Hasan Erçakıca
Amerika Birleşik Devletleri’nin Katar gazını Avrupa’ya ulaştırma çabası bölgeyi yeniden “karıştıracağa” benziyor. Kuzey Akım-2 konusunda Merkel hükümeti ile uyum sağlayamayan ABD, yeni Alman hükümeti ile işi pişirdi. “Rus gazından vazgeçin, yerine Katar gazı verelim” teklifi ABD-AB ittifakının yeni çerçevesini oluşturacak gibi görünüyor.
Bu çabanın bölgemize yansıması oldukça ilginç gelişmelere neden oluyor. İsrail Cumhurbaşkanı Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret ediyor. İsrail-BAE yakınlaşması zaten biliniyordu da Cumhurbaşkanı Hertzog’un yakında Türkiye’ye gelmesi oldukça enteresan olacak. Türkiye ile Rusya, çekingen bir şekilde de olsa Ukrayna sorununda karşı saflarda cepheleşiyorlar. Yakında Sisi ile Erdoğan’ı aynı karede görürsek şaşmayacağız.
Bütün bu gelişmeler ABD’nin Rusya’nın gaz satarak zenginleşmesini ve silahlanma faaliyetlerini sürdürmesini önleme amacından kaynaklanıyor. Ama bu defaki “karışıklık”, kanlı sonuçlara neden olmak yerine, yeni iş birliklerinin önünü açacak gibi görünüyor ve içimizi ferahlatarak daha iyi bir gelecek için umutlanmamıza bile neden oluyor.
Yeni arayışlar Kıbrıs’a da yansıyacak
Bölgemizdeki bu gelişmeler, Türk dış politikası kadar onun ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs sorununu da etkilemeye başladı.
Doğu Akdeniz’de henüz tam olarak keşfedilmemiş doğal gazı Avrupa’ya taşıyacağı düşünülen Eastmed Boru Hattı Projesi, ABD’nin desteğini çekmesi ile birlikte çöktü. Bu durum, Rum tarafında büyük bir soğukkanlılıkla ele alınıyor gibi görünse de yaşanan hayal kırıklığını tahmin etmek hiç de zor değil.
Kıbrıslı Rum lider Anastasiadis ise, Kapalı Maraş’ın Rumlara iadesi ve bunun karşılığında Ercan Havaalanı’nın uluslararası uçuşlara açılması önerisini ciddiyetle ileri götürmeye ve Türk tarafına karşı elde ettiği moral üstünlüğü böylece sürdürmeye çalışıyor. Salı günü Kıbrıslı Rum lider Anastasiadis ve KKTC Cumhurbaşkanı Tatar ile görüşen Birleşmiş Milletler Temsilcisi Colin Stewart’ın “iki toplumun iş birliğini artıracak her türlü önlemin BM tarafından memnunlukla karşılanacağını” ve BM Güvenlik Konseyi’nin güven yaratıcı önlemleri desteklediğini açıklaması da Anastasiadis’in işini kolaylaştırıyor.
Türk tarafı neyin peşine düşecek?
Anastasiadis, önerisinin daha kapsamlı bir şeklini Mart ayındaki AB Konseyi toplantısında açıklayacakmış… İşte o zaman Türk tarafı daha doyurucu bir yanıt vermek zorunda kalacaktır.
Şimdiki durumda Türk tarafı, “egemenlik” taleplerinden vazgeçmiş görünmüyor. Tatar, her konuşmasında, “ayrı egemenlik hakkının” kabulünü talep ediyor ve gerek müzakerelerin yeniden başlamasını, gerekse işbirliği olanaklarının ileri götürülmesini bu koşula bağlıyor.
Bütün bunlar yeni fırsatlar içeriyor tabii… BAE ile barışmak, Ukrayna’da Rusya’nın karşısında durmak ve İsrail ile ilişkileri süratli bir şekilde tamir etmek gerek ekonomik sorunları çözümlemek, gerekse dış politikadaki tıkanıklıklarını aşmak için oldukça işe yarayacak sanırım. Geriye biraz da olsa “demokratikleşmek” kalacak! Bu durumda Kıbrıs sorununa çözüm arama veya ilişkileri yumuşatma çabalarına destek olmak da kaçınılmaz olacak ve Maraş’a karşılık Ercan formülü daha ciddi bir şekilde ele alınacak.
Ama yine de bir sorum var: Türkiye, bölgemizde meydana gelen gelişmeleri Türk halkının ve Kıbrıslı Türklerin refahını artırmak için değerlendirmek isteyecek mi; istemeyecek mi? Yoksa bütün bu olanaklar, Türkiye’deki mevcut iktidarın 2023 seçimlerinden başarı ile çıkması için heba mı edilecek?
Ve bir soru daha: Türk halkı, mevcut iktidarın bu olanakları kullanamadığını değerlendirmek yerine yoksullaşmasını “dış güçlerin saldırısı” olarak algılayıp buna karşı sürdürülen “yeni kurtuluş savaşına” destek vermeyi mi tercih edecek?