Erdal Çolak
Öyle unutmuşumuz ki kendimizi, demek bazen unutmanın, unutulmuşluğun bir cazibesi olmalı. “Ben” denen şey bile tutamıyor; sen nasıl tutunacaksın içindeki beni? Belki ruhunda uyanacak rengi bulamadın. Ruhunu sevginle tut ne olur, bedenimi de. Anladım, bir sen varsın, senin için severken, sevilirken, doğrusu eğrisi sen varoluşun yüreğindeki gölgesi, kendinin sen olduğunu bil. İncinmişsin bir yerlerde, insanın bu varoluşu sahte ise umutlar kaldı hayallerde. Göstermedin üzüntünü yalnızlığını, pişmanlığını kimseye küfür edip boş geçen geçmişe. Dedim ya ben üç kişiyim; bir ben, iki içimdeki, bir de sen varsın yüreğimde. Kızmak, bağırmak istiyorum bu hayatın ezmesine, gelmişine geçmişine; sevgiyle bilgiyle düşle her gece kendi kendine varoluşunla birlikte. Yarım kalan hikayelerin, hayal kırıklıklarının, gönül yaralarının, sebebi hiç kimse, sadece BEN…
Düşündükçe sarılıp kaybolmak geçmişte yaşananlara; yol olur, yoldaş olur sonsuzluğun anahtarı bedenine. Boşa geçmiş bir hayatın günleri, ansızın giden yıllar boşa geçti hissine kapılıyor insan. Dün ile bugün ile arasında pek bir fark yoksa, gelen günle giden gün arasında fark kalmadıysa harbiden boşa geçmiş zaman. Hayaller, sözler, umutlar da yorulur benim senin, onun gibi… Nedensiz yüreğinin sustuğu, varoluşuna, kendine çok uzak yerlerdesin… Keşke elinde olsa da, bir sünger alıp bütün okuduklarını, bütün görüp işittiklerini, hissettiklerini silsen, var olmanın okuluna girip büyük bir hiçliğe; gerçekliğin alfabesine başlayabilsen!
Etrafındaki her şey, herkes hep farklı anlamlar çıkarır. Ama bu anlamların, hayatın anlamının neresinde olduğunu, neyin doğru neyin yanlış olduğunu kimse bilemez. Hatta yaşamın ne kadar doğru olup olmadığını bile kimse net bilemez. Hayatına anlam katmak amacıyla bir misyon yüklenmek veya yüklenmiş bir misyonu hayatın anlamı olarak almak, insana yardımcı olan bir şeydir. Yaşam insanın kendisiyle ilgili olumlu fikirlere sahip olmasıdır. Yani psikolojik, biyolojik, fiziksel, zihinsel, toplumsal ilişkilerde, sosyal, kültürel, ekonomik olarak kişinin kendisini iyi hissetmesi demektir. İnsanın, yaşamın anlamını sorgulaması ve yaşadığı süreyi anlamlı hâle getirebilmesi, verdiği yaşam mücadelesi, yaşamını anlamlandırma çabası, onu diğer tüm canlılardan da ayıran bir özelliktir.
Ne diyordu üstat şair Cegerxwîn’in dizelerinde: “Ez xumxuma ava çeman,Ez çerx û govend û sema,Tîn im di nêv kat û lema,Jîn im, hebûn im, tevger im.” Yani “Yaşam ve varoluş; hayat benim, var olanım, hareket edenim. Ben nehirlerin çağlayıp duran suyuyum, halay tutan, sema dönen, haykırırım dağlara taşlara yaşamım varoluşum, hiç ağlama” diyordu sevgili üstat şair Cegerxwîn. İnanın varoluşu ontolojiyi az buçuk felsefe okuduysanız Cegerxwîn’in bu şiiri ile adeta varoluşun anlatan bütün filozofların görüşleri bir şiirde toplanmış. Bu varoluş insan bilincine anlamlı geldiği için olsa gerek, insan var olduğu günden bu yana kendisinin, dünyanın var oluşunu anlamaya çalışmıştır.
Ben şimdi bu şiiri okuyunca hiçbir anlamı mutlak olmayan varoluşun karanlık içinden çıkılmaz gizli dehlizlerin arka bahçelerinde gezinip varoluşun anlamını inşa etmeye çalıştım. İnanın boş bir çabanın ötesinde bir şey değil. Ne kadar değişik bir yola girmiş olup ruhla, bedeni içinde barıştırıp, varoluşu anlamak. Öylesine bir yaşam dayatılıyor ki; insan hayatı dinlemek, konuşmak, söylemek, duymak istedikleri ile duydukları arasında, seyrettiği, baktığı, gördüğü, görmek istedikleri ile gördükleri arasında kalmış. Dahası nesnel dünya ile idealar dünya arasında, hakikat gerçeklik, yaşamak istediği varoluşu arzuladığı hayatla yaşadığı hayat farkında olmadan; yani aslında hayal, gerçek arasında geçip ömür tüketmekte. Kısacası hızla geçen zamanın her saniyesinde biraz daha yok olup giderken, geçmişten uzaklaşıp geleceğe yaklaşırken şimdi arsasında kaybolmuş, sıkışmış bir beden, bir ruh, bir can çekişiyor.
İster istemez insanın düşünerek kendi varoluşunun bilincine vardığı her yerde felsefe oluyor. Varlığın anlamını sorgulayan tek varlık olarak insan bunu yapabiliyor olmasının tek nedeni, kendisinin geçirmiş olduğu var olma süreci. İnsan varoluşçuluğu anlayabilmesi için kaygı, yalnızlık, yabancılaşma, ölüm ve özgürlük gibi olgularla bir düşünce yapısı içerisinde, bir duygu durumuna düşmüş olmalıdır. Felsefi tarihi içerisinde varlığı monist anlayıştan geldiğine inanan gerçekliğin tek bir elementten oluştuğunu varoluşu teklik olarak nitelendirir. Var olmak aynı zamanda sürekli oluş halinde bulunmak manasına geldiğinden, var olan bir ferdin sürekli oluş halinde olması gerekmektedir.
Varoluşu anlatmaya çalışan düşünce tarzı olarak varlığı, var olmak, sonsuzluk, başlangıcı ve sonu olan yani ahlaki beden ile zihin, ruh olduğunu savunan düalist mantıkla dile getirir. Varoluşçu, birçok düşünürün üzerinde önemle durduğu varoluş problemi, anlamını sorgulama ile sorgulamalar arasında gerçekleştirirken, yaşamı anlamlandırırken bireyin kendi seçimlerini kendisinin yapabilmesi gerektiğini belirten idea, fikirdir.
Varoluşçu anlam hakkındaki düşüncelerine değinecek olursak değişmez öz varlık, uzayın ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil ruhsal olarak, anımsama yoluyla kavranabilen, duyularla yalnızca görüngüleri algılanabilen asıl gerçekliktir. İşte böyle idea cinsinden varoluşu ele alanlar idealist; tek şeyin düşünceler ve fikirler olduğunu, maddi dünyanın ise ikincil olduğunu savunur. Burada idea varoluşu bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik veren bir anlayıştır. Nesnel dünyada her şeyin madde cinsinden var olduğunu ele alan felsefeciler materyalist bir düşünce ile varoluşu iddia ederler. Varoluşu dünyayı, insanı ve Tanrı’yı düşüncelerinin temeline koyan, yaratılış merkezli bir ruhani geleneğe sahip spiritüalist düşüncedir.
Son olarak, Osho ne diyor:
“Başkalarının seni çağırması için bir isme, senin kendini çağırman için ‘ben’e gereksinim vardır ama bu sadece bir kurgudur. Eğer kendi içinde derine gidersen, ismin ve ‘ben’in kaybolduğunu görürsün; yalnızca varlık, varoluş ve oluş kalmıştır. Ve bu varlık ayrı değildir, senin veya benim değildir; bu varlık her şeyin varlığıdır. Kayalar, nehirler, dağlar, ağaçlar bunun içindedir. Her şeyi kapsar; hiçbir şey dışında kalmaz. Bütün geçmiş bütün gelecek her şey onun içindedir. İçinde daha derine gittikçe, insanların var olmadığını, bireylerin var olmadığını hissedersin.”
Ben de kısaca varlık varoluş için diyorum ki; işte sen varsın, sende belirecek olan, senin içinde var olan her şey senle var olup senin sende olduğu gibi var olanın sen olduğunu bil. Senin özün ise senin varoluşundadır. Unutma!..