“İşin var gücün var. Evde iki çocuk yolunu gözler. Ne diye tutturursun eğitim eğitim diye? Daha fazla öğrensen boyun mu uzayacak?”
Yoo uzamayacak, dedim ya, kaşındım işte.
Neymiş efendim, acayip zevk alıyormuşum yeni şeyler öğrenmekten. Her hafta gökkuşağının renklerini yeniden keşfediyormuşum, şuymuş buymuş derken başladık bir yöneticilik vasıflarını geliştirme programına…
Ne gökkuşağı yahu? Resmen ağır travma geçiriyorum derslerde. Bir tanesini geçenlerde yazmıştım. Hocalardan biri “Marshmallow testi” ve sonuçlarını anlattı, resmen yıkıldım. Hazzı ertelemeyi başaranlar, iradesini kontrol edebilenler hayatın her alanında daha başarılı oluyorlarmış.
Benim gibi bir tatlı müptelasına çok ağır geldi bu bilimsel gerçek tabii. Mecburi bırakmak zorunda kaldım tatlıyı. Sürüm sürüm süründüm haftalarca.
Şu aralar kısmen alıştım yeni yemek düzenime.
Bu hafta da sandım ki güzel güzel pazarlama stratejileri filan öğreneceğiz. Nerdeee, hoca resmen bizi sarsmak için girmiş derse. Sınıfın bilinçaltını üstüne çıkardı desem yalan olmaz.
Önce Apple’a saldırdı.
“Gözünü sevdiğim Apple’dan ne istiyorsun hocam?”
Hoca tutturdu “Sizler Apple ürünlerini sadece statü sahibi olmak için satın alıyorsunuz!” diye.
“Ya, etme eyleme hoca. Adamların tasarımı var, teknolojisi var. Kim o kadar incecik laptop yapıyor?”
Başladı saymaya, o şunu yapıyor, bu şunu yapıyor, diğeri aslında daha üstün bla bla… Hoca konuşurken ben evdeki Apple’ların listesini yapıyorum kafamda. Sınıfın yarıdan fazlası Apple kullanıyor. Uff, ya hoca doğru söylüyorsa. Ya bu cihazları statü için aldıysak? Büyük rezalet!
Hoca Amazon’u açtı, en çok satılan akıllı telefonları sıraladı. Birinci sıradaki 149 dolarlık “Huawei”yi gözümüze soktu. “Amerikalılar fiyat performans dengesine bakıyorlar” mal alırken dedi. Sınıfça ama en çok da ben, yutkunduk…
Sonra araba konusuna geldik. Mercedes ve BMW’nin de bir statü göstergesi olduğunu, fiyatı, vergisi ne kadar yükselirse yükselsin Türk insanının satın almaya devam edeceğini grafiklerle anlattı. Allah’tan bir arabam yok. Şirket ne verdiyse onu kullanıyorum. Böylece yırttım araba statü yükünden.
“Kim Coca Cola içer?” diye sordu. “Ben tabii ki!” “Niye?” dedi “Lezzetli” dedim. Bu defa da yıllar önce Amerika’da yapılmış “New Coke” testini anlattı. Televizyondan canlı olarak gözü kapalı deneklere Coca Cola ve Pepsi Cola içirilmiş, çoğu Pepsi Cola’yı daha lezzetli bulmuş. Bunun üzerine Coca Cola mevcut formülüne biraz daha şeker koymuş, ambalajı, logoyu değiştirip piyasaya “New Coke” diye yeni bir ürün sunmuş. Eski ürünü kaldıracağız demiş. Ne olmuş bilin bakalım? Millet süpermarketlere hücum edip tüm orjinal Coca Cola’ları satın almış. Ne saçma di mi? Hani çok şekerli olan daha lezzetliydi? Neden insanlar daha lezzetli olanı değil, eskisini aldı? Çünkü insanların Cola’yı tercih etme sebebi lezzeti değil.
İnsanlar, Cola’nın kırmızı logosu, marka ve ambalajıyla, reklamlarda sunduğu yaşam tarzını istiyorlar. Direk sorunca kimse böyle cevap vermiyor tabii. Çoğu insan farkında bile değil.
Sonra konu geldi “Dyson” süpürgeye. “Kim bir süpürgeye o kadar para verir ki?”
“Almadım! Yemin ederim Dyson süpürge almadım. Ama aylarca kedinin ciğer dükkanının önünde yalanması misali baktığım, sevdiğim, hayalini kurduğum doğrudur” Meğer o da statü hevesiymiş. Aman deyim uzak durun! Hayatta almam, bakmayacağım bile bir daha!
Sonra Starbucks mevzusu açıldı. Aksi şeytan! Her gün alırım. Neyse ki o günkü derste yanımda yoktu. Hoca tutturdu “Gençler arasında elinde Starbucks bardakları ile dolaşmak da bir nevi statü göstergesidir, gençleri havalı yapar” diye.
“Bağdat Caddesinde elinde Starbucks bardakları ile dolaşan gençlerin bardakların içine bakın, kaç tanesi dolu biliyor musunuz?” diye sordu, “Yok artık!” dedim. “O kadar da olamaz”. Bizim beyinler gerçekten çok ilkelmiş.
Bizler istediğimiz kadar korkalım, aslında köpek balıklarına hayranmışız. Ve birçok önemli araba markası araba tasarımları köpek balığına benzeterek yapıyormuş. Biz de farkında olmadan, hayran olduğumuz o aracı alıyormuşuz. Buyurun işte, bilinçsizce yaptığımız bir alışveriş daha. “Niye aldın” diye sorsak, bir sürü teknik özellik sayar, fiyat performans filan derler kesin.
Hoca, gelişmiş beynimizle ilkel beynimizin sürekli çakıştığını, çift direksiyonlu bir araba kullandığımızı, aslında davranışlarımızın çoğunu ilkel beyin tarafından yaptırıldığını anlattı.
Hoca anlatırken ben içimden ilkel beynime saydırmakla meşguldüm. Buraya yazamayacağım bir sürü şey yapmıştım. Bunları gerçekten ne için yapmıştım? Üfff, düşünmek dahi istemiyordum, çok canım sıkılmıştı.
Sınıfta şiddetle birçok şeyi bilinçle yapabildiğini iddia edenler oldu. Hoca dayanamadı sordu “Sol şeritten sağ şeride nasıl geçersiniz?” Hiçbirimiz doğru cevabı veremedik.
Kadın ve erkek davranış biçimlerine de trajikomik örnekler verdi.
Mesela erkekler çıplak kadın gördüklerinde daha çok risk alabiliyormuş. O yüzden erkeklerin boğulma oranları kadınlarınkinden çok daha fazlaymış. Plajda bikinili kadınları görünce allak bullak oluyorlarmış. Daha derine, daha ileriye yüzmeye kalkıyorlarmış.
Erkeklere Playboy modellerinin resimlerini gösterdikten sonra “Karından memnun musun?” diye sordukları da birçoğu “Memnun değilim” diye cevap veriyormuş. Kadınlara ise takım elbiseli CEO fotoğrafları gösterildikten sonra “Kocanla mutlu musun? “diye sorulduğunda çoğu “Mutsuzum” diyormuş.
Erkekler göz bebekleri büyük kadınların hep daha güzel, çekici, akıllı, sempatik olduğunu düşünürlermiş. Göz bebeği büyük kadın mutlu, pozitif kadın demektir. Erkeklerin ilkel beyni “Bir kadın sana pozitif davranıyorsa, derhal düş peşine!” dermiş.
Özetle en akıllı geçinenimiz bile beynindeki gizli ajanlarla oldukça bilinç dışı hareket edip karar verebiliyormuş, çoğu zaman verdiği karara hangi dürtüsünün sebep olduğunu da bilmeyerek hem de. Görünen o ki istediğimiz kadar okuyalım edelim, eğitim alalım, beynimizin arka odalarında, farkında olmadan temel içgüdülerimiz çalışıp duracak.
Açıkçası beynimizi ne kadar kontrol edemediğimizin farkına varınca oldukça korktum. Ama yazının başında da yazdığım gibi kaşındım ben, o yüzden korkmayı da hak ettim.
Hepinize ilkel beyninizin başınızı derde sokmayacağı, paranızı boşa harcatmayacağı güzel günler diliyorum.
Sevgiyle kalın,