Erdal Çolak
İnsan nedir? Gerçekten de bu soru üzerinde ilk çağlardan beri düşünülmüş. Hem bir tür, etnik varlığı olan hem de tekil insan olarak tüm zamanların en can alıcı sorularından birisidir bu. Herkes kendi yargısı, düşüncesi doğrusunda çeşitli cevaplar vermeye çalışmış.
Dünya denen gezegende varlığını ontolojik olarak sorgulaması gereken ve bunu hâlâ yapabilen yegane canlı türü diye biliyoruz. İnsan biyopsikososyal bir canlı. Bilimsel çevreler kendi bakış açıları sınıflandırmaya çalışmışsa da, okuduklarımızdan, deneyimlerimizden sorgulayan, hem varlığını hem de yaşama bakış açısını sürekli geliştiren tek canlı türü olarak anlıyoruz insanı.
İnsan ile ilgili sıradan en basit bilgi ise; her canlı gibi doğar yaşar ve ölür. Bütün canlı türleri gibi anatomik bir yapısı vardır, dik yürüyebilen, ellerini kullanabilen, bu ellerle sanat, edebiyat, kültür üreten bir canlı. İnsan diğer canlılardan, hayvanlardan ayıran ürettiği alet, araç ve gereçlerdir. Bu yüzden birçok biyolog insanın hayvandan ayrılıp insanlaştığı bir başlangıçtan bahseder. İşte burada doğanın kurallarına karşı bir çıkış ve aynı zamanda doğayı değiştirme çabası vardır. Belki de canlı türleri arasında temel fizyolojik ihtiyaçları yanında ruhsal ihtiyaçları olan ve doğumdan ölümüne kadar devam eden gereksinimleri ile diğer türlerden farklıdır. Onu diğer canlı türlerinden ayıran zihinsel faaliyetleridir, insan beyninin düşünme, algılama, muhakeme etme, duygu ve davranışla ilgili süreçleri kapsayan etkinlikleri onu var oluşunu anlamasını sağlamıştır. Toplum ya da grup olarak değil ama devlet anlayışı içerisinde hareket eden, devlet kuran holistik bir anlayışa sahiptir. Zaman kavramının içinde diğer canlılar gibi yaşayan öbür taraftan zamanın tutsağı olmuş. Zaman yani hayat tek yönde, geri dönüşümü olmayan bir hızla ilerlerken gerçek olan ise insanın hiçbir zaman daha önceki durumuna ve yaşamına dönemeyeceğidir. İnsan toplumsal bir varlıktır. Bir toplumun içinde doğar, yaşar, onun kültürünü alır ve bir parçası olur.
Bu özünde kadın ve erkek cinsiyetinden meydana gelen, para biriktiren tek canlı!
İnsanın kendine ait kişilik özellikleri, farklı değer yargıları, yetişme biçimi ve problem çözme yöntemleri var. Her insan bir defa doğumu bir defa da ölümü tecrübe eder. Konuşma özelliğine sahip olan insan doğadaki diğer canlılar gibi ortak bir frekansı yakalayamamış, ortak evrensel bir dile sahip değildir. İnsan toplumsal bir yönü olmasıyla birlikte soyut-somut, düşünce yapısına da sahiptir. Öğrenme, merak, kişilik, karakter, mizaç, huy, psikolojik durum, çalışma isteği ya da isteksizliği, olgunlaşma yeteneği, farklı bireysel özellikleri ile kendi türünden de ayrılır. Bana göre en belirleyici olanları kendilik anlayışı, iletişim yeteneği, kararlılık, dışa dönüklük, güvenilirlik, dürüst olma, titizlik, sevme sevilme duygusu, kendini toplumda dahası iç dünyasında değerli-değersiz hissetme, zeka ve anlayıştır. Bu saydığım insan doğasındaki benzerlikler yaşam şartları, bulundukları ortam, çevre ve aldıkları eğitime, insanların öğrenme merakına göre zamanla değişiklik göstermektedir.
Bilimsel literatürdeki “Homo sapiens”, akıllı adam denilse de çok karmaşık bir yapıdan bahsediyoruz İnsan, evrenin tek rasyonel varlığıdır. Birçok felsefeci, düşünür insan için doğrudan böyle net cümleler kurmuş olmasa da herkes kendi açısından yorumlamış. Herkes kendince,d üşünce yapısına göre insanı tek cümle ile ifade etmiş. Konfuçyüs öğrenen, Thales araştıran, Sofistler kazanan, Sokrates sorgulayan, Platon toplumsal olan, Aristo düşünen, Septikler şüpheci, Stoikler her şeye alışan, Heraklitos tartışan, Augustinüs var olma, bilme ve isteme olguları olan, John Locke deneyen, John Dewey çıkarını düşünen, İmmanuel Kant eleştiren, Descartes konuştuklarını düşünen, Hegel sistemli, Arthur Schopenhauer doğa ötesi, Albert Camus itiraz eden, Karl Popper yalanlayan, Thomas Khunn teori kuran, Karl Marx mücadeleci, Heidegger sıkılan, Eric Fromm seven, Henrik Bergson araç yapan, Osho kendini bulmaya çalışan yolculuğa çıkmış özgür ruh, Thomas Hobbes insan insanın kurdu derken, Nietzsche son noktayı koyarak insan düpedüz bir hayvandır demiş. İbn Sînâ beden ve ruhun birleşmesi, Gazal tutarsız, El Kindi küçük âlem, Farabi düşünen ölümlü, İbn Rüşd de kendi felsefesi dairesinde insanı fizik ile metafizik arasında biricik, İbn Arabi insan en mükemmel bir varlık demiş.
İnsanın doğa ile olan ilişkisinde evrimleşen duygu (libido), hayvani arzulardan cinsi istek ve eğilimleri bulunan bir varlık. Sigmund Freud zihnin üç temel kavramdan oluştuğunu düşünüp sırasıyla id (alt bilinç), ego (benlik) ve süperego (üst benlik) kavramlarıyla ifade etmiş. Carl Jung’a göre ise modern insan aşırı dışa dönük ve düşünme odaklı tipolojik yapısıyla mekanik ve bilinçdışından kopuk yaşayan bir canlıydı. Bana göre ise insan bir beden olmakla birlikte bir yanıyla yalnızca ruh. Bu haliyle insan sonsuzluk ile hiçlik arasındaki varlıktır.
Bilimsel çevreler de kendilerince insanı ele almışlar. Psikoloji hasta bir ruh halinin davranışlarda olması, sosyoloji toplumun bir üyesi, ekonomide ise üreten işleyen, din ve teolojide ise yaratıcının yarattığı en mükemmel canlı olarak ifade edilmiş. İnsan tıpkı “dört mevsim” gibidir. Gülerken yaza, sevinirken ilkbahara, soğurken kışa, hayalleri yıkılırken sonbahara benzer… derler.
Son olarak insan olmak insanlıktan geçiyor. İnsanlığı içerisinde barındıran başkalarının haklarını gözetir, adil, eşit davranır, vefalı ve duyarlı olur. Ayrıca dürüst duygular, kardeşlik, adalet, sevgi, gibi değerler insana özgü ortak evrensel değerler ile düşüncelerini besler. Dahası fikirlere saygılı, duyarlı, dostluk, dayanışma, yardımlaşma, empati yapabilen, affedebilen, evrensel düşünen ön yargıları olmayan, doğayı canlıyı seven, okumayı seven insandır… En basit şekli ile buyuz: İnsan.