İsmail Boy
Türkiye’nin dışa açılması Turgut Özal ile başlamıştır, meşhur 24 Ocak 1980 kararlarının alınmasında DPT (Devlet Planlama Teşkilat) müsteşarı olarak önemli bir rol oynamış, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında kurulan hükumette bakan olarak yer almış ve Türkiye ekonomisini dış pazarlara açmak için bir dizi kararlar almıştır.
1980 öncesi yıllarda dış ticaret denilince akla ihracattan ziyade ithalat gelmekteydi, geleneksel tarım ürünlerimiz olan pamuk, incir, fındık, tütün, el dokuma halı gibi ürünler dışında ihraç edebilecek sanayi mamulümüz veya işlenmiş tarım ürünlerimiz hemen hemen yok gibiydi.
Bu döneme kadar ülkemize iki önemli kaynaktan döviz girişi vardı: İlki yıllık 2-3 milyar dolarlar seviyesindeki ihracatımız, diğeri de başta Almanya olmak üzere yurt dışına çalışmaya giden işçilerimizin yollamış oldukları işçi dövizleri idi.
Ülkelerin ihracat yapmalarının amacı, ithalatlarını finanse edebilmektir, ihracattan yeterli döviz sağlayamayanlar ithalatlarını yaparken zorlanırlar. Türkiye o dönemler ithalatında ciddi sıkıntılar yaşamaktaydı, bir kere lüks tüketim mallarının ülkeye resmi yollardan girişi yasaktı, otomobil veya yatırım araçları ancak yurt dışındaki işçilerden satın alınan permiler ile gerçekleşebiliyordu, sanayi için gerekli olan ham ve yardımcı malzemelerin ithalatı ise üreticiler tarafından ve uzun prosedürlerle yapılabiliyordu.
Öncelikle ithal edilecek ürünün Türkiye’de üretilen bir mal olmaması gerekirdi, üretimi varsa zaten üretici firmalar bağlı oldukları meslek odaları aracılığı ile Sanayi Bakanlığına başvurup o malın ithalatına gerek kalmadığını belirtir ve ülkeye girişine engel olurlardı. Devletin bu engellemelerdeki amacı yeni sanayileşen her ülkede olduğu gibi bizde de gelişmekte olan yerli sanayi korumak idi.
İthal edilecek ürünler Sanayi Bakanlığı tarafından belirlenen ve her yıl Resmi Gazete’de yayınlanan Liste I, Liste II ve Kotalı Mallar adı ile yayınlanan mal listelerde yer alırdı, bu ürünleri ithal edecek firmalar ancak sanayi ve ticaret odalarınca belirlenen firma kapasitesine uygun miktarlarda ve yine Sanayi Bakanlığından alınan ithal müsaadesi ile gerçekleşirdi, yani oldukça ağır bir bürokrasisi vardı, bu izni almak yetmiyor bir de finansmanı için Merkez Bankasından döviz tahsisi çıkarmak gerekiyordu.
O dönemlerde mutfak eşyaları üretimi yapan bir firmada çalışıyordum. Japonya’daki bir üretici firma ile yazışıp sanki alıcıymışım gibi katalog ve fiyat listesi istemiştim, aldığım mektupta (henüz elektronik mail olmadığı için ancak posta aracılığı ile yazışabiliyorduk) cevaplamamı istedikleri 2 soru vardı
-Ülkenizde mutfak eşyaları üretildiği için ithalatı yasaklı bir malı siz nasıl ithal edebileceksiniz?
-Ülkenizin ciddi bir döviz ödeme sıkıntısı vardır, siz ödemeyi hangi şartlarda gerçekleştirebileceksiniz?
Dünyanın öbür ucundaki bir ülke, Türkiye’deki ekonomi ve mevzuat hakkında bilgi edinmişti, anladım ki dış ticarette başarılı olmanın şartlarından biri de, başka ülkeler hakkında detaylı araştırmalar yapmaktır.
Türkiye 1980’lere kadar ihracat yapmak düşüncesine sahip değildi, iç piyasada ithalatın ve rekabetin olmadığı bir ortamda, üstelik üretim için ham madde sıkıntısı varken ve iç pazardaki müşteri ne üretilirse üretilsin satın almak zorunda iken, iş insanı ihracatı düşünebilir miydi? Rasyonel akıl elbette düşünemez diyordu.
Türkiye’nin geleneksel tarım ürünleri dışında hafif sanayi ürünleri ihracatı ile ilk tanışması 1980 askeri darbe sonrasına rastlar, ilk ihracat seferberliklerinden biri Libya’ya olmuştur.
Libya’da Albay Muammer Kaddafi, 1969 yılında dönemin Libya kralı İdris el Sunusi’nin tedavi için Türkiye’ye gelmesini fırsat bilerek askeri darbe ile kralı devirmiş ve Libya Sosyalist Halk Cemahiriyesi’ni kurarak başına geçmiştir.
Türkiye’nin geçmiş dönemlerde Libya ordusuna verdiği eğitim desteği Kaddafi’nin Türkiye’ye sıcak bakmasına neden olmuştur. Öncelikle Türk müteahhit firmalarına Libya pazarını açmış ve Türk inşaat sektörünün yurt dışı taahhüt işlerindeki ilk deneyimlerini kazanmasında önemli bir rolü olmuştur,
Türk müteahhitlerimiz Libya’da edindiği bu inşaat deneyimini daha sonra Irak ve Suudi Arabistan’da, 1985 yılında Mihail Gorbaçov’un SSCB’nin başına geçmesi ile de Rusya pazarında değerlendirerek ülkemize “yurt dışı taahhüt hizmet gelirleri” adı altında ciddi kaynaklar sağlamıştır.
Kaddafi Libya’da ticareti 1979 yılında devletin kontrolü altına alıp her türlü dış ticaretin devlet eli ile olmasını sağlamıştır, Türkiye’deki 1980 askeri darbesi sonrasında Libya’dan resmi bir heyet Kaddafi tarafından mal alımı ile görevlendirilerek Türkiye’ye yollanmıştır, bu heyet, mutfak eşyalarından, giyim kuşama, plastik oyuncaklardan, metal el aletlerine kadar her türlü hafif sanayi ürünlerde Türk sanayicileri ile görüşüp onlara milyonlarca dolarlık siparişler vermiştir.
Libya ile yapılan ihracat anlaşmaları Türkiye’de ihracatının gelişmesinde önemli bir ivme kazandırdı. Türkiye döviz darboğazını aşmak adına ihracata birçok teşvik tanıdı, bu teşviklerin arasında ürünün cinsine göre FOB (Nakliye hariç) mal bedelinin %25’ine varan ihracatçıya vergi iadeleri ödemesi bile vardı, hatta yıllık ihracatı 30 milyon doları aşan firmalara ayrıca %10 daha ek vergi iadesi veriliyordu. Yani büyük ihracatçı şirketler yaptıkları ihracatın %35i kadarını da ek olarak Merkez Bankasından vergi iadesi adı altında tahsil edebiliyordu, bu olay daha sonraları hayali ihracat suistimallerine de neden oldu, aralarında başbakan Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in de bulunduğu birçok insan ve firma hayali ihracata karıştı ve çeşitli cezalar aldı…
O dönemlerde benim çalıştığım firma da Suriye, Mısır gibi civar ülkelere küçük çaplı ihracatlar yapıyordu, Libya heyeti ile görüşen ve anlaşma imzalayan firmaların arasında biz de vardık, birçok küçük ve orta boy sanayici ile birlikte ve büyük ümitlerle başladığımız ihracatta yaşanılan acı, tatlı serüvenleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir sonraki yazımda o dönemlerdeki Libya ihracatında yaşanılanları aktarmaya çalışacağım…