“Catharine Sophia Greenhill, William Greenhill’in üç yaşındaki kızı, 16 Nisan 1774 Perşembe günü evinin penceresinden taş zemine düştü. Yerden kaldırıldığında ölmüş görünüyordu. Olay mahalline gönderilen bir eczacı, çocuk için yapılacak bir şey olmadığını söyledi. Kazanın olduğu yerin karşısında oturan Mr. Squires elektrikten yararlanmayı denedi. Şoku uygulayana dek yirmi dakika geçti. Vücudunun çeşitli bölgelerine boşa giden denemeler yaptıktan sonra göğüs kafesine birkaç kez şok verdiğinde zayıf bir nabız algıladı. Çocuk birkaç dakika sonra iç çekerek zorlu biçimde soluk alıp vermeye başladı ve on dakika sonra da kustu. Kafasını çarpmış olmanın verdiği sersemlik birkaç gün sürdü; bir hafta sonra sağlığı tamamen düzelmişti.”
Şoku sağlayan kaynak 1745’te Hollandalı fizikçi Pieter van Musschenbroek tarafından icat edilen, statik elektriği depolayan ilk ilkel kondansatör olan Leyden şişesiydi. Elektrik şokuyla yeniden hayata döndürmenin 1774 yılına ait bu ilk başarılı vakası Londra’da tam da Royal Humane Society of London adlı derneğin yeniden canlandırma çabalarını destekleme amacıyla organize edilmiş toplantısının açılış gününe denk gelmiş, derneğin kayıtlarına yukarıdaki satırlarla geçmişti. Bu kayıtlarda düşme, yıldırım çarpması, hatta boğulma sonucu gerçekleşen ölümlerde elektrik müdahalesiyle yeniden canlandırma çalışmalarına dair başka raporlara da rastlanıyordu. Bir cerrahın bir kadın hastasının hayatını sekiz ay boyunca tekrar tekrar elektrik şoku vererek nasıl uzattığını anlatan mektubuna da yer verilmişti.
Yeryüzünde var olduklarından bu yana insanlar ölüme mağlup olmamaya, öleni geri getirmeye çaba gösterdiler. Mısır mitolojisinde İsis kocası Osiris’in hayatını ağzına kendi ağzından nefes vererek kurtarmıştı. Gerek antik İbranice kutsal yazıtlarında gerekse Eski Ahit’te İlyas peygamberin ölmekte olan bir çocuğa suni solunumla uyguladığı yeniden canlandırma, tıp diliyle resüsitasyon tarif edilmekteydi:
“… Ev sahibi kadının oğlu hasta düştü ve hastalığı çok ağır oldu, öyle ki kendisinde nefes kalmadı … (İlyas peygamber) çocuğu kadının kucağından aldı … Kendi yatağının üzerine yatırdı … Ve çocuğun üzerine üç kere uzandı … Ve çocuğun canı kendi içine döndü ve çocuk dirildi” (I. Kırallar-17:17-22).
“… Çocuk ölmüştü … (İlyas) Rabbe yalvardı. Ve çıkıp çocuğun üzerine yattı ve ağzını onun ağzı üzerine koydu ve üzerine uzandı; ve çocuğun bedeni ısındı … Ve çocuk yedi kere aksırdı ve gözlerini açtı” (II. Kırallar-4:32-35).
Antik Çin’de ölüler hayata döndürülmeleri için sıcak yağ banyolarına daldırırlardı.
Amerika yerlileri ölülerini hayat döndürebilmek için karınlarının üzerine taze hayvan gübresi koyuyorlardı.
XVIII. yüzyıl öncesinde ölülerin yaşama döndürülmeleri için dillerinin, anüslerinin kuvvetle gerilmesi, baş aşağı asılmaları ve yukarı aşağı yönde kaldırılıp indirilmeleri, koşan bir ata bindirilmeleri gibi yöntemlere başvurulmaktaydı.
Ölüm nedeninin nefesin tıkanması olduğu durumlarda tıp dilinde trakea adı verilen soluk borusuna doğrudan ulaşabilmeye dönük çabalar sarf edildi. M.Ö. 2000’li yıllarda Mısırlılar cildi kamışlarla delerek bunu başarmaya çalıştılar. Antik Çağ’da yaşamış İyonyalı ozan, İlyada ve Odysseia destanlarının derleyicisi Homeros M.Ö.356’da boğulmakta olan kişinin soluk borusunun nasıl bir müdahaleyle açıldığını tarif etmişti. Büyük İskender’in boğazına kemik saplanan bir adamı kılıcının ucuyla soluk borusunu delerek kurtardığı rivayet edilmektedir.
Modern anatomi biliminin kurucusu olarak anılan Andreas Vesalius’un (15141563) 1555 yılında anatomileri üzerinde çalıştığı hayvanları canlı tutmak için soluk borularına kamış yerleştirmesi, suni solunum ve hava yolu kontrolüne dair tarihte ilkler arasında yerini aldı.
Cerrah William Tossach 3 Ağustos 1732’de İskoçya, Alloa’da havasızlıktan boğulmakta olan James Blair isminde bir madenciyi madenden 34 metre yukarıya taşıdıktan sonra hayatını nasıl kurtardığını 12 yıl sonra yazarak tıbbi literatürün ilk vakasını kayda geçirmiş oldu:
“Kömür tozuyla kaplı olsa da rengi normaldi. Gözleri sabit bir biçimde bütünüyle açık, ağzı açık, cildi soğuktu. Kalp atımı ya da nabız alınamıyordu. Nefes almıyordu. Ağzımı yaklaştırdım ve tüm gücümle nefes verdim. Ama burun deliklerini kapatmayı ihmal ettiğim için hava buradan geri geliyordu. Bir elimle burnunu tıkayıp diğer elimi göğsüne koyarak tekrar tüm gücümle nefes verdim. Göğsü bununla yükseldi ve hemen altı ya da yedi kalp atımı algıladım. Göğüs kafesi hareket etmeye başladı ve atardamarlarında nabız hissedildi.”
XIX. yüzyılın sonları kalp masajındaki ilerlemelere sahne oldu. Canlı kedilerde kapalı kalp masajının ilk başarılı uygulaması Almanya’dan Bohem ve arkadaşları tarafından rapor edildi. İnsanlar üzerinde başarısızlıkla sonuçlanan denemelerden sonra nihayet 1885’te König kapalı kalp masajıyla yaşama döndürülen ilk sekiz hastayı yayınladı. Cerrahi yaklaşımla kalbe doğrudan ulaşarak uygulanabilen açık masajın yerini kapalı kalp masajının alması tahmin edilebileceği gibi uzun sürmedi.
Prevost ve Batelli 1899’da köpek kalbinin karıncıklarına alternatif akım elektrik şoku uygulayarak kalp ritmini normale döndürebildiler. Hooker ve arkadaşlarının 1933’te deneysel olarak oluşturulan ölümcül kalp ritmini içeriden kalp masajı ve doğrudan elektroşokla düzeltmelerini takiben 1947’de Claude Beck ve arkadaşları göğüs kafesi operasyonu esnasında iki sofra kaşığını elektrot olarak kullanmak suretiyle 14 yaşındaki bir çocuğa bunu ilk kez başarıyla uyguladılar.
Kalp krizleri esnasındaki ani ölümlere göğüs kafesini ameliyatla açarak açık kalp masajı ve elektroşokla müdahalenin ilk başarılı uygulamaları bundan dokuz yıl sonra rapor edildi.
Sorunun çözümü yolundaki dev adım 1960’lı yılların başlarında kalbe ulaşmak için neşter kullanmaksızın ve vakit kaybetmeksizin göğüs kafesine direkt akım elektroşok uygulamasının doğuşuyla atıldı. Zoll ve arkadaşlarının 1956’da, Lown ve arkadaşlarının 1962’deki öncü uygulamaları sonrasında eğitimli sağlık personelinin defibrilatör adı verilen cihazları kullanarak ani kalp ölümlerine elektroşokla müdahalesinin yolu açıldı.
1965 yılında üretilen ilk “taşınabilir” defibrilatörün ağırlığı pilleri hariç 70 kilogramdı ve uygulama için iki kişi gerekiyordu. Gelişen teknolojiyle cihazın küçültülmesi ve tek kişi tarafından kullanılabilir hale gelmesi için 1980’leri beklemek gerekecekti. Kalp krizleri ve ani gelişen tehlikeli kalp ritmi değişimlerinde ölüm oranlarını belirgin biçimde düşürmüş olan taşınabilir defibrilatörler günümüzde havaalanları, uçaklar, alışveriş merkezleri, spor salonları, stadyumlar, gazinolar gibi insanların bir araya geldiği tüm sosyal alanlarda yaygın bir biçimde hizmet vermekteler.
İnsanoğlunun ani ölümlere direnişi 1980’lerden bu yana sahne alan, vücut içerisine yerleştirilen, tehlikeli kalp ritmini algılayarak otomatik elektroşok veren yüksek teknolojili enstrümanlarla sürüyor. Teknolojideki baş döndürücü ilerleme hızı göz önünde bulundurulduğunda bizden sonraki nesillerin yeniden canlandırma yöntemlerinin gelişimine tanıklık etmeyi sürdüreceklerini öngörmek hiç zor değil.
KAYNAKLAR:
• Adgey J. Resuscitation in the past, the present and the future. Ulster Med J 2002; 71:19
• LaHood N, Moukabary T: History of cardiopulmonary resuscitation. Cardiol J 2009;16: 487-8
• L.J. Acierno. The History of Cardiology. Taylor & Francis, 1994
• http://http://todayinsci.com/Events/Medical/Resuscitation.htm
• Abhilash SP, Namboodiri N. Sudden cardiac death-Historical perspectives. Indian Heart J 2014; 66:S4-9
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.