Haberi duymuşsunuzdur, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli kendisine soru soran gazeteci Hülya Köylü’ye son derece ters bir cevap verdi.
Oysa Köylü hemen hemen herkesin aklındaki soruyu lafı dolandırmadan şöyle sormuştu:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aranızda görüş ayrılığı var mı çözüm süreci konusunda?“
Bahçeli’nin yanıtı ise şöyle oldu:
“Bir defa basın mensubu kardeşlerim, Türkiye’yi tahrik edici, yanlış bilgilerle ayrımcılığı körükleyici davranışlardan vazgeçsin, vazgeçemiyorsan mesleğini bırak.”
Aslında Bahçeli’yi anlamak mümkün!
Artık soru sormasını bilen ya da soru sormaya cesaret eden gazeteci sayılacak kadar az kaldığı için şaşırması normal!
Oysa Köylü tam da bir gazeteci nasıl soru sormalı onu gösterdi.
Türkiye’de erozyona uğramış, liyakatin kalmadığı sektörlerin arasında hatta belki de ilk sıralarda medya bulunuyor.
“Timsah gözyaşları” dökmenin anlamı yok, elbette Türkiye’de medya hiçbir zaman ideal değildi ama en azından mesleğe yeni başlayanların Abdi İpekçi’den Uğur Mumcu’ya ekol oluşturmuş, örnek alabilecekleri gazeteciler bulunuyordu. Liyakat zinciri kırılmadığı için eskiler yeni gelenleri-kimi zaman hoyratça da olsa- eğitir, usta-çırak ilişkisi mesleği ayakta tutardı.
Artık ortada liyakat zinciri kalmadığı, gazeteciliğin özü olan muhabirlik de küçümsenen bir iş haline dönüştüğü için yeni başlayanlara doğrusunu gösterecek, gerektiğinde uyaracak hemen hemen kimse kalmadı. Doğal olarak bu koşullarda meydan, bir bölümü iyi niyetli de olsa soru bile sormasını bilmeyenlere kaldı.
-Soru sormak başlık atmaya benzer: Kısa, öz ve vurucu olmalıdır.
-Gazeteci soru sorarken yorum yapmaz, muhatabını övmez, yermez, onu küçümsediğini gösteren bir ifade kullanamaz. Falanca konuda kişisel olarak ne düşündüğünün hiçbir önemi yoktur. İdeolojisini, düşüncesini, yorumunu kendine saklamak zorundadır.
-“Destan” yazar gibi soru sorulmaz, mümkün olan en kısa, en somut ve muhatabına “kaçma olanağı vermeyecek” şekilde sorulur.
-En kötü soru biçimlerinden biri, “… konuda ne düşünüyorsunuz” diye biten cümle kurmaktır.
“Ne düşünüyorsunuz…” diye sormak muhataba istediği gibi “çalıp oynama” olanağı verir.
Biri yanlış, diğeri doğru iki örnek:
-Muhalefetin istifanızı istemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Muhalefet istifanızı istiyor. İstifa edecek misiniz?
Birinci örnekte sorunun yöneltildiği kişi hiçbir somut şey söylemeden dakikalarca konuşabilir.
İkinci örnekte ise hareket alanı artık daralmıştır, soruya somut yanıt vermek zorundadır, vermese bile cevaptan “kaçtığı”nı herkes görecektir. Kaldı ki, sorunun yöneltildiği kişinin “kaçma” niyeti yoksa bile soru somut olmadığı için somut yanıt vermekte zorlanacaktır.
-Benzer şekilde, “Sizin görüşünüz ne”, “Bu konuda ne söylemek isterdiniz” gazetecinin kaçınması gereken soru türlerinden.
-Bir de özellikle spor muhabirlerinin, “Çok zor bir karşılaşma oldu…” gibi soru içermeyen cümlelerle sözü muhatabına bırakması var ki o zaten tam bir facia…
-Gazeteci sorusuna, muhatabına üstünlük duygusu verecek, psikolojik eşitliği bozacak “efendim” gibi bir ifadeyle başlamaz. Karşısında bir bakan, üst düzey bir bürokrat ya da büyük bir şirketin CEO’su varsa gazeteci de o anda kamuoyu adına soru soran kişidir, üstelik bir medya kurumunu temsilen oradadır. ”Efendim” dememek saygısızlık değildir!
Özellikle Türkiye gibi ülkelerde sorusuna “efendim”le başlayan her muhabir kendisine “sen” diye hitap edilmesine hazır olmalıdır, zaten bunu hak etmiştir.
-Korkarak, çekinerek, muhatabını kızdırmaktan ürktüğünü belli edecek şekilde soru sorulmaz.
-Gazeteci soruyu yönelttiği kişiyle tartışmaya girmez ya da söylediklerini desteklediğini gösteren ifadelerde bulunamaz.
Tabii, bütün bu yazdıklarımız kendisine doğrusunu öğretecek kimse kalmadığı için nasıl soru sorulacağını gerçekten bilmeyenler için. Bunları bilip de oynanan oyunun bilinçli piyonları olanlara artık söyleyecek bir şey kalmadı…