İsmail Boy
Türkiye iş dünyasının en bariz özelliklerinden biri, karşılaşılan en küçük ekonomik krizde piyasada talep edilen ürünlerin hemen döviz ile fiyatlanmasıdır. Ürün siparişin verildiği tarihteki fiyat ile değil, fiili ödeme tarihindeki döviz kuru esas alınarak fiyatlandırılarak satılır, bu sistemde satışın ihracat yapan firmalara veya yurt içinde faaliyet gösteren firmalara olması hiçbir şeyi değiştirmez.
Günümüzde işletmeler rekabet edebilmek adına üretim proseslerinin belli kısımlarını işletme bünyesinin dışına taşımakta, artık dilimize yerleşmiş şekli ile İngilizce “outsource” denilen bu sistemde nihai satışı gerçekleştiren ana firmalar üretimlerinin belli safhalarını bünye dışındaki alt işletmelere bırakır yani bir nevi “fason” üretim yapan paydaşlar ile üretim gerçekleşir. Bu tür çalışma, değişik şekillerde olabiliyor, bazen sadece işçilik ve genel giderleri kapsayan işlerin yapılabileceği prosesler olabileceği gibi, bazen da üretimdeki ana veya yardımcı madde giderlerini de kapsayan işlemler olabiliyor.
İhracat yapan firmalarımız satış gelirlerini döviz cinsinden elde ediyor olsalar da, maliyetlerine dahil olan birtakım giderleri döviz cinsinden yapıyor, o nedenle getirmiş oldukları dövizler işletmelerin hayatını sürdürebilmeleri için onlara yine döviz olarak gerekiyor.
Yurt dışından dövizi gelen ihracatçı firmalar bu dövizlerini belli süre içinde aracı bankalara bozdurmak zorunda. Merkez Bankası 2018-32/48 sayılı Tebliği gereği “fiili ihracatı gerçekleştirilen işlemlere ilişkin ihracat bedellerinin yurda getirilme süresi fiili ihraç tarihinden itibaren 180 gün içinde yurda getirilip en az % 80’i bir bankaya satılır” demektedir, bakiye kalan % 20 döviz ihracatçının kendi tasarrufundadır. İhracatçılar, alt işletmelerinden tedarik edeceği veya bizzat kendi üretecekleri ürünleri için veya herhangi başka işlemleri için (örneğin, komisyon ödemeleri vs.) gerekli döviz ödemelerinde bu %20 haklarını kullanırlar, ancak çoğu zaman %20’ler yetmez, daha çok dövize ihtiyaç duyarla. Döviz ihtiyaçlarında eksik kalan miktar için de aracı bankalar ile pazarlık yaparlar, yurda getirmiş oldukları ihracat bedellerini Türk lirasına çevirirken bankadan ihtiyaç tutarı dövizlerin aynı kur ile tekrar kendilerine satılmasını talep ederler, böylece işletmeler ihtiyaçları olan dövizlere kur farkı ödenmemiş olur, aksi durumlarda yeni döviz alımı için ödenecek kur farkları o işletmeler için maliyeti artıracak bir faktör olacaktır.
Şimdi TCMB’nin yeni bir talimatı ile ihracatçılara, döviz gelirlerinin bir kısmını Merkez Bankasına satılma zorunluluğu getirildi. Yayımlanan talimata göre, “İhracat Bedeli Kabul Belgesi (İBKB) veya Döviz Alım Belgesi’ne (DAB) bağlanan ihracat bedeli dövizin %25’i, söz konusu belgelerin düzenlendiği tarihteki işlem kuru üzerinden TCMB’ye satılmak üzere belgeleri oluşturan bankaya satılacaktır. Banka, TCMB adına dolar, euro ve İngiliz sterlini hesaplar açacak ve uygulama kapsamında satın aldığı dövizleri saat 17.00’a kadar toplu şekilde TCMB’ye bildirerek söz konusu hesaplara aktaracak” denilmektedir.
Bu durum hem bankaların hem de ihracatçı firmaların işlerini zorlaştırmakta, dövize ihtiyaç duyan ihracatçı firmaların bankalar ile pazarlık şansı ortadan kalkmaktadır. Bankalar haklı olarak kendi tasarruflarında olmayan bir döviz için ihracatçı ile pazarlığa oturmayacak ve döviz ihtiyacı olan ihracatçıya yeni bir kur belirleyecektir; bu da o işletmeler için ilave maliyet unsuru olacaktır. Sonuçta bu maliyet fiyatlara yansıyacak ve pazardaki rekabet şansını azaltacaktır.
Türkiye’nin ihracat yapısına baktığımızda, Türk ihraç ürünlerinin yüksek teknoloji ile üretilmiş, katma değeri yüksek, ciddi “knowhow” gerektiren veya marka ürünler olmadığı görülür. Nitekim yüksek teknolojik ürün ihracatının toplam ihracatımızdaki payı yaklaşık %3 seviyelerindedir.
Türkiye olarak daha ziyade yükte ağır, pahada hafif ürünler ihraç etmekteyiz. İhracat birim kilogram fiyatımız 1,5 doların altında seyretmektedir, özetle Türk ihraç ürünlerinin yurt dışındaki pazar şansı ağırlıklı olarak fiyat rekabetinde yatmaktadır.
İhracatımızda en çok döviz getiren sektörler otomotiv, kimyasal ürünler ve hazır giyim konfeksiyon sektörleridir. Bu sektörlerin net döviz girişi bakımında nasıl durumda olduklarına bir bakalım…
Otomotivde; üretim için gerekli olan birçok parça üretici firma tarafından yurt dışından direkt ithal edilip araç montajında kullanılmaktadır, bu ürünlerin dışında kalan parçaların iç piyasadan tedarikinde de benzeri sorunlar yaşanmaktadır. Aynı zamanda ihracat da yapabilen otomotiv yan sanayi dediğimiz sektör de kendi üretimi için yabancı ham veya yardımcı maddeler kullanılmaktadır, yani sektörünün ihracattan elde ettiği dövizlerin bir kısmı tekrar direkt veya alt işletmeler aracılığı ile yurt dışına transfer olmak zorundadır. Bu sektördeki firmaların döviz alış ve döviz satış kur farkı nedeniyle karşılaşacağı maliyet farkı pazarda rekabet şansını azaltacağı muhakkaktır.
Kimyasal ürünler sektörünün duruma da otomotiv sektöründen farklı değildir, Kimya sektörü fason işçilik üzerine kurulmuş dersek abartmış olmayız. Son 5 yılda Türkiye’nin en çok ihracat yapan firmalar arasındaki tek kimya firması olarak Tüpraş, Türkiye Petrolleri Rafinelerinin bulunması bu tezimizi kuvvetlendirmektedir, Tüpraş her yıl ülkemize ithal edilen ham petrolden elde edilen ürünlerin yurt içindeki talep fazlasını ihraç ederek döviz kazandırmaktadır ama bu ürünlerinde ithalata bağlıdır ve ana ham maddeyi alabilmek için yurt dışına döviz ödenmektedir. Türkiye kimyasal madde ihracatında sadece katma değeri yurt içinde kalabilmektedir, dolayısı ile döviz sisteminde yapılacak en küçük bir değişiklik bu sektörün rekabetteki şansını zorlayacaktır.
Gelelim konfeksiyon sektörüne; öncelikle bir tekstil ülkesi olduğumuzu söylenmesine rağmen, genelde pamuklu ürünlerin dışındaki sentetik ürünlerin büyük kısmı ithalata dayanmaktadır, yerli imalat ürünlerde bile fiyatlar döviz üzerinden konuşulmaktadır, Kumaşından astarına, fermuarından düğmesine kadar birçok malzeme girdisi artık döviz üzerinden fiyatlandırılıyor, maliyet hesapları döviz cinsinden yapılıyor, ödemelerin Türk lirası olması da fazla bir şey değiştirmiyor, döviz kurundaki en ufak bir oynama anında maliyetleri etkiliyor. Konfeksiyon üretirken yeni keşifler yapmıyoruz, yurt dışı alıcılar bizi çok sevdikleri için değil fiyatlarımızı sevdikleri için bizimle iş yapıyor, nitekim geçmiş yıllarda Türkiye’de ofisleri olan birçok uluslararası hazır giyim firması Türkiye’deki üretimi pahalı bulduğu dönemlerde buradaki ofisini hemen kapatıp başka ülkelere gitmiştir.
Dövizdeki sıkıntılı durum sadece bu üç sektör ile de sınırlı kalmayacak ve birçok sektörde yaşanacaktır görüşü hakimdir. Örneğin elektronik üretiminde kullanılan birçok parça, ev eşyaları ihracatında plastik, metal ve benzeri birçok madde, gıda ürünleri ihracındaki yağdan tutun glikozlar, kakaolar, çeşitli vitaminler ve benzeri birçok ürün dışarıdan gelmektedir yani ihracatın sürdürülebilmesi için dövize ihtiyaç hep vardır ve daha da olacaktır.
Turgut Özal iktidarı döneminde Türkiye’nin ilk dışa açılma hamlelerine başlamış, ihracatçıya getirdiğin dövizin 50% sini kendi ithalatında kullanabilirsin veya devredebilirsin benzeri bir kural ile ihracatçı teşvik edilmişti. O sinerji ile ihracatımız 3 milyar dolarlardan bugünlere geldi, şimdi ihracatçının getirdiği dövize Merkez Bankasının göz koymasının ihracatçıda nasıl bir burukluk yaratacağını tahmin etmek zor değil.
Ülkenin döviz ihtiyacı anlaşılabilir ancak çok güzel bir atasözümüz var: “Attığımız taş ürküteceğimiz kurbağaya değsin.” Korkarız ki TCMB’nin bu yeni talimatı ihraç ürünlerimizin dış pazarlarda maliyetine olumsuz yansıyacak ve pazar kayıplarına dolayısı ile ihracat dövizlerinin girişinde yavaşlamaya neden olacaktır…