Dr. Nevin Sütlaş
Gençliğimin en yaygın iki kelimesiydi ajitasyon ve propaganda ve anlamlarını, daha doğrusu sınırlarını kavramakta zorluk çekiyordum. Sonunda basitleştirdim. İkisi de gazdı ama farkları ömürleriydi, ajitasyon çabucak ölüyor propagandanın etkisi ise görece daha uzun sürüyordu. Bugünlerde o günlerle kıyaslanamayacak kadar çok gaza maruz kalıyoruz ne yazık ki. Bu konuyu biliyoruz sansak da maruziyetlerimizin hepsine farkındalık geliştirmek ve de direnmek neredeyse imkânsız. Reklamcılar en zekilerimizden çıkıyor çünkü…
Bu iki kelimenin ardındaki gerçek, bir bireyi ya da bir toplumu kendi isteği ve çıkarı doğrultusunda koşullandırarak davranışlarını yönlendirmek. Toplum mühendisliği de desek beyin yıkama da desek daha basite indirgeyip reklamcılık da desek sonunda biz kandırılan tarafız. Üstelik kandırılıyor muyum acaba diye düşündüklerimizin çok dışında kalan konularda da kandırılıyoruz. Bu başımızın belası konuyu şimdilik çok didiklemeden geçmek istiyorum. Ancak aynı beyin mekanizmasını kullanarak bu işten azıcık da olsa kendimize yontabilir miyiz acaba, ne dersiniz?
Kızım ilkokula giderken yaşıtları gibi kolej sınavlarına çalışsın istemedim. Çocukluğunu çocuk gibi yaşasın, kolejin sağlayacağı dil öğrenme işini de başka biçimde çözeyim diye düşündüm. Epeyce kafa yordum ve ortaokula başlarken karşıma alıp ajitasyon çektim:
“Bak kızım sen gezmelerde oynamalardayken arkadaşların sınavlara çalıştı. Sen bu okulu bitirince sıradan bir orta öğretim mezunu olacaksın. Koleji kazanmış arkadaşların ise yabancı dil biliyor olacak. Aranızdaki bu fark yüzünden hayat boyu senin önünde güçlükler olacak. Falan kolejin mezunu olmak dili doğru dürüst öğrenememişlerin bile önünü açacak. Sen ya bu durumu kabulleneceksin ya da başka yöntemlerle en az onlar kadar dil öğreneceksin.”
Bu kapsamdaki konuşmam uzadı gitti ve sonunda kızım gaza geldi. Ortaokul süresince her hafta sonu dil kursuna gidecek ve temel İngilizceyi koleje gidenler kadar o da öğrenecekti. Söz verdi, hem bana hem de kendisine.
Şimdi sorarım size, hayatımız boyunca neler yapmaya niyetlendik, neler için sözler verdik de kaçını tuttuk? Kaç kere hiç başlayamadık yapmaya karar verdiğimiz şeylere ya da yarı yola bile gelmeden caydık. Yoldayken cebimizden düşürdüğümüz böyle kaç ham hayalimiz var, öyle değil mi? Ajitasyon tık nefestir çünkü. Gaza gelerek yola çıkınca o yol bitmez olur. Ancak kızım sözünü tuttu. Ortaokulu bitirdiği sene en az kolejdeki akranları kadar dil biliyordu. Bu başarının ardında bir kumbara vardı.
Kızım 5 yaşındayken eşimle ben İngiltere’ye gitmiştik ve çok istediği halde kızımı götürmemiştik. O kadar çok kızmış, o kadar çok istemişti ki İngiltere onun hayatının en önemli hedefi olmuştu. İngilizce öğrenmesini motive etmek için bu isteğini deştim. “Eğer ortaokul süresince temel İngilizceyi iyice öğrenirsen ödül olarak liseye başlayacağı yaz İngiltere’ye dil okuluna göndereceğim seni” dedim. Bu vaat çok işe yaradı. Buna ajitasyona eklemlenmiş propaganda desek olur mu?
10 yaşında bir çocuktan söz ediyoruz. Ne kadar gaza gelmiş olursa olsun, dil öğrenmek gibi her gün düzenli emek vermesini gerektiren bir işi okul ve sınav gibi disipline edici bir ortam olmadan kendi kendine başarabilmesi nasıl mümkün oldu dersiniz? Çocuğumu yağlayıp ballamaya çalışmıyor, özel yetenekleri varmış gibi bir izlenim yaratmaya çalışmıyorum. Teknik ve taktik olmadan böyle bir başarı elde edilemez çünkü. Taktik için de kafa patlattım elbette.
Bir psikiyatristin taktiğini çaldım. Kendisi kurşun kalem seven ve sürekli notlar tutan biri olduğu için, yeni bir karar aldığında kurşun kalemin üzerine kazırmış hedefini. Böylece sürekli göreceği için amacını unutmaz hedefinden şaşmazmış. Ben de 3 sene boyunca sürecek bu hedef için kızıma bir hatırlatma simgesi bulayım dedim.
“Seni ortaokul bitince İngiltere’ye yollamak için söz verdim. Bu sözümü tutmamı engelleyebilecek tek faktör var o da para. Biliyorsun ben devlet memuruyum, gelirim kısıtlı. Döviz de sürekli yükseliyor. Para sorun olmasın diye şimdiden önlem almak lazım. Ben düzenli olarak bir kenara para ayırmaya çalışacağım, sen de istersen aynı şeyi yap. Hatta sana bir kumbara alalım, harçlıklarından birazını ayır. Benim yeterince param olursa sen biriktirdiklerini İngiltere’de harçlık yaparsın. Benim param yetmezse de senin paranı ekleriz ve böylece gitmen garanti olur” dedim.
Kocaman bir kumbara alıp odasının en görünür yerine koyduk. Kızım 3 sene boyunca o kumbaraya para attı ve cidden önemli bir miktar para biriktirdi. Ancak daha önemlisi o kumbara sayesinde her gün İngiltere’ye gitme hedefini hatırladı ve bu zorlama değil kendi isteği ve amacı olduğu için, düzenli olarak dil çalıştı. O yaz yani 14 yaşında tek başına İngiltere’ye gitti. Londra’da aktarma yaparak hatta havaalanı değiştirerek Edinburg’a uçtu. “Bu çocuk dil biliyor niye gönderdiniz ki” diyen ev sahibi tarafından karşılandı. Dil konusunda ve hemen her konuda öz güveni pekişmiş olarak döndü. Hepsi o kumbaranın hedefini sürekli anımsatması sayesinde…
Bu görsel hatırlatma taktiği her şey için kullanılabilir. Mesela sigara bağımlısı bir dostum var. Yaşı da az buz değil ama kendine söz geçirip bir türlü bırakamıyordu. Bir gün sigara satın almak için tam evden çıkacakken elindeki parayı kapının önündeki cam vazoya atıp geri dönmüş. “Bu gece içmeyivereyim, yarın sabah alırım” demiş. Sabah vazoda parayı görünce bir paketin parasını daha içine atmış ve “Bir gün içmesem ölmem ya” demiş. Camın içinde paralar birikmiş. O paraları gördükçe ertelemeyi sürdürmüş. “Bıraktım” dememiş, “bugün içmeyeceğim” diye diye, erteleye erteleye bu beladan kurtulmuş. “Beni motive eden vazonun parayla dolması oldu. İçine her bir sigara paketinin bedelini attığımda daha mutlu oldum, biriken parayı görmem işi çözdü” diye anlattı.
Geçen sene arkadaşım Neşe mutluluk kavanozu projesine katıldığını söyleyince ben de hemen kendi kendime katıldım. Bir cam kavanozu gözünüzün önünde bir yere koyuyorsunuz. O gün sizi ne mutlu ettiyse, ne sevindirdiyse onu renkli bir kâğıda yazıp içine atıyorsunuz. Her açıdan çok işe yarayan müthiş bir proje bu. Birincisi bir şeye sevindiğinizde farkına varıyorsunuz ki bu da sevincinizi pekiştiriyor. İkincisi “bugün ben neye sevindimdi” diye düşünmenizi sağlıyor ve farkına bile varmadığınız şeylere farkındalığınız artırıyor. Üçüncüsü o renkli kâğıtlar arttıkça, “aaa amma da çok sevindiğim şey olmuş bu hafta, bu ay ya da bu yıl” diyerek yeniden seviniyorsunuz. Dördüncüsü canınız sıkıldığı bir an o kavanoza gözünüz kayıyor birini açıp okuyor ve “vayy be, bak beni falanca gün ne sevindirmiş” diye yeniden seviniyorsunuz. O minicik sevinçler kocaman bir şeyin tuğlaları oluyor. Mutluluk denilen şey sevinilen anlardan ibaret değil mi zaten. Sonuçta Neşe’den ilhamla ben de 2021 senesinde bir yığın renkli kâğıdın sahibi olarak sevinçlerimin farkına vardım. 2022 için de aynı taktiği sürdüreceğim. Böylece 2020 benim için daha mutlu bir yıl olacak.
Hep birilerinin ajitasyonu ve propagandası ile mi gidecek bu makine? Kendi gazımızı kendimiz de üretebiliyoruz işte. 2022 için siz ister hedefinizi buzdolabınıza yazın yapıştırın, ister gardırobunuzun iç kapağına. İster anahtarlığınızda sallandırın, ister en çok kullandığınız çekmecenin içine koyun. Ne yapın edin hedeflediklerinizi kendi gözünüze görünür kılın.
Hep söylüyorum gene söyleyeceğim: Beyin aptal bir makinedir. Sadece tekrarlananı öğrenir. Amacınızı öğrensin ve gerçekleştirsin istiyorsanız beyninize tekrarlayarak ne istediğinizi iyice öğretin. O amacınıza doğru yürürken yolda kaybolmamak için kendinize göze görünür tabelalar hazırlayın. Bu taktiğin işe yaradığına ben şahidim, sizi de şahit tuttum işte. O nedenle adet olduğu üzere size dileklerinizin gerçekleşeceği bir sene dilemeyeceğim. Dilek dilemekle bir şeyin olduğu yok, olanlar biz yaptığımız için oluyor çünkü.
Hadi bu sene isteklerimizi gerçek yapalım.