Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ve Başbakan Sanna Marin perşembe günü ortak açıklama yaparak ülkenin “derhal” NATO üyesi olması gerektiğini söyledi. Konunun güncelliği nedeniyle eski İsveç Başbakanı ve Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Eş Başkanı Carl Bildt’in, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üye olma niyetlerinin nedenlerini ve olası sonuçlarını değerlendirdiği Foreign Affairs’te (www.foreignaffairs.com) çıkan yazısının geniş özetini tekrar yayınlıyoruz:
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Ukrayna’yı işgal etmeden önce NATO üyeliği konusu Finlandiya ve İsveç’te sadece siyasi tartışmaların parçasıydı. ABD ve NATO ile yakın iş birliği içinde olunsa da, iki ülkedeki politikacılar uzun süredir üyelik propagandası yapsa da İttifak’a katılmak acil bir konu değildi.
Ukrayna’nın işgali tabloyu değiştirdi. Rus saldırganlığına karşılık olarak iki ülke de güvenlik politikalarını gözden geçiriyor ve NATO üyeliği hızla en gerçekçi seçenek görünüyor. Son kamuoyu yoklamaları iki ülkede de çoğunluğun NATO’ya katılmayı desteklediğini ortaya koyuyor. Ayrıca, iki ülke Ukrayna’ya önemli miktarda silah yardımı yaptı.
Putin işgalle sadece Ukrayna’yı tekrar nüfuz alanına katmaya çalışmıyor, Avrupa’daki güvenlik düzenini de değiştirmek istiyor. Aslında ikinci konuda başarılı oldu ama istediği yönde değil çünkü saldırı NATO’yu birleştirdi ve genişlemesini daha olası kıldı. Eğer Finlandiya ile İsveç beklendiği gibi üye olursa İttifak’ın gelişmiş hava ve denizaltı gücünü önemli ölçüde artıracak, bu da Kuzey Avrupa’nın güvenlik mimarisini değiştirecek ve yeni bir Rus saldırısına karşı caydırıcı rol oynayacak.
İskandinav ülkeleri pek çok açıdan benzese de 2. Dünya Savaşı’ndan sonra çok farklı güvenlik politikaları izledi. Bu durum büyük ölçüde savaş döneminde farklı deneyimler yaşamalarından kaynaklanıyor.
Danimarka ile Norveç tarafsız kalmaya çalışsa da 1940 yılında Almanya tarafından işgal edildi. Finlandiya 1939-1940’ta Sovyet işgalini engelledi ama kurtuluncaya kadar kendisini Hitler’in yanında savaşırken buldu.
İsveç ise savaşın kabusundan ve işgalden varlığının koruyabilmek için tarafsızlık siyasetiyle kurtuldu. Aslında bu politikanın başarılı olmasının nedeni İsveç topraklarının Hitler’in askeri hesaplarında yer almamasıydı.
Savaştan sonra İsveç, Danimarka ve Norveç’le bir İskandinav savunma birliği oluşturmak istediyse de Norveç’in güvenliğini sadece Anglosakson deniz güçleriyle ittifak yaparak sağlayabileceğine inanması nedeniyle görüşmeler sonuçsuz kaldı. İsveç, biraz da Finlandiya’nın durumu nedeniyle böyle bir ittifaka hazır değildi. 1809’a kadar altı yüzyıl boyunca İsveç’le aynı devleti paylaşan Finlandiya ikinci büyük kenti Viborg’u kaybetmişti ve Sovyetlerle dostluk anlaşması imzalamaya zorlanmıştı. Ordusuna da kısıtlamalar uygulandığı için tehlikeli bir durumdaydı.
Finlandiya’nın Sovyet nüfuz alanına girmemesi İsveç’in çıkarları açısından hayati önem taşıyordu. İsveçli liderler geniş bir Batı ittifakına katılmalarının Finlandiya’yı daha da tehlikeli bir duruma düşürebileceğinden endişe ediyordu. Bunu açıkça söylemeseler de İsveç’in “Soğuk Savaş” döneminde “silahlı tarafsızlık” siyaseti izlemesinin asıl nedeni buydu.
Ama tarafsızlık ordunun ihmal edilmesi anlamına gelmiyordu. “Soğuk Savaş” boyunca İsveç bir dönem dünyanın en önemli hava kuvvetleri arasına giren askeri güce sahipti.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması Kuzey Avrupa’da güvenlik durumunu önemli ölçüde değiştirdi. Finlandiya son zincirlerinden kurtulabildi. Üç Baltık ülkesi, Estonya, Letonya ve Litvanya zaten daha dağılmadan önce Sovyetlerden kopmaya başlamıştı. Finlandiya ile İsveç, geçmişte tarafsızlık siyasetleri nedeniyle olanaksız gördükleri bir adım atarak 1995 yılında Avrupa Birliği’ne (AB) üye oldu. Bu iki ülke için AB üyeliği aslında tarafsızlık politikalarında gedik açılması demekti ama NATO üyeliği konusu hemen gündemlerine gelmedi. Rusya’nın da katılımıyla Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) kurulmuştu ve iki ülke de demokratik ve reformcu Rusya ile güvenlik alanına yapıcı bir ilişki kurabileceklerine inanıyordu. Üç Baltık ülkesinin NATO ve AB’ye üye olmasından sonra bile İsveç’te ya da Finlandiya’da tarafsız askeri statülerini gözden geçirme konusunda pek bir tartışma yoktu.
Ancak 2008’den sonra Moskova’da işler önemli ölçüde değişmeye başladı. Gürcistan’ın işgali, Rusya’nın siyasi hedeflerine varmak için askeri güç kullanma eşiğinin sanıldığından daha yüksek olduğunu gösterdi.
Rusya’nın Ukrayna’nın 2014 yılında AB ile bir ortaklık anlaşmasını engelleme ve askeri saldırganlıkla ülkeyi bölme çabasıyla bu eğilim hız kazandı.
Rusya’nın Ukrayna’yı toptan işgali jeopolitik tabloyu bir kez daha önemli oranda değiştirdi.
İlk hedefi Ukrayna’yı boyun eğdirmek olsa da Putin aynı zamanda Batı’ya karşı da bir savaş yürütüyor. Rusya lideri ve taraftarları Avrupa’daki 1989 sonrası güvenlik düzenini, diğer ülkelerin egemenliğini etkileyecek şekilde değiştirmek istediklerini açıkça gösterdi. Tıpkı Sovyetlerin dağılmasından sonra İsveç ve Finlandiya’nın Avrupa ile ilişkilerini gözden geçirmeleri gibi, yaşadığımız siyasi deprem de, NATO üyeliği dahil olmak üzere güvenlik politikalarının temel unsurlarını yeniden değerlendirmeye itti.
Savaşın sonucu bilinmese de, önümüzdeki on yıllar boyunca Rusya’nın nasıl bir ülkeye dönüşeceği tahmin edilemese de ekonomik ve askeri açıdan zayıf, siyası açıdan ise çaresiz ve tehlikeli bir ülkeye dönüşmesi olasılığı yüksek görünüyor. Direksiyonda kendisi ya da yakınındaki bir isim bulunacak Putin rejiminin emperyal hırslarından vazgeçmesi zor görünüyor.
Bu da, Helsinki ve Stockhlom’ün güvenlik konularındaki görüşlerini temelden değiştiriyor.
Ama sadece savunma harcamalarını artırmak artık yeterli görünmediği için NATO üyeliği hızla gerçeğe dönüşüyor.
İsveç de Finlandiya da AB’nin güçlü bir güvenlik ittifakına dönüşmesi için büyük olasılıkla adımlar atacak ama söz konusu toprakların savunması olunca NATO’nun alternatifi yok.
İki ülke de bu yılın Haziran ayında Madrid’de yapılacak zirveden çok önce NATO’ya katılmak istediklerini açıkça söyledi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg hızlı bir askeri entegrasyon öngörüyor ama üyeliklerin 30 ülke tarafından onaylanmasının zaman alabileceğini düşünüyor. İki ülke de özellikle ABD Senatosu’ndaki onay sürecinin hızla tamamlanmasını ve sürecin tamamlanacağı 2023’ten önce Rusya’nın olası provokasyonlarına karşı NATO’nun caydırıcı rol üstleneceğini umuyor.
Finlandiya ile İsveç NATO’ya katıldığında Kuzey Avrupa’nın güvenlik yapısı değişecek. İki ülke de İttfak’a önemli katkıda bulunacak. Bölgenin birleşik kontrolü Estonya, Letonya ve Litvanya’nın savunulmasını da kolaylaştıracak.
Finlandiya ve İsveç, NATO’ya üye olduktan sonra bile Rusya’yı gereksiz yere kışkırtmamaya özen gösterecektir. NATO’daki güçlü askeri entegrasyonu, Rusya’ya yönelik bir güvence politikasıyla başarılı bir şekilde birleştiren Norveç, örnek bir model olabilir. Hem Norveç hem de Finlandiya topraklarının hemen yakınında bulunan Kola Yarımadası’ndaki Rus kuvvetleri Rusya’nın stratejik nükleer olanakları için temel öneme sahip. Elbette Finlandiya Petersburg’a çok yakın. Kısmen bu nedenle ne Finlandiya ne de İsveç NATO’nun ülkelerinde kalıcı bir üs kurmak isteyecektir. Ayrıca her iki ülkenin de nükleer silahları barındırma konusunda Danimarka ve Norveç’in ittifaka katıldıklarında ifade ettikleri çekincelere sahip olmaları muhtemeldir.
Madrid’deki NATO zirvesi yaklaşırken, ittifak Finlandiya ve İsveç’in hızlı katılım taleplerini dikkate almak zorunda kalacak. Bu, yalnızca Kuzey ve Baltık bölgelerinin istikrarını güçlendirmenin bir yolu olarak değil, aynı zamanda Rusya’nın askeri saldırganlığının bunu zorunlu hale getirdiği bir zamanda ittifakı bir bütün olarak güçlendirme fırsatı olarak görülmelidir.
Manşet fotoğrafı: (soldan) Finlandiya Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde