İnan Özbek
Ülkemiz iki yılı aşkın süredir yüksek enflasyon sürecine girmesine ve 2021 Eylül’ünden itibaren fiyat artışlarının çok hızlanması sonucunda bugün resmi rakamlarla tüketici enflasyonu %79 seviyesine çıkmış olmasına rağmen toplam talebin yüksek olması ve piyasaların canlılığını koruyor olması bir çelişki gibi gözükse de aslında değil.
Ekonomi biliminin temel yasalarından biri olan ve fiyat arttıkça talep düşer şeklinde formüle edilen “talep yasası“na aykırı gözüken bu durumun birçok nedeni var kuşkusuz.
Öncelikle; fiyatların hızla arttığı ve daha da artacağı beklentisinin geçerli olduğu enflasyonist ortamda, tüketiciler bir ürünü bir daha aynı fiyattan alamama kaygısıyla tüketimlerini öne çekmekte ve kimi üreticiler de stok yapma yoluna gitmekteler ki, bu durum piyasaya canlılık katarken “öne çekilmiş talep enflasyonu” denilen olgunun yaşanmasına ve fiyat artışlarının daha da hızlanmasına neden olmakta.
Yüzde 80’lere yaklaşmış yüksek enflasyona rağmen bireylerin tasarruflarına %17-18 yıllık faiz verilmesi, %60’ın da üzerinde negatif reel faiz anlamına geldiği için kişiler paradan kaçınmakta, tasarruf etmek cazibesini yitirdiğinden tüketimlerini arttırmaktalar.
Öte yandan; yıllık enflasyon %80’lere yaklaşmışken, bireysel krediler olarak konutta yıllık %19- 20, taşıtta %26-27, ihtiyaç kredilerinde de % 35-36’lık oranlar varken, ticari kredi faiz oranları ise örneğin rotatif kredilerde yıllık % 45-50 bandında bulunuyor. Bu kadar yüksek enflasyon rakamları karşısında kredi faizleri oldukça düşük kaldığından, tüketiciler ve firmalar mümkün olduğu kadar kredi kullanarak ürün, ara malı ve ham madde aldıkları için piyasa canlılığını korumakta.
Yüksek enflasyonla hızlı fiyat artışlarının spekülatif bir ortam yaratması ve bu ortamda ihtiyaç olmaksızın fiyat artışlarından kazanç sağlamak amacıyla gayrimenkul, araç gibi unsurların alıp satılmasının hızlanması da piyasaya canlılık katarken, bir yandan da talep enflasyonu olgusuna hız vererek, fiyat artışlarının sürmesine neden olmakta.
Döviz kurlarının çok yükselmiş olmasının teşvik ettiği ihracat yani dış talebin güçlü olması da, yüksek enflasyona rağmen yaşanan piyasa hareketliliğinin bir diğer nedenidir.
Ancak geçen haftalarda, birisi küresel ekonominin dinamiklerinden öteki de kendi ekonomimizden kaynaklanan iki temel nedenle ülkemizdeki mevcut canlılığın sürmesinin zor olacağını söyleyebiliriz.
ABD Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) başta olmak üzere bir çok merkez bankasının yüksek enflasyonun önüne geçebilmek amacıyla agresif faiz artışına gitmesinin yarattığı durgunluk beklentileri hatta beklentiden de öte kimi somut durgunluk belirtileri, dış talebi yani ihracatımızı zayıflatacak resesyon olgusunun, doğal olarak ekonomimizi yavaşlatacak olması birinci neden.
İçeride ise; ekonomi yönetiminin kur artışlarını frenleyebilmek adına, makro ihtiyati önlem adı altındaki çeşitli uygulamalarla, bankaların kredi kullandırmasının öteki deyişle firmaların finansmana erişimlerinin zorlaştırılmış olması ekonominin hızını ister istemez kesecektir.