-Konnichi wa!
Sana da “merhaba” tatlı kız…
Çekik gözleri, süt gibi bembeyaz pürüzsüz cildi, örgülü upuzun koyu renkli saçları ve üzerindeki uzun entarisi ile çıtı pıtı bir genç kız siparişlerimizi almak için yanımıza geldi. Ne işin var ki senin burada? Genç kızın bir kimonosu bir de saçında kiraz ağacının çiçeği eksik.
Baş öne eğik, nedense mahcup havalarında. Ellerini de önde birleştir, ayakların da 34 numaraysa, buyurun size tam bir Japon. Sen bırak mis gibi nigirileri, temakileri, suşileri taaa Japonyalardan Eskişehir’e gel ve çibörekçide çalış! Olacak iş mi bu? Olacak iş değil tabii ki, çünkü hanım kızımız Japon’dan gelmiş filan değildi. “Her çekik gözlü Japon olmuyor Buket Hanım. Hanım kızımız belli ki Kırım Tatarı.”
Nezaketten mi bilemem ama pek bir çekingen duruyordu, nerdeyse hiç gülümsemeyerek sordu “üçlü mü olsun beşli mi?” Bana sorulacak soru mu bu? “Koskoca” ben bir porsiyondaki beş çiböreği yiyemeyecek gibi mi duruyorum? O kadar kırılgan duruyordu ki tersleyemedim bile sadece “Standart porsiyonda kaç tane varsa o kadar olsun.” diyebildim.
Neyse ki beş adetmiş standart. Genç kız istifini bozmadı “Büyük mü olsun, küçük mü?” Hoppalaa çiböreğin büyüğü küçüğü mü olurmuş? Olurmuş işte. Takılmış plak gibi benden yine aynı cevap çıktı “Standart ne ise o olsun.” Standardı da büyük olanıymış. “Oh oh, iyi bari doyacak karnım.”
Eskişehir’in eski adıyla Tatar mahallesinde şimdiki Mamure mahallesindeki “Kırım Tatar Çibörek Evi”nde oturmuş heyecanla çiböreklerimi beklerken masadaki kocaman puntolarla yazılmış bir yazı dikkatimi çekti. Dikkat çekme lafı hafif kaldı, görmemek için kör olmak gerekiyordu, adamın gözüne sokmuşlar resmen. “Çiğbörek değil Çibörek!” Belli ki çok rahatsız oluyorlar bu doğru sandığımız yanlıştan. Şibörek de dermiş Kırımlılar. Orijinali Çirbörek; “r” düşmüş bizim Türkçede. Tatar Türkçesinde “çi” “yağ” demekmiş. Böylece yağda pişen börek “Çibörek” ortaya çıkıvermiş. Bunca zamandır “memleketimizin çiböreği ünlüdür.” diye övüne övüne dolaşan Eskişehirlileri imrenerek dinlerdim. Meğer çibörek Eskişehir mutfağının filan değilmiş, artık yemezler!
Çibörek Kırım Türklerinin göçü ile gelmiş Türkiye’ye ve Balkanlar’a. Bu hamur kızartma işinde eski Sovyet ülkeleri çok başarılı. Hele ki Gürcüler, Özbekler, Türkmenler… Mesela pişi: Bugüne kadar o coğrafyadan gelip de pişiyi bilmeyen görmedim. Türkçe bilmeseler de “pişi” deyince akan sular durdu hep. Bizim mutfağa da yine göç yoluyla oralardan gelmiş olmalı.
Neyse bizim ünlü büyük boy, beşli çibörekler beş dakikada geldi masamıza gelmesine de bunlar avucumun içi kadarlar. Nerede İstanbul’da yediğimiz tabaktan taşan, masanın yarısını kaplayan çibörekler.
Ağzıma atınca iş değişti tabii. Tanesi avuç büyüklüğünde olunca çatal bıçak kullanmadan, öylece ağzınıza tıkıştırabiliyorsunuz bir adedini. 180 derecelik kızgın yağdan sadece on saniye önce çıkartılıp masamıza getirilen çibörekleri ağza atınca dil damak azıcık haşlanıyor haliyle ama sorun değil bir iki güne kalmaz geçiyor acısı!
Bir de içindeki kıymalı malzemenin suyunun akma hali var ama olsun, iş görüşmesinden önce yiyecekseniz önlük filan takıp önleminizi alabilirsiniz nasılsa. Lezzet on numara, beş yıldız! Üstüne de ayran içtiniz mi; oh mis!
Çiböreklerin gelmesi beş dakika, yemesi üç dakika, hesabı da iki dakikada ödeyince on dakikada bitti bizim yemek faslımız. Trenle döneceğiz, hayli vaktimiz de var dedik ki başka bir yerde çay, kahve içelim.
Arabaya atladık gidiyoruz. “Varuna Gezgin Kafe” diye bir yerin önünden geçerken benim yol arkadaşım heyecanla bağırmaya başladı; “Duralımmm! Ben bunları takip ediyorum, dünyayı geziyor Varuna gezginleri, hostellerde kalıyorlar, kafede değişik yemekler de var”. “Dünya, gezmek ve yemek” kelimelerinin hepsini bir arada kullanınca ben de heyecanlandım tabii.
E biz de yay burcu insanıyız, olacak o kadar, neredeyse araba durmadan atlayacaktım Varuna Gezgin Kafe’ye gitmek için. Hemen girdik içeri. “Abovvvv, bu ne yahu, her yer kitap kaplı.
Kütüphaneye mi geldik kafeye mi?” Kafayı bir kaldırdım tavan onlarca bayrakla kaplı, bayraklar bitiyor tepsiler başlıyor, tepsiler bitiyor, dünyanın çeşitli yerlerinden aldıkları (bazılarını yürütmüş de olabilirler) sokak tabelaları başlıyor. Sanki müze geziyorum, bir duvarda antika radyolar, diğerinde antika tartılar, elimde fotoğraf makinası, turist Ömer gibi dolaşıyorum kafenin içinde. Çay kahveyi unuttuk valla, neredeyse tuvalete kadar çektik her şeyi. Kurucusu Murat Fıçıcı Boğaziçi matematik mezunu, aslında matematik öğretmeniymiş. Eskişehirli bir arkadaş yaşı 50’lerde demişti, internete baktım Boğaziçi’ne 90’da girmiş, o halde 40’larda olmalı. Aman neyse ne, 40-50’lerinde gencecik bir adam işte. Ben 40 küsür gencecik bir kadın olduğuma göre, 60’a kadar herkes de genç oluyor.
Bu böyle bilinsin lütfen, konuyu tartışıp üzmeyin beni.
Neyse, Murat Fıçıcı yıllardan beri sırt çantası ile dünyayı gezerken topladığı antika, bilgi ve kültürü paylaşmak için 2004 yılında bu kafeyi açmış. Sadece kendini değil 13 yılda 240’dan fazla personelini de gezdirmiş. Acaba başvursam beni de işe alır mı? Bu genç adam sadece Türk gençlerinin gezerek öğrenmesini sağlamıyor, aynı zamanda Ankara, Eskişehir ve İzmir’e gelen sırt çantalı turistleri de ücretsiz ağırlıyormuş. Bir çeşit kültür ataşesi mi ne? 13 yılda 140’dan fazla ülke gezmişler, hey maşallah! Bu arada 1000’i aşkın üniversite talebesiyle de seyahatlere çıkmış. Varuna gezginlerin en önemli özelliği bu seyahatleri olabildiğince ucuza mal etmek. Gecesi 1 dolara hostellerde kalıp, sırt çantası ile dünyayı geziyorlarmış. Ay yok, bu böyle olmayacak, ben de takılacağım peşlerine. Murat Fıçıcı bir röportajında “gençler okumayı sevmiyor, ben de onları gezdirerek öğretiyorum” demiş. Helal valla! Eskişehir’deki kafenin duvarına kocaman ” Yol öğretir!” diye yazmış, pek hoşuma gitti. “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? ” tartışmasını Murat Fıçıcı tarafında “çok gezen” kazanmış gibi duruyor, gerçi bir dünya da kitabı var. Ay bilemedim valla!
Bu Varuna gezginlerinin kafesi sadece Eskişehir’de değil İzmir, Ankara hatta İstanbul’da bile varmış. Gezmeyi seven biriyseniz hayrına gidip bir kahve ya da Belçika birası için, dekorasyonda kullandığı antikaları, hediyelik eşyaları, kitapları inceleyin lütfen. Bir de internet sitesi VAR Site dünyayı gezmek isteyenler için değerli bilgiler içeriyor ama yine de çok takılmayın oraya, siz siz olun sadece “Medya Günlüğü” nü takip edin yeter, ehehehe!
Sevgiyle kalın,