Dr. Nevin Sütlaş
Sosyal medyada bir hikâye dolaşıyor ki beğenen beğenene. Bir ülkenin diktatörü, kendisi hakkında çok şikâyet olunca halkını bir meydana toplamış. Madem beni istemiyorsunuz, öyleyse bir şartla giderim, demiş. Siz bu üstü kapalı havuzu bu gece sütle doldurursanız ben de yarın sabah yönetimi bırakıp gideceğim. Sabah da herkesin huzurunda havuzun kapağını kaldırmış. Bir de bakmışlar ki havuz süt yerine suyla dolu. Çünkü herkes nasılsa benim döktüğüm su diğerlerinin döktüğü sütün içinde belli olmaz diyerek gece karanlığında su dökmüş havuza. Bakın demiş diktatör, siz de benim gibisiniz, öyleyse beni niye kovuyorsunuz ki?
Topluma ayar vermeye çalışan bu hikâyenin neresinden tutsan elinde kalır. Siz de tıpkı benim gibisiniz diyebilecek kafada birinin diktatör olabilmesi bile başlı başına soru zaten ama ayrıntıları boş verip bu meselin ana fikrine bakalım: Neymiş; başınızda bir diktatörünüz varsa kabahatlisi sizmişsiniz. Öyle midir sahiden?
Herkes hak ettiği rejimde yaşar ile başlayan bir dizi inanışımız var. Bu inanışın dayanağı, olan biteni biz hak ettik yaklaşımıdır. Suçlu biziz, biz…
Bu şekilde dile getirilen “biz” lafı hemen herkesin ağzında “ben hariç biz” içeriğinde kullanılır. “Tembeliz biz kardeşim..” dediğimizde içimizden “ben çalışkanım da bizimkiler tembel” diye düşünmek yaygındır. “Biz doğru dürüst direnebilseydik böyle mi olurdu işin sonu” derken kast ettiğimiz de “ben elimden geleni yaptım ama …”dır. En sonunda pes edip “bizden bi halt olmaz zaten” diyerek efkarlandığımızda “ben olsam…” diye başlayan bir düşünce silsilesi ile gene “ben hariç biz” demekteyizdir. Biz diye başlayan bütün negatif yorumlarımızda kendimizi de işin içine katıyormuş gibi yaparak aslında kendimizi aklamaya çalışırız. Böyle olunca da başımıza gelenler “ben hariç ötekilerin” suçu oluverir. İyi de suçlu kim?
Biz efendilik gösterip özde ya da sözde “suç bizde” desek de aslında elbette ötekiler suçludur. Suç, burada tam içimizde de olsa, suçluların kökü dışardadır. O açgözlü katil ülkedir masum ülkemizi sömüren. O paraya doymayan üç beş büyük ailedir bizim gibi tertemiz insanların kanını kurutan. O vatanını satan ajan bozuntularıdır her şeyi yerle yeksan eden. O dinsiz ahlaksız dindarlardır her türlü pisliğe bulaşan. O, ataist dinsizlerdir. O, gizli gizli ayin yapanlardır. O, şeytana tapanlardır… “O” var ya o, ben değil, biz değil, siz de değilsinizdir estağfurullah, O, işte O’dur her türlü kötülüğün müsebbibi. Diktatörlüğün de…
“O” da senin benim gibidir oysa, kendi çıkarını düşünendir. Fırsatını buldu mu karşısındakinin hakkına tecavüz eden. Cezasını çekmeyeceğinden emin olunca dümdüz giden. Bencil, çıkarcı, fırsatçı, hain olan insanın öz benliğidir. Yalancı, dolandırıcı, hırsız, arsız olan insanın öz benliğidir. İnsanın en derininde yatan “öz” olmasını istediğimiz gibi tertemiz bir şey değildir ne yazık ki. Marketindeki malın etiketine başka kasaya başka fiyat yükleten kodaman kendi yurttaşımızdır. Çocuğa tecavüz eden kendi ırktaşımızdır. Tarihi eserleri çalıp yurt dışına kaçırtan kendi vatandaşımızdır. Vergi kaçıran hemşerimizdir. Sattığı süte su karıştıran köylümüzdür. İnşaat demirinden çalan komşumuzdur. Yalanını yüzlemediğimiz kadim dostumuzdur. Dedikodumuzu yapan yakın arkadaşımızdır. Altın bileziğimizi yürüten kardeşimizdir. Cüzdanımızı çaktırmadan boşaltan eşimizdir… Bize soran olursa bütün kötülükleri yapanlar ötekilerdir.
İnsan “öz”ünde çıkarcı, bencil ve de ahlaksızdır. Ama biz değiliz. Ben de değilim. Eğer gerçekten değilsem, eğitilmişim (deyim yerindeyse uygarlaşmışım) demektir. Eğer gerçekten biz öyle değilsek, özümüz öyle olmadığı için değil, özümüzü yönetebilen bir akla-fikre sahip olduğumuz içindir. İnsanı yüceltmeye çalışmak, aklı yüceltmektir. Çünkü akıllı insan bencilliğinden kurtulmuş değildir ama kendi çıkarının insanlığın ortak çıkarına bağlı olduğunu bilir. Kısa vadeli çıkarı için davranmasının akılcı olmadığını, sadece içgüdü olduğunu kavrayabilir. Ancak bu gerçeği gerçekten kavramak o kadar zordur ki insanlığın ortak çıkarı için harekete geçen insan evladı parmakla gösterilecek kadar azdır. Bu en temel gerçeği kavratmanın adına da eğitim denir. Öğretim değil, gerçek eğitim insanın özündeki çarpıklığı gidermektir.
Çarpık özümüzü bilip, kabullenip sloganı gerçeğe çevirmemiz şarttır: Beşikten mezara kadar, eğitim, eğitim, eğitim…
Yüz binlerce yıllık yaşına rağmen insanlık iki ileri bir geri yürüyüşünü tamamlayamamış, hâlâ insan olamamış durumdadır. Çürük özleri göstermek için ileri uzatılan, “O”nu gösteren o işaret parmağını kendine doğru çevirmedikçe de insan insanlaşamayacak demektir. Hikâyenin ana fikrine hiç de haksızlık etmeyelim. Sütle dolması gereken havuzlar hep suyla doluysa Nazım da haklı bir yerde:
Kabahatin hepsi değilse de birazı da senin be canım kardeşim.
Yani benim.