Serkan dışarı çıkarken “Ben, Fili’ye gidiyorum” demişti.
İşim başımdan aşkındı. Anlamamış, ama sormamış, sadece elimi arkasından güle güle anlamında sallamıştım.
İgor, biraz sonra yanıma gelip Serkan’ı sordu.
“Az önce çıktı. File gidiyorum demişti. Hayvanat bahçesine mi gidiyor, ne?” diye cevap verdim.
“Ne işi varmış orada? Günün bu saatinde Hayvanat Bahçesi’ne, öyle mi?”
Boş gözlerle baktım.
“Valla hepinize bir haller oldu. Allah sonumuzu hayretsin” dedi.
Dayanamadı, Serkan’ı aradı, konuştular. Telefonu kapattıktan sonra:
“Yahu, adam Fili Metro İstasyonu’na yakın bir müşteri ziyaretine gidiyormuş. O ne demiş, sen ne anlamışsın?”
Aptal aptal suratına bakmış olmalıyım ki bu sefer gülmeye başladı.
“Rusya’da fil var mı?” diye sordu.
“Hayvanat Bahçesi’nde vardır, herhalde. Başka bir yerde var mı bilmiyorum.”
Öyle ya, Rusya Federasyonu o kadar büyük bir coğrafya ki, Moskova’da değil ama iklimin daha ılıman olduğu bölgelerde belki olabilir diye düşünmüştüm.
Güldü, “Rusya fillerin vatanıdır” deyip, “Hadi, birer kahve koyup, içelim, kendimize gelelim” dedi.
Haklı, hesabı kitabı zor bir işin üzerindeydim; biraz mola vermez, kafamı toplamazsam vahim bir hata yapmam kaçınılmazdı.
Sonra konuya bağlayacağı bir “Soğuk Savaş” fıkrasını anlatmaya başladı:
Birleşmiş Milletler, “Fil Yılı” ilan etmiş. Planlanan etkinliklere göre farklı ülkeler “fil” konulu kitaplar yayınlayacaklarmış.
Almanlar, beş ciltlik “Fil Bilimine Kısa Bir Giriş” kitabının 1. cildinin 1. bölümünü yayımlamışlar.
Amerikalılar, cep boyutunda bir kitabı, “Ortalama bir Amerikalının filler hakkında bilmesi gerekenler” kitabını yayımlamışlar.
İngilizler, “İngiliz Hindistan’ındaki Filler” monografisini,
İsrailliler, “Filler ve Yahudi Sorunu” makalesini,
İtalyanlar, “Filler ve Müzik” makalesini,
Fransızlar, “Filler Arasında Aşk” kitapçığını yayımlamışlar.
Sovyetler Birliği’nde üç ciltlik bir dizi yayınlanmış: İlk cilt “Rusya, fillerin anavatanıdır”, ikinci cilt “Filler hakkında Marksizm-Leninizm Klasikleri”, üçüncü cilt “Filler ışığında Filler” idi. Ek, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Yirmi Altıncı Kongresi’nin kararları” ve “Ulusal kurtuluş hareketinde fillerin rolü”.
Sovyet Birliği’nde yapılan üç ciltlik kitap baskısının ardından Bulgaristan’da dört ciltlik bir kitap yayımlanmış. İlk üç cilt Sovyet baskısının yeniden basımı ve dördüncü cildin adı ise şuymuş: “Bulgar fili, Sovyet filinin en iyi arkadaşıdır.”
***
Ben de, uzun bir süre, Metro vagonlarının kapı camlarında gördüğüm “Не прислоняться (Ni prislonyatsiya)” yazısının, yani “Kapılara yaslanmayınız” ifadesinin ortasındaki “slon” bölümünden dolayı “fil” sözcüğünden türetildiğini zannetmiştim.
Malum Ruslar fizik olarak genellikle iri yarı insanlar ya…
Saflık işte!
İlginç, şimdilerde kullanıma giren 860 serisi yeni tip vagonların elektronik tabelalarında da fil figürleri var. Tam “Dikkat! Kapılar kapanıyor” anonsu yapılırken tabelanın ekranında sevimli bir yavru fil figürü beliriyor. Hortumu kapanan kapının arasında sıkışıyor. Çekiştiriyor, çekiştiriyor; zor bela kurtarıyor.
Bir şeylere daldığım için mi; elimdeki yetiştirmek zorunda olduğum işin telaşından mıdır, nedir; kafam karışık.
Zihnim bazen böyle dağılıyor; gidip geliyor, işte.
Şaşkınlığım biraz geçince dilim açıldı.
“Yahu, birkaç sene önce bir haber çıkmıştı” diyorum, “Myanmar hükümeti, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin 70’inci yıl dönümünü kutladıktan sonra Rusya’ya ilginç bir hediye göndermek istediklerini, Rusya’ya fil hediye etme kararı aldıklarını açıklamıştı. Sonrasını takip edememiştim. N’oldu?”
Birbirimizin yüzüne baktık, bilmiyorduk.
Yuliya, muhabbete daha doğru bilgilerle devam etmemize katkıda bulunmak için hemen internette bir arama yapıp, bulduğu bilgileri anlatmaya başladı:
Myanmar hükümeti fillerin 4 yaşında olduğunu ve eylül ayında Moskova’ya gönderileceğini belirtmişti. Myanmarlı yetkililer, fillerin “Durova Babanın Köşesi” tiyatrosunda hayatlarına devam edeceğini ve orada eğitileceğini açıklamışlardı.
***
Aslında Moskova Hayvanat Bahçesi’nde uzun süredir Asya filleri yaşamaktaydı.
İlk fil 1898’de getirilmiş Moskova’ya. Şu anda bizimle birlikte yaşayan filler ise 1985 yılında Moskova Hayvanat Bahçesi’ne getirilmişler.
Hikaye Vietnam’ın Küba’ya yedi fil vermesiyle başlamış. İki okyanusu güvenli bir şekilde geçmişler, ancak hayvanların bulunduğu gemi adaya yaklaştığında fillerin şap hastalığına karşı aşılanmadığı ve bu hastalığın Küba’da hiçbir zaman var olmadığı ortaya çıkmış.
Enfeksiyondan korkan yetkililer, hediyeyi kesin olarak reddetmişler.
Filler birkaç aydır denizdeydi ve onlara ne yapılacağına acilen karar verilmesi gerekiyordu. Moskova Hayvanat Bahçesi hayvanları kabul etti ve gemi Leningrad’a doğru yola çıktı.
Kış gelmiş. Dişilerden biri yolda ölmüş, ikincisi ayağa kalkamamış ve erkek ile üçüncü dişi aşırı derecede bitkin düşmüştü.
Neyse ki nakliye gecikmeden tamamlandı, üç fil hayatta kaldı ve kurtarıldı: Pamir, Pipita ve Prima.
1995 yılında Pipita, hayvanat bahçesinin tarihindeki üçüncü fil yavrusunu doğurdu ve o, şu anda Erivan Hayvanat Bahçesi’nde yaşıyor.
Filler için, hayvanat bahçesinin yeniden inşası sırasında, 2004 yılında eski bölgede “Kuş Evi” yakınında bulunan yeni bir fil ahırı inşa edildi.
22 Nisan 2009’da Pipita, bu defa annesinin, teyzesinin, tüm ziyaretçilerin ve hayvanat bahçesi çalışanlarının gözdesi haline gelen bir kızı (Kiprida) doğurdu.
Zaman amansız bir şekilde hızla geçiyor. Cypris büyüdü, Prima vefat etti.
Mayıs 2017’de Pipita, Filimon adında başka bir oğul doğurdu ve o da Eylül 2023’te yakın zamanda konforlu bir fil evinin inşa edildiği Kazan Hayvanat Bahçesi’ne taşındı.
Hayvanlar yazları genellikle açık havadaki kapalı alanlarda geçirirler, kışın ise köşkün içinde görülebilirler.
Her fil, günde, yaklaşık 150 kilogramlık yiyecek tüketiyor. Ot veya saman, patates, havuç, pancar, ekmek yerler. Muz ve elmayı severler.
Filler, kışın fil ahırında kendileri için düzenlenen duşta ayakta durmanın, yazın ise sıcak havalarda havuzda yüzmenin keyfini çıkarırlar. Bazen ziyaretçilere şaka yapmayı severler: Bir parça gübre atın veya gövdelerine su püskürtün gerisi geliyor. Bu şakalaşma her defasında herkesi mutlu eden tam seyirlik bir eğlenceye dönüşüyor.
Fillerin uzun ömürlü olduğu malum, daha uzun yıllar Moskovalıları memnun edecekleri umuluyor.
***
Fillerin beslenmesi bölümüne gelince hemen o çok bildik Nasrettin Hoca fıkrası aklıma geliyor:
“Fillerin bakılması zor bir iş. Çok masraf gerektiriyor.
Anadolu’daki Moğol istilası sırasında Timur, ordusundaki fillerden birini, Nasreddin Hoca’nın köyüne bakmaları için göndermiş.
Fil o kadar büyük, o kadar oburmuş ki, köyde ne kadar ot, saman varsa hepsini silip süpürmüş.
Köylüler, zavallılar, çok yoksulmuş, bu duruma daha fazla dayanamamışlar.
Nasreddin Hoca’yı ‘Derdimizi ancak sen anlatır, bizi bu durumdan kurtarırsın’ diyerek, yalvar yakar ikna edip, onu önlerine katarak, Timur’a şikayet için yola çıkmışlar.
Uzun bir yoldan sonra otağa varmışlar. Tam huzura çıkacakları sırada Nasreddin Hoca’ya destek olacaklarına söz veren köylüler arkadan birer ikişer sıvışmışlar.
Hoca, arkasına bakınca herkesin kaçtığını, onu tek başına bıraktıklarını anlamış. Köylülerin bu yaptığına çok kızmış. Böyle yapanlara iyi bir ders vermek lazım diye düşünmüş.
Nasreddin Hoca’yı, Timur’un huzuruna almışlar.
Timur da çok sinirli bir günündeymiş. Hoca, şikâyeti bir tarafa bırakıp:
“Hünkarım, köyümüze gönderdiğin filden bütün köylüler çok memnun kaldılar. Onu çok sevdiler. Yalnız, zavallı hayvan tek başına yaşıyor. Hayvancağız için bir de dişi fil gönderilmesini istiyoruz, işte bunu arz etmek için huzurunuza gelip, rahatsız ettim” demiş.
Bu sözlere çok sevinen Timur, hemen yanındakilerine, Nasreddin Hoca’nın köyüne bir de dişi fil gönderilmesi için emir vermiş.
Nasreddin Hoca, geç vakit tek başına köyüne dönmüş.
Köylüler, merakla onun yolunu gözlüyor, ondan sevinçli bir haber bekliyormuş. Nasreddin Hoca’ya, Timur’un fili ne zaman geri alacağını sormuşlar.
Nasreddin Hoca gülmüş:
“Ne geri alması yahu,” demiş, “Timur Han, hizmetinizden öyle memnun olmuş ki, yakında sizlere bu filin bir de dişisini göndermeye karar vermiş.”
***
Muhabbetin bu kadarı beni ta çocukluk yıllarıma götürmeye yetmişti.
Ben de kendi çocukluğumdan bir şeyi, bende iz bırakan bir anımı anlattım.
Çocukluğum Ankara’da geçmişti. Gazi Orman Çiftliği’nin bir parçası olan Hayvanat Bahçesi’ne belki yüzlerce defa gitmişliğim vardı.
Sadece Moskova’dakini değil, Şanghay’dakini, daha başka şehirlerdeki hayvanat bahçelerini de görmüşlüğüm var ama çocukluğumda yeri büyük olduğundan mıdır, nedir Ankara’dakinin bende daha büyük bir önemi var.
Muhteşemdi.
Çocukluğumda uykularıma, rüyalarıma giren bir isim vardı: Mohini.
Bu Hayvanat Bahçesi’ndeki bir file konulan bir isimdi.
Komşu çocukları sorardı, “Sen Mohini’yi gördün mü?” diye. Ben görmemiştim ve “öcü” gibi bir şey zannederdim.
Sonra Mohini’yi defalarca gördüm; görmekle de kalmayıp çok sevdim.
Babaannem pazarda alışveriş yaparken satıcıya, “Meyvelerin güzelinden ver, gelinim hamile (bana yani)” demiş.
Pazarcı meyvelerin iyilerini seçmeye çalışan babaanneme biraz kızmış olacak ki, “Gelinini Mohini’ye götürme, sonra çocuk ona benzer,” demiş.
Pazarcı babaanneme “Gelinini Mohini’ye götürme, sonra çocuk ona benzer,” lafını boşuna dememişti. Mohini’nin kocaman kulaklarım vardı. Benim de çocukken onunki kadar olmasa da kepçe kulaklarım vardı.
Mohini, Hindistan’ın Türkiye’ye hediye ettiği bir fil yavrusuydu.
Mohini gelmeden önce haberi Nehru’nun Türk çocuklarına yazdığı mektubun içinde gelmişti:
“Aziz çocuklar; size bir Hindistan fili gönderiyorum. Bu benim hediyem değildir; fakat daha çok Hint çocuklarının sizlere gönderdiği bir hatıradır. Fil ile beraber bütün Hindistan çocuklarının sevgi ve iyi temennileri de beraber gelmektedir. Fil gayetle büyük ve kuvvetli bir hayvandır, fakat cüssesi kadar da zeki ve iyi tabiatlıdır. Eğer iyi muamele görürse çocuklarla oynamasını sever. Gönderdiğimiz filin Türkiye’de dostlar kazanacağını ve orasını ev gibi telakki edeceğini ümit ediyorum. Sevgilerimle. Jawaharlal Nehru.”
Mektubun üzerinden haftalar geçti, beş yaşındaki dişi fili Mohini’yi (Şirin) getiren İtalyan gemisi 26 Aralık 1950 günü Galata Limanı’na yanaştı.
Sonrasında bu fil yavrusu Ankara’ya getirildi.
Timur’un savaşçı Mohini isimli filinden o yana 1950 yılında ilk kez bir fil gelmişti Ankara’ya. Ve aynı ismi almıştı. O sıralarda Türkiye’de Ankara’dan başka bir şehirde hayvanat bahçesi olmadığı için, orada burada dolaştırıldıktan sonra Atatürk Orman Çiftliği’nde bir ömür geçireceği Gazi Hayvanat Bahçesi’ndeki yuvasına konulmuştu.
Neden sonra ben de tanıştım Mohini ile ve hiç de öyle korkulacak bir yaratık olmadığını, sevimli bir fil yavrusu olduğunu gördüm.
Daha sonra Mohini, hayatımızın bir parçası, sanki ailemizden biri oldu. Hayvanat Bahçesi’ne her gittiğimizde mutlaka görürdüm.
Oğlum da gördü onu yaşlı bir fil iken.
Ankaralılar 1999’da 50 yaşındayken kaybetti Mohini’yi.
“Üzülmüşsündür” diyor İgor.
“Evet” diye cevap veriyorum. “Ben aslında biraz tereddütteyim. Hayvanların kendi doğal ortamlarından koparılmasına karşıyım. Refik Halid Karay, Ağaç ve Ahlâk kitabında ‘Hayvanat bahçesi diye adlandırdığımız yer hayvan bakımından bir hayvanat cehennemi ve hayvanlar çilehanesidir’ demiş.”
“Haklı.”
***
Asya filleri, Afrika fillerinden sonra yeryüzünde yaşayan 2’nci en büyük hayvan olarak biliniyor. Asya filleri ortalama 70-80 yıl boyunca yaşarlarmış.
Bir hikayeye göre güya bir Avrupalı gezgin, Marko Polo veya Evliya Çelebi değil, ama kim olduğunu da hatırlamıyorum, yolun kenarında yere çökmüş, hüngür hüngür ağlayan bir adam görmüş. Merak edip, “Birader, niye ağlıyorsun, derdin ne?” diye sormuş
Adam cevap vermiş:
“Fil öldü.”
“Senin hayvanın mı idi?”
“Hayır.”
“İyi de o zaman neden ağlıyorsun?”
“Onu ben gömeceğim.”
***
“Fillerin kaderi de öbür iş hayvanlarınınkine; atların, eşeklerin, öküzlerin, kaderine benziyor” diyor İgor, “Teknoloji geliştikçe pabuçları dama atılmış. Halbuki geçmiş zamanın savaşlarında süvarilerin atları gibi önemli rol oynamışlar. Fillere o zamanların tankları demek mümkün.”
Yuliya, hemen tamamlayıcı bilgileri internetten bulup anlatıyor:
Fillerin askeri amaçlı kullanımı ilk olarak Hindistan’da görülmekle birlikte buradan Batı’ya, Akdeniz’e kadar yayılmış.
Savaş fillerinin batıya olan yolculuğu, Büyük İskender ile birlikte başlamış. Makedonyalı kral, M.Ö. 325 yılında Hydaspes Savaşı’nda Hint Kralı Poros’un savaş fillerinden çok etkilenmiş; kendi fil birliklerini kurmak için başkent Babil’e çok sayıda fil getirmiş.
Hellenistik krallıklar, antik kaynaklarda çok sık geçen ifadeyle çağın “çirkin, korkutucu, tuhaf görünüşlü, bağıran” hayvanlarını Akdeniz’e (Roma ve Kartaca İmparatorluklarına) tanıtmışlar.
Savaş fillerinin çok bilinen ve etkin kullanımlarından biri de İkinci Pön Savaşı’nda ünlü general Hannibal tarafındandır.
M.Ö. 264-146 yılları arasındaki, Kartaca ile Roma Cumhuriyeti arasında, Akdeniz deniz ticaretini ele geçirmek ve elde tutmak için yapılan ve üç evre olarak gerçekleşen Pön Savaşları, Kartaca Savaşları olarak da bilinir. Bu savaşta Hannibal fillerini İspanya’dan başlayarak Alplerden geçirip İtalya’nın kuzeyine kadar götürmüş. Hannibal’ın Romalılarla savaşında kullandığı filler Romalıları o kadar korkutmuştu ki Romalılar savaşın sonunda filleri yenmeyi başarmalarına rağmen kendi yönetimlerindeki tüm halklara savaş filleri yetiştirmesini yasaklamış.
Osmanlı Ordusu fillerle ilk kez Timur’un ordusunda 1402’de Ankara savaşında karşı karşıya gelmişti.
Bu dönemle, Timur’un filleriyle ilgili ünlü Nasrettin Hoca fıkrasını anlattım zaten.
***
Biz, sonuna gelmişken kapı açıldı, günün muhabbetine vesile olan Serkan Fili’deki müşteri ziyaretinden dönmüş, içeri girmişti.
“Fil” muhabbetini kaçırmıştı.
mhyazici@yandex.ru