Aydın Sezer
İlk olarak 2006 yılında yayınlanan eski bir yazım…
***
Sanırım 1996 senesiydi, Valeriy Meladze ile tanıştığım yıl. Moskova’da trafikte seyir halindeyken araç radyosundan dinlediğim bir Rus pop şarkısının hoşuma gitmesi üzerine sormuştum.
“Kim bu şarkıcı?”
Aldığım cevap o an bir anlam ifade etmedi. “Valeriy Meladze”, dedi Rus arkadaşım. “Gürcü bir müzisyen, üstelik doğduğu şehir Türkiye sınırına çok yakın, Meladze Batum doğumlu” diye devam etti.
Bizim kuşağın komşu ülkeler algılamasına yeni katılan bir ülkeydi Gürcistan. Öğrencilik yıllarımızda komşu ülkeleri sayarken SSCB deyip geçerdik. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte, yeni komşularımız oldu. O tarihte orta yaşlı bir kuşaktan sayılmamıza rağmen komşularımızla ilgili temel bilgilerden dahi yoksunduk.
Moskova’da yaşadığım dönemde Valeriy Meladze ismini çok sık duyar oldum. Hatta bir akşam Moskova Metalitsa’daki konserinde canlı dinleme olanağını dahi buldum.
Moskova’da Gürcü şaraplarıyla ve vazgeçilmez içeceğimiz Borjomi’yle de tanıştık. İyi huylu kolesterolümüzü arttırabilmek için doktor tavsiyesiyle, ilaç niyetine günde bir kadeh kırmızı şarap içtiğimiz dönemde, özellikle yarı tatlı kırmızı şaraba karşı bir bağımlılık oluşmaya başlamıştı. İlacımız; “Alaznis Valley, red semi sweet Georgian wine.” Derken Moskova’daki Gürcü restoranları ve haçapuri. Kısaca, Meladze, Borjomi, şarap ve haçapuri gündelik hayatımızın bir parçası oldu, bir de Gürcistan’a karşı oluşmaya başlayan sempati. Bu süreçte Arçil ve Şota’yı da unutmamak gerekiyor.
Ankara’ya döndükten sonra, bir fırsatını bulsam da gidip Gürcistan’ı görsem diye düşündüğüm dönemde, en yakın arkadaşım Batum’a başkonsolos olarak tayin edildi. Aynı dönemde, Gürcistan’ın Ankara’daki–şimdiki -büyükelçisinin göreve yeni başlaması vesilesiyle verdiği tanışma yemeklerinden birisine davet edildim. İlk kez bu kadar genç ve dinamik bir büyükelçiyle karşılaşıyordum. Aynı dönemde çalışmakta olduğum firma, Kavrakoğlu Management Institute, Gürcistan’a uzaktan eğitim yoluyla bilgi ihracatına başladı. 2005 yılı benim turist olarak veya iş seyahatleri nedeniyle Batum’u ve Tiflis’i görme şansımın olduğu yıldı.
Bu coğrafyada Ermenistan ve Erivan hariç bütün ülkeleri, şehirleri gördüm. Tiflis tam beklediğim gibiydi; farklıydı. Bir şehri farklı kılan özellikler kuşkusuz kişiden kişiye değişir. Benim için en önemli kıstas yiyecek ve içecek üzerine kuruludur. Diğerleri bu kıstastan daha sonra gelir. Kaldı ki, Gürcistan diğer kıstaslar açısından da oldukça iyi düzeyde.
Birkaç günlüğüne gittiğim Batum’dan, Trabzonspor’un Dinamo Batum ile oynadığı sezon açılış maçını Trabzon’a gelip izleyerek, aynı gece Batum’a dönmem benim için unutulmayacak bir anı oldu. Gürcistan ne kadar yakın bir ülkeymiş meğer. Sınırımıza 15 kilometre mesafedeki Batum ve Gürcistan’ın batıya, Türkiye’ye açılan sınır kapısı Sarp. İki ülke halkının aralarındaki derin dostluğa zarar vermeksizin, Sarp’ta birbirlerine nazire yaparcasına ön plana çıkarttıkları iki şey; Cami ve Haç.
Bugün Batum’da bir Türk konsorsiyumu tarafından inşa edilmekte olan havaalanını iki ülke ortak işletecek. Rize, Artvin, Hopa ve sınıra yakın diğer il ve ilçelerin yolcuları, Ankara’dan, İstanbul’dan evlerine “yabancı” bir ülke üzerinden gitmeye başlayacaklar. Bu kuşkusuz iki ülkeyi daha da yaklaştıracak bir gelişme olacak. Elbette Gürcistan vizesi alarak Artvin’e gidilmeyecek. Zira, Gürcistan zaten Türk vatandaşlarına vize uygulamayan ender ülkelerden birisi. THY’nin, bilet ücretleri ve uçuş saatleri politikalarıyla özenle izlemekte olduğu komşu ülkeleri Türkiye’den uzaklaştırma stratejisi bu gelişmelere nasıl yansıyacak, göreceğiz. Allah’tan özel havayolu şirketlerimiz de var artık.
Batum havaalanının ortak işletilmesine dair ilk teklifin Gürcülerden geldiğini sanıyorum. Necdet Menzir’in Ulaştırma Bakanlığı döneminde bu konu Gürcü tarafının teklifi üzerine araştırılmaya başlanmıştı.
Cumhurbaşkanımız Sezer’in Gürcistan’a yaptığı son ziyarette Saakaşvili’nin, Türkiye ile ekonomik entegrasyon konusunu dile getirmesi, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi sürecinde Gürcü tarafının daha istekli, aktif ve somut önerilerde bulunmakta olduğunu gösteriyor. Zira, daha önce de vurguladığımız gibi, Türkiye ‘Batı”da yer alan bir ülke. Saakaşvili’nin ülkenin bağımsızlığını koruma ve kalkınma sürecinde Atatürk’ü örnek aldığını kaydetmesi ise, başlı başına dikkatlice değerlendirilmesi gereken bir nokta.
Küresel ekonominin hayatımıza getirdiği büyük değişim, özellikle sahip olduğumuz emek yoğun sektörlerde sona doğru yaklaşmakta olduğumuza dair sinyalleri de beraberinde getiriyor. Bugünkü küresel rekabette, mevcut üretim kapasitemizle rekabet şansımızı kaybediyoruz. Sahip olduğumuz sermaye ve emekle, bazı temel sektörlerde üretim yapabilmemiz giderek imkansızlaşıyor. Üretim yapımızın niteliğini değiştirmek, bir sıçrama yaparak küresel rekabette başka bir boyuta geçmenin yollarını aramamız gerekiyor. Bu süreçte, en iyi yaptığımız işleri tasfiye etmek yerine, bu işleri, bu işlere uygun bir ‘çevre’ de değerlendirmek kuşkusuz ekonomik açıdan ülkemize büyük avantajlar sağlayacak.
Bu uygun ‘çevre’ neresi olabilir acaba?
Gürcistan.
Gürcistan doğu ve güneyimizdeki diğer komşularımıza göre daha istikrarlı ve Türkiye’ye daha yakın bir ülke.
Gürcistan din ve etnik köken itibarıyla diğer komşularımızla kıyaslandığında bize daha uzak olması beklenirken, tam tersine bize en yakın komşu ülkelerden birisi, hatta en yakın komşu ülke.
Gürcistan Orta Asya’ya da açılan yol üzerindeki stratejik bir kapı.
Gürcistan enerji geçiş yollarındaki stratejik ortağımız.
Gürcistan’la ikili ilişkilerimiz mükemmel olarak tanımlanıyor.
‘Hangi sektörlerde, hangi yatırımlar yapılamaz’ diye araştırılması gereken bir ülke Gürcistan.
Ekonomik açıdan değerlendirme yaparken Gürcistan’ın ’geçiş süreci’ ekonomisi olduğunu hatırda tutmamız gerekiyor. O klasik hataya düşmemeliyiz. Pazar altyapısının fiziki ve hukuki düzeyde yetersizliklerini ön plana çıkartmak ve buna göre bakış sergilemek marifet değil. Bu coğrafyanın bu gerçeğiyle, ne yapılabilir sorusuna cevap arayışında bulunmak girişimciliğimizin kalibresiyle de ilgili.
Ayrıca, geç kalmamak da gerekiyor.