Erdal Çolak
Tarih demek savaş demek. Eğer bir yerde birileri savaş çığırtkanlığı yapıyorsa bilin ki, siyasi iktidarı veya gücü elinde tutan yöneticiler kibre kapılarak abartılı bir gururla başkalarını siyasi, sosyal, ekonomik konularda ezmeye çalışıyordur
Günümüzde bile birçok kişi atalarının geçmişi ile övünüp diğer halklara nasıl hükmettiğini ballandıra ballandıra anlatır. Farkında değillerdir ki her hükmediş, her işgal, her savaş, her zafer milyonlarca insanın ölümüne yol açmış, yaşam haklarını almıştır. Atalarının geçmişi ile övünen insan patates gibidir. Kendisi toprak altındadır, övünen insan ise patatesin yapraklarıdır. Aslında bu tür insanlar övünerek o katliamlara, savaşlara bir nevi ortak olur.
İnsan var olduğu günden beri savaşlar yoktu. İnsanın varoluşundan beri öldürmenin fiziksel ve ahlaki açıdan kötü olduğu bilindiği hâlde neden milyonlarca insan öldürmenin mantıklı ve kabul edilebilir bir açıklaması, haklı bir sebebi varmış gibi konuşuyor. Savaşın hiçbir koşulda savunulacak bir mantığı olamaz; olmamalı da.
Tarih kitaplarına bakın, her savaş stratejisinde kesinlikle olmazsa olmazlar vardır, ordular, halklar ve bu halkların yarattığı kahramanlar. Her ne kadar savaş kahramanlar yaratsa da şunun farkında değiller ki senin kahraman dediğin komutana, lidere savaştığı toplum kendi tarih kitaplarında cani, acımasız bir diktatör diyor. Bir zamanlar Almanlar Hitler’i, İtalyanlar Mussolini’yi, İspanyollar faşist Francisco Franco’yu, Çinliler Mao’yu Portekizler Ouliveira Salazar’ı, Şililer Pinochet’yi… Daha binlercesini sayabilirim kendi halkı tarafından kahraman olarak görülürken ama başka halklar tarafından acımasız diktatör gözüyle bakılanları. Sizce çelişki yok mu? Peki bu insanlarla birlikte hareket eden, onlara destek veren suç ortakları kimlerdi? Uzaylılar değildi sanırım! Bir toplum başka bir topluma hükmediyorsa bilin ki bunun altında acılar, ızdıraplar, ölümler, can almalar vardır. Birileri çıkıp benim atalarım şöyle hükmetti diyorsa bir güç hastalığı insanların acılar yaşamasına sebep oluyor; demektir. Savaş, şiddetin kurumsallaşmış, örgütlü bir biçimidir. Bunun nesi ile övünür insan anlamış değilim… Yok öyle bir mantık! Tolstoy’un hastalıklı bir mantık ile hareket ederek kendisine göre yorumladığı, çoğunun da düştüğü bir hata bu. Tolstoy, “Fransa’nın Rusya’yı kuşatmasını ne Napolyon’un savaşçı ruhu ne de İmparator Aleksander Pavloviç’in yurtseverliği ile açıklayabilirim” diyordu. Sizce Tolstoy burada ne yapmıştır? Devletinin çıkarlarını ön plana atmış, kahramanı kendi halkından, acımasız diktatörü Fransızlardan çıkarmıştır. Yok öyle bir mantık…
Savaşlar tarihin en acı gerçekleridir. Savaşın olduğu yerde etik değerlerin, insani duyguların, ahlakın anlamını yitirdiğini görüyoruz. Evrende gerçekleşen tüm olayların bir neden sonuç ilişkisine dayalı olduğunu savunan determenist yaklaşım insanın savaşma mantığını biyolojik ya da genetik karakteristiklere göre açıklayan basit nedensel yaklaşım olarak görmektedir. Savaşma duygusunun, düşüncesinin altında insanın biyolojik karakteri, yaşadığı, beslendiği sosyokültürel objeler vardır. İnsanlardaki bu bozuk düşünce-davranış şeklini neden sonuç ilişkisini düşünememelerinde arayabiliriz. Psikiyatristler insandaki savaşma iç güdüsünü, savaşın kökenini ölüm içgüdüsünde görüyorlar. Savaşın olduğu yerde ideal saf akıl yoktur. Aklınıza gelebilecek bütün savaşlar, kavgalar, bedene ve onun arzularına uygun hedonist mantığın sonucudur. İnsandaki savaş düşüncesi pratiğe dönüştüğü anda düşüncede olan savaş artık somut gerçeklik olmuştur. Sensüalist duyguların yetersiz kaldığı bir yerde insandaki duyumda dış uyarı, duyguda ise bir iç huzur yoksa, tüm bu düşünsel yetilere, duyarlılığa sahip değilse savaş duygusuna kapılıp savaş naraları atacaktır.
Savaş anlamsal öğeleri birbiriyle bağdaşmayan, mantık kurallarına aykırı olan saçma bir düşüncedir, savaşa evet demek mantıkla bağdaşmayan absürt bir düşüncedir. Varoluşçu mantığın karşısında durur savaş. Varoluşçu mantık için temel amaç savaşa karşı bireyin, toplumun özgürlüğüdür. İlginç olan ampirizme göre insan aklında doğuştan gelen hiçbir bilgi yoktur. Bu görüş bilgimizin kaynağında, yalnızca deneyin bulunduğunu söylüyorsa insanlık tarihini okuyan bu insanlar halen öğrenemediler mi savaşın iyi bir şey olmadığını. Deney yolu, tecrübe ile bir şeyleri öğreniyorsak, savaşmakta ısrar etmek akıl karı değil. Bence bu savaşlarda ısrar eden mantık bir inancı körü körüne savunan, ön yargılı bir insanın zihinsel tavrı olarak düşünüyorum.
İnanın anlamış değilim 6 bin yıllık yazılı tarihe baktığımda, özel mülkiyet dediğimiz mantığın ortaya çıktığı günden beri insanların binlerce savaşta karşı karşıya geldiğini görüyorum Bir yerde okumuştum, insanoğlu bu kısacık bilinen tarih içerisinde yaklaşık 15 bin savaş yapmış. İlginç olan ise aynı zamanda kuşağı oluşturan topluluğun düşünceleri, hissettikleri ve deneyimlerinin yaşayan 200 kuşaktan sadece 10 kuşak savaşla tanışmamış. Bu bize neyi gösteriyor? Tarihin her zaman kanlı sayfalarla acılarla dolu olduğunu. Sadece son yüzyılda 60’a yakın savaş gördü insanlar. İnanın ülkelerin iç çatışmalarını yazmadım bile. Eğer bir gün Fransa’ya yolunuz düşerse Auguste Comte’un Père Lachaise Mezarlığındaki anıtında “İnsanlık yaşayanlardan daha çok ölülerden oluşur” yazdığını göreceksiniz. Gerçekten de öyle, savaşlarda insanlar yaşayanlardan çok öldü ya da öldürüldü .Bu insanlık tarihinin kanlı sayfalarına kanla yazılmış bir gerçeğidir. Kimse “biz bu destanı kanla yazdık” demesin barbarlıktır…
Günümüzde demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük ile adalet gibi değerler, toplumsal, ulusal ve küresel ilişkiler barış üzerinden olmalı ki dünya acıları yaşamasın. Şunu da unutmamak gerekiyor barışın gerçekleşmesi için her iki tarafın iyi niyet taşıması, herkesin barıştan yana olması gerekir. Hodges’un belirttiği gibi “Kurt aynı fikirde kaldıkça koyunun vejetaryenliğin faziletlerinden bahsetmesi bir fayda sağlamaz.” Savaştan sonra devletler yaşanan savaşları hemen unutur. Savaşı yaşayan ülkeler yaralarını ekonomik, siyasi, sosyal yönden sarmaya çalışır. Peki ya o çocuklar, kadınlar ne olacak? Savaşlar bir fabrika gibi acı ve ölüm üretir. Bu ölümler, ağıtlar, fotoğraflar, görseller, şiirler, romanlar, hikayeler savaşı anlatan yazılar yazdırır. Cehennem gibi bir sıcaklığını canilerin yaptığı tablolarda kırmızı, siyah, mor ölü renkler başka şans tanımaz insana…
Üstat Yaşar Kemal ne diyordu, “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır…” Ben de barışa umut olsun diye savaşsız bir dünya için bu şiiri yazdım…
BİR HAYALİM VAR..!
Bir varmışım bir yokmuşum…
Kapatarak gözlerimi, karanlık bir boşlukta kaybolmuşum.
Boşluğun barışın aşk kitabında yorulmuşum.
Bir ölüm maskesi var altında yok olmuşum
Barış gibi üşüyen nice hayallerim var; durulmuşum
Sonsuz bir boşluk hissi
Yüreğimi tutan yok; ne de elimi
Umursamamak çekip gitmek gibi
Hiçbir şeyi, hiç kimseyi
Barış bir sen varsın gözyaşlarıma eşlik edecek biri,
Bilmiyorum nereden esti, bu boşluk ve anlam eksikliği
Barış nefes almanın sensiz anlamını yitirdiği
Benim barış gibi üşüyen nice hayallerim var ;savaştan daha diri
Bir boşluk var içimde aslında
Yoruldum ölmekten öldürülmekten
Kurşunlar yağmur damlası gibi dökülürken
Barış seni özlerken
Sevgim hiç eksilmeyecek bir bilsen
Anlamsız bir kan var ruhumdan dökülen
Bin türlü acıyla yoğrulmuşum ben
Yorgunum, kırmızı, siyah, mor ölü renklerden
Barıştan yana çocuklar, tüm evren
Benim barış gibi üşüyen nice hayallerim var; ne kadar çok bir bilsen
Bir ucu hasret gündüzü açılır ;diğer ucu hüsran gecesine,
Yüreğime sızmış barışın kokusu, ışık huzmelerinin düştüğü sesi,
Bir zeytin ağacı ekmeliyim ki, cennetin hediyesi ,
Suya, havaya, toprağa, ateşe değil barışa yazıyorum yüreğimdekileri
Benim barış gibi üşüyen nice hayallerim var;
Bir de dilimde kardeşlik şiirleri
Ah bir bilsen benim BARIŞ gibi ne hayallerim var…