İnan Özbek
Ekonomi yönetiminin son zamanlarda aldığı ve çoğu tartışmalı kararlarını ‘makro ihtiyati önlem’ olarak adlandırması ve bu yolla söz konusu uygulamalara meşruiyet kazandırma çabası, makro ihtiyati önlem kavramına yakından bakmayı gerektirmekte.
2008 küresel finans krizinin oldukça derinleşerek finansal sistemde ağır tahribata yol açması, ayrıca reel sektöre de yer yer sirayet ederek ortaya çıkardığı korkutucu tablo, krizden sonraki süreçte benzeri bir bunalımın bir daha tekrarlanmaması için, ilgili otoritelerin bir bütün olarak finans sektörünün şoklara dayanıklılığının arttırılarak istikrarlı bir biçimde işleyebilmesini sağlamak adına getirdikleri çeşitli düzenlemeler makro ihtiyati önlemler olarak adlandırılmıştı.
Esasen 1970’li yılların ortalarından itibaren hız kazanan neoliberalizm sürecinde, düzenleme (regülasyon) anlayışının rafa kaldırılarak serbestleşme (deregülasyon) mantığının egemen anlayış haline gelişi ve bu sürecin özellikle 2000’li yıllardan itibaren ekonomik aktörler tarafından aşırıya vardırılarak, denetimsizlik ortamında oldukça riskli adımların atılmış olmasının 2008 büyük finansal krizine giden yolun taşlarını döşediğini anlamış bulunan ekonomik otoriteler adına sonradan makro ihtiyati önlem denilecek olan kurallar koymuştu.
Bankacılık alanında önemli kurallar koyan ve Avrupa ülkelerinin ve ülkemizin de taraf olup uyguladığı Basel merkezli Uluslararası Ödemeler Bankası bünyesinde kurulan Basel Bankacılık Denetim Komisyonunun getirdiği, sonrasında Basel 2, Basel 3 gibi eklemeler yapılan kriterlerinde yetersiz kalışı makro ihtiyati önlemleri elzem kılmıştı.
Bankalara ve öteki finans kuruluşlarına getirilen; asgari öz sermaye limiti, sermaye yeterlilik oranı, genel olarak ya da sektörel bazda kredi sınırlamaları ve şirketlere son yıla ait net faaliyet gelirlerinin belli bir yüzdesi oranında kredi açılabilmesi gibi kurallar, makro ihtiyati önlemlerin başta gelenleridir.
Finansal kuruluşların mali bünyelerinin sağlam olması sağlanarak, konjonktürel dalgalanmalara karşı dirençli olabilmelerini, ayrıca aşırı riskler alarak finansal sistemi tehlikeye atabilecek adımlardan uzak durmalarını temin etmek, makro ihtiyati önlemlerin temel amacını oluşturur.
Bütün bu bilgilerin ışığında, ekonomi yönetiminin son zamanlarda aldığı kimi kararları, özellikle de BDDK’nın; belirli bir sınırın üstünde döviz mevduatı bulunan şirketlere yeni TL kredi verilememesi yönündeki son kararı, her ne kadar dolarizasyonu azaltarak döviz talebini kısmaya ve bu yolla kur artışlarını kontrol altına almaya dönük kararlar olsa da, bunları birer makro ihtiyat önlemi olarak değil, kur artışlarına sebep olarak enflasyonu körükleyen yüksek dolarizasyonu düşürmeye dönük döviz kontrolü uygulamaları olarak adlandırmak daha doğru.
Anlaşılan o ki; yüksek enflasyona rağmen faiz arttırmamakta ısrar ederek, enflasyonla mücadelede para politikasının en etkili silahı olan faiz silahını kullanmayan ekonomi yönetimi, öteki para politikası araçları olan zorunlu karşılık uygulamaları ve açık piyasa işlemleri (APİ) enflasyonu dizginlemekte yetersiz kaldıkları için, döviz talebini ve kur artışlarını kontrol altına alabilmek adına, özü itibarıyla serbest piyasa kuralları ile çelişen ve söz konusu uygulamaları makro ihtiyat önlemi ambalajına sararak olduğundan farklı göstermeye çalışmakta.