, otobüse binmesine, sonra da metroya gitmesini engellemiyor. Metro vagonuna girince takip eden polislere genci yakalama talimatı gönderiliyor ve terör eylemleri nedeniyle öldürmek için ateş etme yetkisi verilen iki polis metroda kendi halinde giden genci herhangi bir uyarıda bulunmadan öldürüyor, resmen infaz ediyor.
Cebindeki kimlik kartına uzandıkları anda gerçek ortaya çıkıyor: Öldürülen Jean Charles de Menezes adında Brezilyalı masum bir gençtir. İstedikleri anda Menezes’i gözaltına alabilecek polis memurlarının ve onları yönlendiren amirlerinin neden uzun süre takip ettiği ve herhangi bir tehdit oluşturmamasına rağmen uyarıda bile bulunmadan öldürdüğü yanıtsız kalan sorular.
Londra polisi gencin şüpheli hareketlerde bulunduğunu iddia ederek önce cinayeti örtbas etmeye çalışıyor (aşağıdaki fotoğraf) ama gizlenemeyecek kadar bariz olan gerçek anlaşılınca halk masum gence sahip çıkıyor ve güvenlik kuvvetlerini protesto gösterileri düzenliyor.

Belgeselde Menezes’i öldüren polis de gencin tümüyle masum olduğunu anlatıyor.
Ama sistem güvenlik kuvvetlerini koruyor ve mahkeme Londra Polis Müdürlüğü’nü masum bir genci öldürdüğü için değil, ateş ederek kamu düzenini bozduğu gerekçesiyle 175 bin sterlin para cezasına çarptırıyor. Gerçekleşmeyen terör eylemlerinin sorumlularına ise 40’ar yıl hapis cezası veriliyor.
Liza Williams’ın yönettiği dizi hiç düşmeyen temposuyla, Londralıların yaşadığı korku dolu günleri tam olarak yansıtmasıyla, ülkedeki Müslümanların sıkça karşılaştığı polis tacizlerini sansürlememesiyle ve devletin bazı gerçekleri halktan nasıl saklamaya çalıştığını gözler önüne sermesi nedenleriyle izlenmeli.
Fotoğraflar: Netflix
Medya Günlüğü’nde yayınlanan diğer Netflix dizi yorumlarını okumak için tıklayın
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: