İnan Özbek
Bektaşi babası gölün kenarında oturmuş çamurdan adamlar yapıp yapıp kenara koyuyormuş. Onu bir süre seyreden birisi en sonunda dayanamayıp, “Baba erenler, nedir bunlar, niye yaptın bunları” diye sorunca Bektaşi, “Yapsam ne olacak bir işe yaramadıktan sonra” demiş.
Ekonomi yönetiminin, 2021 yılı Eylül ayında Merkez Bankasının faiz indirimlerine başlamasıyla eş zamanlı olarak yürürlüğe koyduğu ve de adına ‘Yeni Ekonomi Modeli’ denilen modelin döviz kurlarını ve dolayısıyla da enflasyonu çok hızlı bir biçimde tırmandırması sonucunda, modelin mevcut haliyle işlemeyeceğinin anlaşılmasıyla tasarlayarak yürürlüğe soktuğu uygulamalar Bektaşi fıkrasını çok andırıyor.
Yeni modelin uygulanmaya başlandığı sırada yaklaşık 8 TL olan dolar kurunun düzenli bir şekilde artması ve 2021 Aralık ayı sonlarına doğru bir kur şoku halini alarak 18 TL’ye çıkması sonucunda, alelacele hazırlanarak uygulamaya sokulan ve esasında serbest piyasa ekonomisi kurallarını zorlayan Kur Korumalı Mevduat (KKM) sistemi, başlangıçta olumlu sonuçlar verecekmiş gibi gözükse ve uygulamanın hemen ardından dolar kuru 10 TL civarına düşmüşse de, kısa süre sonra yeniden artmaya başlayan döviz fiyatlarıyla beraber bugün itibarıyla dolar kuru 17 TL’nin üstüne çıkmış ve bu seviyelerde istikrar kazanmış gözükmekte.
Kur artışı sorununa çare olamayan KKM sisteminden geriye kalansa; hemen hemen Aralık 2021’deki seviyelerine dönmüş döviz fiyatları, sistemin başlangıcından bugüne kadar olan süre için mevduat sahiplerini açısından tahakkuk eden ve Hazine’den ödenecek olan 40 Milyar TL’nin üzerinde kamu kaynağı, söz konusu tutarın devlet bütçesinden karşılanacak olması itibarıyla tüm halktan mevduat sahiplerine doğru yapılan bir gelir transferi olgusu ve bunun da halihazırda mevcut olan ciddi gelir adaletsizliğini daha da arttırması oldu.
Kur Korumalı Mevduat Sisteminin çok daha çarpıcı ve de ironik bir sonucu da; modelin yüksek dolarizasyonu tersine çevirerek liralaşmayı arttırma iddiasının tam aksi bir sonuç doğurmuş ve içinde bulunduğumuz günlerde dolarizasyon oranının %70’ler gibi rekor seviyelere tırmanmış olmasıdır.
Yeni modelin beklenen sonuçları vermemesi ve döviz kıtlığı sorunumuzu daha da büyütmesi sonucu, sisteme sonradan monte edilen uygulamalardan olan; ihracatçı firmaların döviz gelirlerinin önce %25’ini, bu yeterli olmayınca da %40’ını Merkez Bankasına satma zorunluluğu gibi önlemlerse çözüm olmak bir tarafa, ihracatçı firmaların yüksek ithalat bağımlılıkları nedeniyle döviz sıkıntısı, ayrıca müşterileriyle ve tedarikçileriyle olan alış-satışlarında kur uyuşmazlıkları yaşamaları gibi sorunlara yol açtı.
Süregiden döviz talebi ve dolayısıyla artan kurlar sorununa karşı bir önlem olarak düşünülerek, geçen günlerde yürürlüğe konulan Gelir Endeksli Senet (GES) uygulaması da, öngördüğü %23’lük getiri oranıyla % 74’lere ulaşmış bulunan ve artmaya devam eden manşet enflasyonu karşısında, yüksek oranlı negatif reel faiz anlamına geldiği içindir ki, ekonomik aktörler arasında ‘dağın fare doğurması’ kabilinden bir algı yaratmış, dolayısıyla döviz kurları artmaya devam etmişti.
Ekonomik sorunlarımızın yüzeysel değil aksine köklü oldukları, bu yüzden de çözüm için çok daha derinlemesine kazmamız gereken bir ortamda, kanseri kocakarı ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışmaya benzeyen söz konusu uygulamaların kalıcı sonuçlar vermeyeceği açık ve tecrübeyle sabit.