Daha önce da yazdım, kendimize göre rotalar belirleyip turlarla grup halinde gezme yerine bireysel gezmeyi daha çok seviyoruz.
Turla gittiğiniz zaman bağımsız olamıyor, birçok konuda rehbere bağımlı oluyorsunuz. Bunun yerine istediğimiz yerde istediğimiz kadar gezip dolaşmayı, istediğimiz mekanda yeme içmeyi daha çok tercih ediyoruz. Fırsat buldukça da mevsim şartlarına göre güzergahlar belirleyip düşüyoruz yollara… Ne de olsa “Seyahat ya Resulallah” diyen Evliya Çelebi”nin torunlarıyız.
Mayıs ayının başında rotamızı önce Tatvan-Ahlat, daha sonra Diyarbakır-Mardin-Şanlıurfa olarak belirleyip Ankara’dan Tatvan’a Van Gölü Ekspresi ile yaklaşık 28 saat süren yolculuğumuza başladık. Bu yazının içeriği sadece Tatvan-Ahlat gezi notları şeklinde olacak. Geçen yıl da gittiğimiz Diyarbakır ve Mardinle ilgili gezi notlarını daha önce yazmıştım, linklerini bu yazının sonunda bulabilirsiniz.
Tren yolculuğu tutkusu gerçekten çok başka, eğer bir kez uzun hat tren yolculuğu yaptıysanız bağımlısı olma durumunuz çok fazla… Özellikle yataklı vagonda zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamıyorsunuz. Zaten son yıllarda Kars’a giden Doğu Ekspresi popüler olunca demiryolları, Diyarbakır’a giden turistik Diyarbakır Ekspresi ve Tatvan’a giden turistik Van Gölü Ekspresi’ni belirli dönemler için hizmete sundu.
Ankara Gar’ında saat 11.20’de başlayan Tatvan yolculuğumuz ertesi gün yaklaşık saat 16.00 dolaylarında bitti. Belki bazılarına çok sıkıcı ve uzun gelebilir ama inanılmaz manzaralarda ve müthiş bir coğrafyada rüya gibi bir yolculuk yaparken keyif almamak mümkün değil. Özellikle tren yolculuğunu seviyorsanız. Karayolu ile görme şansınız olmayan yerlerden geçerken de gördüklerinize hayranlık duymamak imkansız…
Bazen bir baraj gölünün üzerinde sadece trenler için yapılmış bir köprüden, bazen dağların doruklarında ardı ardına açılmış sayısız tünellerden geçiyor, en ücra köylerden geçerken köyün çocukları ile karşılıklı el sallıyorsunuz. Bazen de şırıl şırıl akan bir dere veya bir göl kenarından salına salına süzülürken dağlarda kendi halinde sürülerini otlatan çobanın ya da tarlasında çalışan köylülerin arasından geçiyorsunuz.
Bizim ülkemiz gerçekten çok büyük ve çok güzel. Dört mevsimin aynı anda yaşandığı, sayısız nimetleri olan müthiş bir ülke. Ne yazık ki değerini bilemiyoruz. Mayıs başı bahar başlangıcı nedeniyle penceremizden gördüğümüz her yer yemyeşil, doğa canlanmış… Tek üzücü nokta çok küçük kasabalarda bile göğü delercesine yükselen beton yığınları ve boş bırakılmış verimli ovalar, tarlalar… Hadi büyük kentlerde arsa yokluğu nedeniyle gökdelenler yapılıyor anladık da 3-5 bin nüfuslu ilçelerde o kadar arsa varken denen 10-15 katlı binalar yapılır anlamak mümkün değil.
Çoğunlukla Van’a bağlı sanılan Tatvan, Bitlis iline bağlı ve Bitlis’ten daha fazla nüfusa sahip Van Gölü’nün batı tarafında yer alan şirin bir ilçe. Tatvan adının nereden geldiği bilinmemekle birlikte Evliya Çelebi, Rahova (Rahva) Ovası’ndan doğuya doğru üç saat yürüdükten sonra Taht-ı Van kalesine ulaşıldığını ve buraya yöre halkının Tatvan adını verdiklerini anlatır.
Tatvan’ın Van Gölü sahili bölge halkı ve gelen ziyaretçilerin en önemli uğrak noktası. Sahilde açılan kafelerde geceleri canlı müzik de yapılıyor. Ancak Tatvan’ın bir kısım atık suyu Van Gölü’ne dökülüyor. Lağım suyunun aktığı yerde pis kokudan geçilmiyor. Bunun nedenini sorduğumuzda yapımına 4-5 yıl önce başlanılan arıtma sisteminin tam kapasitesiyle çalışmadığı cevabını aldık. Tatvanlılar da bu durumdan bir hayli rahatsız.
Tatvan’ın en işlek ve en büyük caddesi her zaman hareketli çünkü tüm önemli mağaza, işyeri, yeme içme mekanları ve alışveriş yerleri bu cadde üzerinde yer alıyor. Sadece bahar aylarında denk gelebileceğiniz ışkın (aşağıdaki fotoğraf) satıcıları her köşe başında ve çoluk çocuk herkes ışkın alma yarışında. Işkın, her derde deva diye tabir edilen, çok faydalı ve çiğ çiğ yenen pırasa sapına benzeyen ekşimsi bir bitki… Bu bölgenin karakteristik ürünlerinden olan ışkın halk tarafından çok fazla tüketiliyor ve hatta kilo kilo alınıp uzak yerlerdeki akrabalarına gönderiliyor.
Bölgenin en önemli uğrak ve geçiş yerlerinden olan Tatvan’dan her sabah Van’a giden feribotları izleyebilir, akşamları Van Gölü sahilinden güneşin batışı sırasındaki enfes görüntüleri fotoğraflayabilirsiniz. Tabii buraya kadar gelmişken büryan, içli köfte ve ciğer kebap gibi lezzetlerin tadına bakmadan dönmek olmaz.
Bölge halkının “deniz” diye nitelendirdiği Van Gölü, Türkiye’nin en büyük iki feribotu olan Sultan Alparslan ve İdris-i Bitlisi feribotlarına ev sahipliği yapıyor.
Tatvan sahillerine kadar gelen Van Gölü Ekspresi, bu feribotlar vasıtasıyla Van İskelesi’ne kadar taşınıyor. Oradan da ver elini İran’a. Bu feribotlar vagonla birlikte araç, yük ve insan yolcu taşımacılığını da gerçekleştiriyor
Tatvan’da en çok görmek istediğimiz yerlerden biri de Nemrut krater gölüydü ancak çıkış yolunun karlı/buzlu olması nedeniyle bu isteğimizi gerçekleştiremedik. Neyse en azından bir daha buralara gelmek için bir bahanemiz oldu.
Tatvan’a kadar gelmişken komşu ilçe Ahlat’a gitmemek olmazdı. Yine Evliya Çelebi’nin “Oğuz Taifesi Şehri” diye anlattığı Ahlat, Selçuklular döneminde “Kubbet-ül İslam” olarak adlandırılmış. Tam bir açık hava müzesi görünümünde olan Ahlat, Bitlis iline bağlı ve Tatvan’a yaklaşık yarım saat mesafede… Her saat başı çarşıdan kalkan minibüslerle iki ilçe arasında gidip gelebilirsiniz.
Ahlat gerçekten görülmesi gereken her sokağı, her köşesi buram buram tarih kokan Van Gölü kıyısında küçük ama şirin bir ilçe. Mevsim nedeniyle hem Tatvan hem de Ahlat’ta her yer bembeyaz ama kardan değil, yeni açan vişne ve kiraz ağaçları kelimenin tam anlamıyla gelinlik giymiş gibi her yeri süslemiş.
Ahlat deyince akla ilk olarak Selçuklu Meydan Mezarlığı ve kümbetler geliyor. Bölgeye damgasını vuran Selçuklar ve öncesi-sonrası kurulan beylikler döneminden kalma çok sayıda eser var. İlk olarak Ahlat’ın girişinde yer alan Ulu Kümbet ve Meydan Mezarlığı’nı gezdik. Ahlat’ın her köşesinde birbirine benzeyen çok sayıda kümbet görebilirsiniz.
Ahlat kümbetleri genel olarak iki katlı, alt kat tonozla örtülmüş mezar odası, üst kat dua ve ibadet odası olarak düzenlenmiş. Silindirik ve çokgen planlı gövdenin üzeri konik veya piramidal külah ile örtülmüş olup Selçuklu, İlhanlı, Karakoyunlu ve Akkoyunlu dönemlerinden kalma eserler. Emir Bayındır Kümbeti, Ulu Kümbet, Çifte Kümbetler, Emir Ali Kümbeti, Anonim Kümbet, Hasan padişah Kümbeti başta olmak üzere ilçede 20’nin üzerinde kümbet olduğu biliniyor. Öyle ki özel mülk olan evlerin bahçesinde bile kümbetler var.
Çok geniş bir alana yayılan ve yaklaşık 9000 mezarın bulunduğu Selçuklu Meydan mezarlığı boyutları, süslemeleri ve yazı stilleri birbirinden farklı mezar taşlarını görebileceğiniz çok büyük bir arkeolojik sit alanı.Meydan mezarlığını gezdikten sonra sıra Emir Bayındır Köprüsü ve Harabe Şehri görmeye geldi. Zaten Ahlat’ta yer alan bu eserlerin çoğu birbirine yakın ve yürüme mesafesinde. En çok görmek istediğimiz yerlerden biri de Harabe şehir denilen mağara evleri idi. Şehir dediysek aklınıza antik kent filan gelmesin. Kayalık bir tepeye oyulmuş odalar şeklinde ve bazen birbirlerine geçişleri bulunan mağara odaları diyebiliriz.
Neolitik çağlardan beri kullanıldığı söylenen mağara evler tarih boyuna çok değişik amaçlarla kullanılmış. Bazen soğuk hava deposu bazen yerleşim bazen de silah deposu olarak kullanılmış. Hatta ibadet amaçlı kullanıldığının da izlerini görmek mümkün. Günümüzde patates deposu olarak da kullanılıyormuş. Ancak son derece bakımsız ve her köşesi pislik içinde. Duvarlarına yazılan yazılardan tutun da tuvalet olarak kullanılmasına kadar her kötülüğü yapmışız.
Harabe şehirden sonra ilçenin farklı yerlerinde bulunan yukarıda adı geçen kümbetleri birer birer gezerek son uğrak yerimiz olan Osmanlı kalesini görmek için yola koyulduk. Bu arada kümbetlerin içinde bize en ilginç geleni Keşiş Kümbeti oldu. Tabelada adını görünce tabii ki hikayesini de merak ettik. Hikayesi şöyleymiş;
“XII. yüzyıl ortalarında, Ahlat Şahı 2. Sökmen döneminde Ahlat-Şahlar memleketinde yaşayan, iyiliksever, yetimleri gözeten Avet adında bir papaz bulunuyormuş. Şöhreti her tarafa yayılan bu papaz Ahlat’a geldiğinde Ahlat Şahı 2. Sökmen, papaz Avet’i törenle karşılamış.Fakat Avet’in şöhretini ve Ahlat Şahı 2. Sökmen tarafından itibar görmesini bazı papazlar çekemeyerek ona iftira etmişler.Bu iftira yüzünden papaz Avet taşlanarak öldürülmüş. Daha sonra olayın iftira olduğu, papaz Avet’in suçsuz ve haksız yere öldürüldüğü anlaşılınca 2. Sökmen Avet’e hürmeten onun anısına bu kümbeti inşa ettirmiş.”
Yapımına Yavuz Sultan Selim döneminde başlayan ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde bitirilen Ahlat Osmanlı kalesi Van gölü kıyısında yer alıyor. Kale içinde 2 cami, bir hamam kalıntısı ve kale surlarını görmek mümkün. Mimar Sinan tarafından yapılan kaleyi görmek için Van Gölü manzaralı, birkaç yıl önce açılan Ahlat Cumhurbaşkanlığı Köşkü önünden geçiyorsunuz. Çevresinde sıkı güvenlik önlemlerinin alındığı köşkü ancak uzaktan görebildik.
Ahlat dönüşü turumuzu tamamladıktan sonra rotamızı Diyarbakır’a çevirerek 4-5 saat süren bir otobüs yolculuğu ile Tatvan-Bitlis üzerinden Batman’ı ve yol üzerindeki yerleşim yerlerini izleyerek Diyarbakır’a geldik. Bu güzergahta bizi en çok şaşırtan ve üzen yüksek katlı sevimsiz binalardaki artış oldu.
Sonuç olarak özellikle Ahlat her köşesi tarih kokan ve kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Olur da yolunuz düşerse mutlaka gelin görün derim. Ayrıca Van başta olmak üzere Van Gölü havzasına yeni bir rota çizmek gerektiğini de öğrendik. Çünkü bölgede gezilip görülmesi gereken çok fazla yer var.
Bölgenin çoğu yerinde henüz turizm gelişmiş değil. Tur firmalarının belirlediği noktalarda hareketlilik daha fazla. Ancak bireysel olarak da gelebilirsiniz hiç çekinmeyin. Zaten yabancı olduğunuzu anladıkları an herkes size yardımcı olmak için elinden geleni yapıyor.
Yeni rotalarda ve gezi notlarında buluşmak üzere…
Not: Manşetteki büyük fotoğraf: Orçun Dalarslan. Diğer fotoğraflar yazara aittir.
İlgili yazılar: