Dr. Nevin Sütlaş
Gezgin bir Türk kadın sosyal medyada Kore gezisinin izlenimlerini aktardı. Pek çok başka şeyden söz ederken Korelilerin giyim kuşamından da söz etti. Dolaylı yoldan da olsa çok rüküş olduklarını söyledi. Örneğin genç kadınların tülden yapılmış eteklerin altına erkek çorabı giydiklerini, üstüne üstlük böyle bir kıyafeti terlikle tamamladıklarını anlattı.
Bu anlatım aklıma pek çok şey getirdi.
Amerika’da yaşayan Polonyalı bir genç kadın, ben bir Polonyalıyı uzaktan tanırım, demişti. Terliğin içine çorap giyerek gezen sadece bizimkiler, diye iddia etmişti. “Bizimkiler de” diye lafa atlamadımsa da “sadece sizinkiler değil, yanılıyorsun” diye iddialaştım çünkü Amerikalılar bu konuda bir numara bana göre. Bak şimdi onlara özenen Korelileri de öğrendik.
Biraz tarihi anımsayalım ki yadırganan bu gençlik modasını kavrayabilelim. Kore aslında tutucu, gelenekçi bir ülke. 2. Dünya Savaşı’na kadar tümüyle dışa kapalı. Dünya savaşında bu ülkeye sahip olmaya çalışan Rusya (Sovyetler Birliği) ile Amerika’nın kapıştığı bir sahne olmuş (Amerika’ya yaranacağız diye bizim de askerlerimizi gönderip heba ettiğimiz “ahhh o Kore”) Bu iki dev yenişemeyince Kore’yi ikiye bölerek paylaşmış. Adı paylaşma olmamış elbette ama ortadan ikiye bölünen Kore’nin kuzeyde kalan parçası Rusya etkisi ile komünist olmuş, güneyde kalan parçası da Amerikan etkisi ile kapitalist. Her iki ülke de yavrusu saydıkları bölüme desteklerini eksik etmemiş. Sovyetler çökünce kuzey yarı öksüz kalıp yarışta geriye düşmüş ise de Kuzey ve Güney Kore hâlâ birbiriyle yarışıyor. Bu yarışta hangi yarıda yaşadıklarına bakılmaksızın, Korelilerin çalışkan karakterleri gerçek birer örnek oluşturuyor. Gerçi Kuzey hâlâ kapalı kapılar ardında yaşadığı için pek bilinmiyor ama Seul başta olmak üzere Güney Kore çalışkanlığın ve hızlı gelişimin vücut bulmuş örneği.
Sistemlerin yarışmasına podyum olan Kore’de insanların davranışları kökten değişmemişse de kültürleri epeyce değişime uğramış. Popüler kültürün en önemli göstergesi giyim kuşam. Gezgin Türk kadınının güneyde gözlemleyip bildirdiği iki özellik var. Birincisi giysilerin soluk renklerden seçiliyor olması, renklilerin hemen hemen hiç kullanılmaması. Bu seçim Korelilerin göze batmak istemeyen karakterleri ile çok uyumlu. Giysiler için diğer vurguladığı nokta, yani tül etek altı erkek çoraplı görüntü gibi zıpcıktılıklar da Batılılaşma akımının gençlerdeki dışa vurumu.
Kore gençlerinin bu absürd giyinme modasının yeni yetmelerde başlayıp hızla yayıldığını çok ilginç bir biçimde öğrenmiştim. Orlando’daki Disneyland’ı gezerken rastladığım bir sanat sergisinde. Gencecik bir Koreli stilist kızın başlattığı bu modanın bence saçma sapan olan birçok modelini o sergide gördüğüm için Güney Kore’yi dolaşan gezgin kadının yerinde ben olsaydım sokaktaki gençlerin giysilerine şaşırmazdım. Müze ve galeri gezmeye bayıldığım için böyle olur olmaz şeyler de öğreniyorum. Nerden nereye işte…
Bu arada Kuzey Kore’ye özel izinle giren ve izin verilen yerleri ve kişileri fotoğraflayabilen Batılı bir gazetecinin yaptığı ilk belgeseli izlemiştim. Sonra National Geographic’in Kuzey Kore belgeselini de gördüm. Kadın asker, kadın polis ve diğer görevli kadınların üniformaları tek tip ve oldukça demodeydi. Sokaktaki sıradan kadınların giysilerinin de bugünün modasıyla uzaktan yakından alakası yoktu. Hepsinin tertemiz ve bakımlı görünüşünün ise fotografçıya sunulan sınırlı çerçeve ile alakası olabilir. Kuzey Kore kadın giysileri için kesin olarak söylenebilecek şey güncel moda ile uzaktan yakından alakası olmadığı. Başlarındaki diktatör ne Batı’nın ürünlerini ülkesine soktuğu ne de Batı televizyon ve gazetelerine izin verdiği için modayı izlemeleri bile mümkün değilken nerede kalmış malzemeleri bulup uygulamaları zaten. (Son yıllarda illegal yollardan dış ülke radyo ve televizyonlarını izlemeye başlamışlar ama gene de erişebildikleri Güney Kore ve Çin ile sınırlıymış gibi anladım)
Moda denince ilk aklımıza gelen giysiler oluyorsa da elbette moda bunun çok daha ötesinde. Giysiler değiştikçe adetler de değişiyor, yaşama biçimi de. Ya da tam tersi; önce yaşama biçimi sonra giysiler değişiyordur, bilemiyorum. Sonuçta tavuk yumurta ilişkisi.
Geçen hafta Halloween idi. “Cadılar Bayramı” diye de anılan Halloween kutlamaları bir Amerikan adeti. Pagan dönemde kışa girerken yapılan şükür ve bereket kutlamalarının Hristiyanlıkta kendine yer bulmasıyla değişen ve zamanla şekilden şekle giren bir adet. Cadılar Bayramı, önceleri Amerikan ailelerinin hep birlikte ürkücü senaryolarla ürkütücü mekanlar düzenlediği, kendilerinin de en korkunç kılığa büründüğü bir günken, şimdilerde kimin ne isterse giydiği ne idüğü belirsiz bir şeye dönüşmüş durumda. En çok da çocukların kostümlere büründürüldüğü bir gün Halloween. Ne istersen onu giyebiliyorsan da cadı gibi giyinmek ve boyanmak gene de birinci tercih. Sonuçta Halloween kutlamaları, pek çok dini gelenek gibi özünü kaybetmiş, şekilciliğe bürünmüş bir adetler dizisi.
Hallowen’i kutlayanlar bahçelerini, kapılarının önünü, duvarlarını, camlarının içini hatta damlarını bile cadılarla, iskeletlerle, devasa örümceklerle, türlü şekilli korkutucu objelerle donatıyor. Çeşit çeşit kostümlü çocuklar da ellerinde birer torbayla bu hazırlanmış evlerin kapısını çalıp “treat or trick” diyorlar. Bu lafın özü “Ürkütücü numaralar yap, yapmıyorsan da bari tatlı bir şeyler ver” gibi bir şey. Özetle kapıya gelen çocukları ya eğlendirmek ya da ağızlarını tatlandırmak gerekiyor. Pratikte yapılansa şekerleme ve çikolatamsı şeylerden bir tabak hazırlayıp seçmesi için gelenlere uzatmak, hatta bizzat sunmaya bile zahmet etmeyip kapının önüne koydukları bir masanın üzerine isteyen alsın diye bırakmak. Bu şekerli şey ikramı açısından bizim Şeker Bayramı’ndan pek de farkı kalmamış gibi. (Şeker Bayramı’nın hangi şaman geleneğinden dönüştüğü ise ayrı hikâye)
Amerika’da Halloween kutlayan mahalleler ve sokaklar belli çünkü etnik ve dini gruplar genelde belli yerlerde birlikte yaşıyor. Özellikle geleneklerine bağlı olanların yaşadığı mahallelerin sokakları Cadılar Bayramı’nda çoluk çocuk rengarenk insanlarla dolup taşıyor. Konu o kadar çeşitlenip bambaşka yerlere taşınmış durumda ki örneğin Florida’nın geyler mahallesinde, sadece cinsel organını paketlemekten öte üzerinde hiçbir giysi olmayanların sokaklarda dans ettiği gösterilere bile ev sahipliği yapıyor Halloween. Özetle, günümüzün göstermek üzerine kurulu düzeninin bir başka yansıması olan bu özel günde hem süslenmiş olan evler/bahçeler hem de süslenmiş olan insanlar fotoğrafçılara zengin görüntüler sunuyor.
Bu sene, Güney Kore’nin Seul kentinin Halloween kutlamaları da fotoğraflık oldu ama kelimenin gerçek anlamıyla kan ağlatan fotoğraflar bunlar. Koreli gençler süslenip püslenip hep beraber yollara dökülünce, Seul’un Mardin misali daracık sokakları bunca kalabalığı sığdıramadı. Yüzlerce genç kalabalığın arasında sıkışarak can verdi.
Bir yoğun bakım hekimi olarak iyi bilirim, boğularak ölmek ölümlerin en berbatıdır. Gencecik insan yavrularının önden arkadan gelen başka gençlerin arasında sıkışıp nefes alamadığı için boğularak ölmesi inanılmaz bir şey. Çok ama çok üzücü bir durum. Ölenlerin anne babalarının acısını tahayyül etmek bile mümkün değil…
Koreliler Hristiyan değil. Bir Koreli genç, hiçbir açıdan bir Amerikalı gence benzemiyor. Ne fiziksel özellikleri ne de huyları ile. Şakanın da şekerin de peşinde değiller. Bu gençlerin niye Halloween kutladıkları hiç belli değil. Popüler kültür, dünyanın öbür ucundaki adeti getirip onlara giydirmiş işte. Kendisi olmaktansa başkasına benzemeye çalışan bu gençler, bir gün arkadaşlarıyla beraber sokaklarda havalı havalı dolaşıp keyif sürmek isterken canlarından oldular.
İzdiham yüzünden birkaç saat içinde 151 Koreli gencin ölmesi tam bir katliam. Ancak ortada bir katil yok. Çoğu kız yirmili yaşlardaki bunca genç pisi pisine gitti.
Pisi pisine, öyle mi?
Globalizm her şey gibi dünyanın dört bir yanındaki insanların huylarını da karman çorman etti. O yüzden, Hıristiyan bile olmayan Koreli gençler Cadılar Bayramı’nda telef olup gitti. Şeker Bayramı’nda baklava ikramının “out” cadılar bayramında kara tüllere bürünmenin “in” olduğu Müslüman (!) bir ülkenin vatandaşı olarak, hâlâ bir demir perde (!) ülkesi olan Kuzey Kore’nin bayram kutlamalarını feci halde merak ettim. (Kuzeyliler ne için bayram ediyor acaba deyince bizim gibi onların da bir “Çocuk” bayramının olduğunu öğrendim ama bizim mi onların mı önce başladığını öğrenemedim)
Yağmur ormanında izole yaşayan kabilelere bile cep telefonu satan neo-globalizmin, ağababasını çoktan yitirmiş olan Kuzey Kore’ye hâlâ girememiş olması inanılır gibi değil. Böyle düşünerek biraz daha kurcalayınca, bazı Amerikan vakıflarının desteği ile Kuzey Kore’de gizlice çekilen başka bir belgesele daha eriştim. CIA ajanlarının ülke hakkında anlattıklarını da o filmde dinledim. Aaa o da ne ? Tam 2 milyon kişinin cep telefonu varmış artık Kuzey Kore’de, sayı hızla artmaktaymış. Üstelik Türkçe bir devlet sitesinde bahsedildiğine göre Güney Kore Hükümeti, Amerika desteği ile Kuzeye insani yardıma da başlamış…
Dünyanın erişilememiş hiçbir köşesi kalmadı artık. Slogan da belli: Ölen ölür, kalan sağlar müşterimizdir.
Yaşasın Cadılar Bayramı!..