Amerika’nın 26. Başkanı Roosevelt tam bir kovboymuş. Çiftlik hayatını sever, avlanmaya da bayılırmış.
Avcılık üzerine basılı 3 kitabı da olan Başkan bir gün ava çıktığında önüne çıkan bir ayıyı vurmayı reddetmiş çünkü ayı bağlıymış. Bu hadiseyi karikatürist Clifford K. Berryman Washington Post gazetesine taşıyınca başkanın adı ayıyla anılır olmuş. 1901-1909 arasında başkanlık yapan Roosvelt’in adı Theodore’dan bozma Teddy olduğu için o gün bugündür peluş ayıların adı “Teddy Bear.”
Ayı, Rusya ve Almanya başta olmak üzere kuzey ülkelerinde sevimliliğin ve dostluğun simgesi sayılarak çok seviliyor. Bizim kaba saba bulup görgüsüzlük yükleyişimizden çok farklı onların yaklaşımı. Amerikalılar da çok sevdikleri başkanlarına ayı denmesine bozulmuyor ve çocuklarının koynuna verdikleri ilk oyuncak da ayı oluyor. Bizim aslana paye vermemiz gibi bir şey bu sanırım…
Almanya’nın Giengen şehrinde yaşayan Margarate adındaki bir terzi kadın peluş kumaşları doldurup oyuncak filler yapmaya başlamış. Bakmış çocukların hoşuna gidiyor, maymundu, eşekti derken çeşit çeşit hayvan üreterek 1880’de şirketleşmiş (Kendine şirket kurmayı bırak, o tarihte bizde kadınlar ne hallerdeydi hayal bile edemedim.)
Margarate, kumaş oyuncak işini iyice ilerleterek 1893’de bir de keçe fabrikası kurmuş. Şirketi 7. senede yurt dışına açılmış ve oyuncakları İngilizlerin meşhur Harrods mağazasında falan satılmaya başlamış.
Almanya’da ve İngiltere’de sanat eğitimi almış olan Margarete’in yeğeni Richard 1897’de şirkete katılmış. Richard ilk kez kolları ve ayakları oynayabilen bir ayı modeli geliştirmiş ve 55PB adıyla satışa koymuş. Bundan beş sene sonra (1902) Amerikan başkanının ayı maceraları karikatür şeklinde gazetede tefrika olunca Amerika’da ayı oyuncağa ilgi patlamış. 1903 yılında bu Alman oyuncak firması Amerika’ya 3 bin tane oyuncak ayı satmış.
Bugünlerde Amerikan çocuklarının olmazsa olmazı hatta beşikten itibaren yatak arkadaşı olan “Teddy Bear” oyuncağının yaratıcısı işte bu Richard Steiff. Teddy’nin Amerikan başkanlığı taptazeyken ayı satışlarının patlamasının üzerinden bir asırdan fazla zaman, onlarca da başkan gelmiş geçmiş ama Teddy Bear’in ünü azalacağına çoğalıyor.
Ün dediğimi sakın ola küçümsemeyin çünkü karşılığı milyarlar. Demek istediğime bir kaç örnek vereyim. Bu içi doldurulmuş basit peluş ayıların eski zamandan kalanları piyasada 30 bin dolara alıcı buluyor mesela. 1904 yapımı bir Teddy, 1994 yılında yapılan bir açık artırmada 165 bin dolara satılmış mesela. Ünlü moda markaları kendi ayılarını sipariş etmeye başlamış ve 2000 yılında Louis Vuitton dizaynı olan gözleri ve burnu mücevherden yapılmış bir Teddy Bear 2.1 milyon dolara gitmiş mesela. Steiff şirketinin 2017’deki yıllık geliri 50 milyon dolarmış mesela. Bilmem ünü anlatabildim mi?
Şimdi de size ataları Türkiye kökenli doğma büyüme Belçikalı küçük bir kızın hikâyesini anlatacağım. Bu kız çocuğunun çok düşkün olduğu gencecik babası bu sene aniden ölmüş. Annesi biraz kendini avutmak ama asıl kızının acısını dağıtmak için onu Disneyland’a gezmeye getirdi. Florida’nın Orlando şehrinde birlikte gezerken yedi yaşındaki bu kız bir mağazayı görünce aşırı sevindi. Annesinin “sadece bir elbise alabilirsin” şartlandırmasıyla dükkâna girdik. Sadece çeşit çeşit elbiseler değil ayakkabısından tokyosuna gözlüğünden kolyesine giyim kuşam için aklınıza ne gelirse her şeyin bin bir çeşidinin olduğu bu mağaza sadece oyuncak ayıları giydirmek içinmiş iyi mi?
Küçük kızın çeşit çeşit giydirip kuşattığı peluş bir oyuncak ayısı zaten varmış. “Built a Bear” adındaki bu mağazalar zinciri sadece Orlando’da değil benim yaşadığım mahalle dahil Amerika’nın pek çok yerinde de varmış. Almanya başta olmak üzere Avrupa’da varmış çünkü bu mağazalar Steiff şirketininmiş. Teddy ayısını biliyordum ama o gün o küçük o kızla gezmesem benim bunlardan haberim bile olmayacaktı.
Belçikalı kız ve annesinin de ayının adının Teddy olduğundan ve Amerikan başkanının konuyla alakasından haberi yoktu. Onun ayısının özel bir adı vardı. Ona özel bir elbise seçmek o kadar zordu ki birini beğenip diğerini görünce elindekini bırakmasıyla dükkânda o kadar çok dolandık ki sonunda bir yerine birkaç elbise, yanına ayakkabı terlik çorap falan derken koca koca paketlerle doldu ellerimiz. En sonunda da yeni bir ayı daha eklendi alınanlara. Sırf babasız kalan çocuk biraz mutlu olsun diye.
Bu “Bir ayı yap: Built a bear” mağazalarında, içinde pamukların uçuştuğu kocaman şeffaf kutular var. Çocuklar önce boyunu ve rengini beğendiği gövdesi boş peluş ayıyı seçiyor. Sonra seçilen bu peluş, o şeffaf kutudaki pamukların içine üflenmesiyle dolduruluyor. Bu doldurma işine eşlik eden kişi önce çocukla duygusal bir bağ kuruyor. Sonra da çocukla oyuncak ayının duygusal bağını oluşturuyor. Bunun için kurgulanmış bir ritüel var. Çocuğun ayıya özel hareketlerle dokunması sağlanıyor. Sonra hemen orada sıralanmış paletlerden beğendiği koku seçiliyor ve bu kokulu parça doldurulan ayının içine konuyor. Çocuğa seçtirilen bir rozet ayıya iliştiriliyor. Oyuncağa özel bir isim takılıyor, bu sırada çocuğa ayıyla alakalı başka bazı basit şeyler de yaptırılıyor. En sonunda ayının doldurulan bölümündeki dikişlerin ipliği çekilerek delik kapatılıyor. O gün bu işleri yöneten genç kızın en sonunda o ipi makasla bir kesişi vardı ki görmeniz lazım. Doğumda bebeğin göbek kordonunu kesen ebeler onun o iplik parçasını kesişini görseler mesleği bırakırlardı, o kadar yani…
1970’lerde yani Alman terzi Margarate’in bir asır sonrasında, Türkiye’de ilk peluş oyuncak dikimini de Fatoş adında bir kadın başlattı. Oyuncağın dikilmiş bir örneğiyle birlikte kalıp halinde kesilmiş peluşları ev kadınlarına dağıtır ve dikilip doldurulanları toplarken de parça başı ödeme yapardı.
Evden para kazanmak isteyen ve dikiş dikmeyi beceren kadınları taşeron çalıştıran bu hanım sonra işini büyüttü ve “Fatoş Oyuncakları” olarak şirketleşti. Ben bu evlerdeki üretiminin Kadıköy kanadının canlı tanığıyım. Kendisi ile de bizzat tanışmıştım. Hatta onun ayı kalıbını büyütüp uyarlayarak kafasını elyafla doldurduğum peluştan kocaman bir banyo paspası dikmişliğim, eve her gelene bu koca kafalı paspası gösterip övünmüşlüğüm de vardır. Teddy Bear hikâyesi yüzünden anılarım canlanınca şimdi Fatoş oyuncakları ne durumdadır diye internette aradım.
Evde çocuklarına bez bebekler diken bir terzinin ünlü markası olarak anlatılıyor Fatoş Oyuncakları internette. 1971’de Fatoş İnhan tarafından kurulmuş. Önce peluştan turuncu bir ayı yapmış “tonton” adıyla. Sonra bunu eşekler, maymunlar falan izlemiş. Önce kendi atölyesinde dikerken sonra şirketi büyüterek fabrikalaşmış. Barbie bebekle anlaşmış ve Türkiye’de “Lady” adıyla ilk Barbie bebeği de o yapmış. Hem peluş hayvanlar hem de gelin bebekler falan üretmiş. (Oysa ben bebekleri ithal edip sadece giysilerini ürettiğini duymuştum)
Fatoş Hanım’ın şirketi eşinin katkılarıyla çok büyümüş. 1990’larda pek çok şehirde Fatoş Oyuncakları’nın dükkanları açılmış. Türkiye’yi hazır oyuncak bebekle ilk kez tanıştıran bu firma oldukça iyi kazanmış. Ancak milenyumla birlikte batmış.
Fatoş Oyuncakları’nın batışının nedeni Çin’den gelen ucuz rakipleriyle baş edememesi olarak anlatılıyor internet kaynaklarında. 30 senelik başarının güm diye patlamasında başka faktörler de olabileceği kanısındayım.
Ülkemiz firmalarının kurumsallaşamayışının bir başka örneği olarak görüyorum Fatoş Oyuncaklar’ını da. Başkalarının hikâyelerini öğrendikçe de bu konuyu saplantılı bir şekilde düşünüyorum. O nedenle hep aynı soruyu soruyorum:
Bizde eksik olan ne?
Orijinal bir fikir ve ürün yaratmak ve yaratılanı sürekli güncelleyerek geliştirmek yerine sadece taklitle yetinmek olmasın asıl mesele, ne dersiniz?