Bu yazım Medya Günlüğü’nde ilk olarak 22 Aralık 2015 tarihinde yayınlanmıştır.
***
Başta muhalefet partileri olmak üzere, birçok köşe yazarı ve halkın önemli bir bölümü, AKP’nin 2003 yılından beri aralıksız olarak iktidarda olduğunu zannediyorlar. Bundan daha vahimi; AKP’nin politikaları sonucunda yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, bu partinin hala nasıl olup da iktidarını sürdürdüğüne hayret ediyorlar. Konuya bilimsel açıdan yaklaşma çabasında olan ve Türkiye’ye yabancılaşmış bazı akademisyenler ise, bu konuda sonuçsuz kalan çeşitli araştırmalara imza atıyor.
Gelin, öncelikle bazı tespitler yapalım:
7 Haziran seçimlerinde, halkımız AKP’ye “dur, yeter artık” dedi. Seçim sonuçları AKP’yi resmen iktidardan düşürdü. AKP hem oy, hem de TBMM’deki yeterlilik sayısını kaybetti.
Eğer, AKP dışında bir hükümet kurulabilmiş olsaydı, bugün belki de AKP yöneticilerinin çoğu yargı karşısında hesap veriyor olacaktı. Hükümet, başta hukuk alanı olmak üzere bir dizi reforma imza atıyor olacaktı. Bugün terör ya da Kürt sorunu, büyük bir ihtimalle bu kadar yakıcı olmayabilirdi. Dış politikada tehlikeli sularda yüzmüyor olabilirdik. Dış politikada macera arayışlarına son vermiş, daha sorumlu ve dikkatli adımlar atan bir ülke konumunda olabilirdik. Çok büyük bir ihtimalle, 17 saniyelik hava ihlali nedeniyle Rus uçağını düşürmeyerek, stratejik ortaklık ölçüsünde sayılabilecek ekonomik ve ticari ilişkilerimize zarar verme pahasına, kendi ayağımıza kurşun sıkmayacaktık.
7 Haziran – 1 Kasım arasındaki dönemi TBMM’de çoğunluğu bulunmayan AKP yönetiminde değil de, “geçici” hükümetlerle geçirdik. Tüm partilerce bilinçli olarak uygulanan bu politikayla çok sayıda şehit verdik. Kitlesel terör eylemlerine şahit olduk. Şükürler olsun ki bu dönem sadece 5 ay sürdü. Ne yazık ki, yaşadığımız acılar geride kalmayarak, bugüne ışık tutacak izler bıraktı.
7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinden önce ağırlıklı olarak iç politika mülahazalarıyla, “AKP bölünecek mi?”, “Abdullah Gül ne yapacak?“, “Koalisyon nasıl kurulacak?” gibi sorularla meşgul olduk. Hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesi, barış süreci, paralel yapı operasyonları, ekonomik kriz beklentisi, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları gibi konular üzerinden AKP’nin bölünebileceği beklentisine girildi. Ancak, beklentiler gerçekleşmedi. Nasıl olduysa oldu, 1 Kasım seçimlerinden AKP yine zaferle çıktı. Bu, AKP’nin ikinci döneminin başladığı tarihtir.
İçerisinde bulunduğumuz bu yeni dönem ile 7 Haziran öncesi dönemini, AKP’nin kendisi de dahil olmak üzere, artık farklı verilerle ve farklı tanımlarla değerlendirmemiz gerekiyor. Söylemek istediğim şey; artık ne Türkiye 7 Haziran seçimlerinden önceki Türkiye, ne AKP 7 Haziran seçimlerinden önceki AKP, ne de HDP ve MHP 7 Haziran seçimlerinden önceki HDP ve MHP’dir. Aynı kalan, her zaman olduğu gibi CHP ve CHP’nin başarıyla politikadan uzak tutmayı başardığı % 25.
Bugün iktidardaki parti, aynı gün içerisinde aynı konuda 180 derece zıt söylemler ve eylemlerde bulunabiliyor. Çoğu kişi bunu tutarsızlık olarak değerlendirirken, AKP tek bir seçeneğe mahkum olmayarak, çelişkiliymiş gibi görünse de rahatlıkla farklı adımlar atabiliyor. İşin garip tarafı; bu sayede, anketlerde oy oranı da artırabiliyor.
Dikkat edilirse AKP bugün, CHP’nin 7 Haziran seçimleri için yaptığı vaatlerin önemli bir bölümünü tereddütsüz olarak yerine getiriyor. Bugün iktidardaki partinin “barış süreci” gibi bir söylemi yok. Bugün iktidardaki parti neredeyse paralel ile mücadeleyi tamamlamak üzere. Bugün iç politik gelişmeler üzerinden AKP’ye yönelik muhalif ses yok denecek düzeye inmiş durumda. Siyasal ve toplumsal ilgi önemli ölçüde dış politikaya, terör ya da Kürt sorununa odaklanmış durumda. Bugün herkes, yukarıda saydığım iç politika mülahazalarıyla değil de, Türkiye’nin dış politikada yaşadığı kriz nedeniyle, bu filmin nerede biteceğine yönelik kafa yoruyor. Kısacası, 7 Haziran öncesi Türkiye’sinin gündemi ile bugünkü gündem arasında çok büyük farklar görüyoruz.
Bugün sorulması gereken temel sorular şunlar:
AKP bu işi selametle nereye kadar ve nasıl götürecek? 4 yıl sonra yapılacak seçimlere sağ salim ulaşabilecek miyiz? Ulaşabilirsek ne olabilir, nasıl bir sonuç çıkağını öngörüyorsunuz? Bir tahmin yapabiliyor musunuz ya da geleceğe dair bir ümit taşıyor musunuz? Yoksa siz de “AKP seçimle gitmez” diyenlerden misiniz? Davutoğlu’nun hazmetme kapasitesinin sınırı olup olmadığını merak ediyor musunuz? Benim ya da sizlerin bugün taşıdığı endişeleri taşıyan AKP milletvekilleri var mıdır ya da yakın gelecekte ortaya çıkacaklar mıdır?
Bu cevapları bilemem ama eğer bu endişeler de önümüzdeki süreçte AKP’yi bölüp TBMM içerisinde yeni bir hükümetin ortaya çıkmasına yol açmazsa, Türkiye’nin önünde geriye sadece iki seçenek kalıyor.
Bunlardan birincisi; dış faktörler neticesinde (dış güçler demiyorum), hatta sıcak savaş ya da sıcak savaşa yol açacak gelişmeler neticesinde, AKP’nin iktidarı bırakmak zorunda kalmasıdır. Türkiye’nin olağanüstü şartlar döneminde, “geçici ve milli” hükümetlerle yönetilmesidir.
İkinci seçenek ise “benim, daha doğrusu bizim sorunumuz değil diyerek”, çocuklarımızın ya da daha büyük olasılıkla torunlarımızın, AKP iktidarından nasıl kurtulabileceklerini tartıştıkları siyasi bir ortamın beklenmesidir. AKP iktidarının sonsuza kadar devam etmesi, ne yazık ki benim için büyük bir sürpriz olmayacaktır.