Nâzım Hikmet ömrünün en güzel yıllarını hapishanede geçirmişti. Kendi deyimi ile doğrudan doğruya işlediği bir suçun karşılığı olarak da değil.
Neticede hapislik dönemi sağlığını olumsuz etkilemiş ve özellikle kalbi ile ilgili sıkıntılar baş göstermişti. Onu hep engelleyen, moralini bozan kalp ağrıları… “Ah şu mendebur yürek…” diyerek şikayet ediyordu büyük şair.
Nâzım Hikmet 1951 yılında Türkiye’den ayrılıp Moskova’ya geldikten sonra zaman zaman kalbiyle ilgili sorunları ciddiyet kazanıyordu. 1952 yılı yazında Berlin’deyken yaşadığı sıkıntı sonrasında Moskova’ya dönünce Sanatoryum hastanesine yatmıştı. İşte hastanenin iç hastalıkları bölümü başkanı olan Dr. Galina Kolesnikova ile o dönem tanışmış ve arkadaş olmuşlardı. Tabii Galina Nâzım’dan çok etkilenmiş ve gönlünü kaptırmıştı.
Nâzım bir gün artık hastaneden ayrılmak üzereyken elinde daktilosu ile odasına girdi. Konuşmanın sonunda şöyle dedi: “Benimle geliyor musun şimdi, yoksa beni ölüme mi terk ediyorsun?..” Moskova’da beraber yaşamaya başladılar. Galina onun doktoru, arkadaşı, çevirmeni, sevgilisi oldu. Yedi yıl birlikte yaşadılar.
Galina yeri gelmiş Münevver’in mektuplarını okumuş Nâzım’la, yeri gelmiş onu bir leğende yıkamış, beslenmesiyle, sağlığıyla ilgilenmişti. Şair Dursun Özden’in Nâzım Hikmet hakkındaki “Karanlığa Karşı Yürüyen Adam” adlı kitabı içerdiği röportajlar ve belgeler açısından çok değerli bir kitap. Röportajların en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz Dr. Galina ile yapılmış olanı.
Röportajda anlatıldığı üzere, Nâzım bir keresinde 1957 yılında Bükreş’te iken şöyle demiş: “Galina sen beni ölümden kurtardın. En az dört kere. Bu iyi mi oldu kötü mü oldu bilmiyorum ama yaşadığıma memnunum… Bu dünyadaki en büyük mutluluk… Sağ ol kızım…”
Malum Galina’ya hiç şiir yazmamış Nazım. Galina bunu şöyle açıklıyor: “Ben ona yasaklamıştım. Çünkü bunlar bir şekilde Türkiye’ye ulaşıyor ve Münevver üzülüyordu elbette.”
Yine Galina’ya göre Nâzım en olgun döneminde, birikimlerinin yoğun olduğu dönemde en güzel şiirlerini Vera için yazmış. Hatta bir röportajında “bülbül şakımaya başlamıştı” diye gülerek anlatıyor. Vera’nın aşkı öylesine altüst ediyor ki Nâzım’ı, öyle karşı konulamaz hale geliyor ki, Galina’dan da çekiniyor olsa gerek, çevirmeni Ekber Babayev ile bir kaçış planı yapıyorlar.
Pijamasıyla, terlikleriyle çıkıyor evden… Galina ayrıldıktan sonra da Nâzım’ı hiç unutmamış, hep onunla, onun anıları ile yaşamış. “Onunla yaşadığım yedi yıl benim bütün ömrüme bedel” diyor. Mezarına ise hiç gitmemiş. Çünkü onu ölü olarak hatırlamak istememiş, “O benim yüreğimde hep yaşıyordu” diyor.
Dr. Galina Şubat 2014’te hayata veda ediyor. “Haydi bana eyvallah, beni Nâzım çağırıyor, gidiyorum ben” diyerek… Nâzım Hikmet hayatı dolu dolu yaşayan, yakışıklı, çapkın bir erkekti belki. Hayatında altı kadın oldu (Nüzhet, Piraye, Münevver, Yelena, Galina, Vera). Her birinin hayatında da derin izler bıraktı muhakkak.
Şair, yazar, Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi, “Ona çapkın denebilir belki ama biraz daha derinliğine düşünüldüğünde bu temel nitelemenin fazlaca yüzeysel kaldığı açıktır.” Nâzım Hikmet bir aşk ve duygu adamıydı deyim yerindeyse. Vera’yla karşılaşınca da olan olmuştu tabii. Aşk elbette ki ne planlanabilen ne de yönetilebilen bir şey.
Kendi bildiğini okuyan yakıcı bir süreç. Nâzım-Vera aşkı hakkında çok şey söylenebilir elbette ama şu açık ki hem kendi yanıp kavrulmuş hem de Vera’nın hayatında çok büyük bir tesir bırakmıştı Nâzım.
Vera eşsiz ayrıntılarla, duygu dolu, şiirsel bir anlatımla yazdığı kitabında çok güzel anlatıyor o dönemi. Nâzım sonrasında da hep onunla yaşamış. Vera Tulyakova kanser hastalığına yakalandığında da düşünsel olarak yanında olmuş Nâzım. Vera son günlerinde Türkiye’den gelen o gümüş yüzüğü takmış parmağına ve öyle veda etmiş hayata…
Not: Samih Güven’in bu yazısı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.