Emre Dilek
Aristoteles Metafizik kitabına ‘’İnsan bilmek ister’’ diye başlar. İnsanın bilme konusundaki temel motivasyonu hayatta kalma içgüdüsüdür. İnsan, biyolojik olarak zekâ konusunda doğadaki diğer canlılardan daha yetkin olması ve hayatta kalma içgüdüsünün tetiklenmesi sonucunda neden sonuç ilişkileri kurarak bir bilgi ortaya çıkarır. Örneğin, gece karanlık bir ormanın derinliklerinde avlanırken, hayatta kalma isteğiyle oranın güvenli olup olmadığı konusundaki bilgiyi elindeki meşale ve yanındaki insanlardan edinebilirdi.
Fakat durup dururken kıtaları yerinden oynatacak şiddette bir sarsıntı ya da gökyüzünün aniden kararıp akıl almaz miktarda suyun gökten düşmesi ve şimşeklerin çakmasının sebebini bilmesine imkân yoktu.
Bugün bilim yoluyla biliyoruz ki, yağmurlu havada şimşekler çaktığında, bir bulutun yüksek miktarda + (pozitif) veya yüksek miktarda – (negatif) yüklendiği durumlarda bir elektrik boşalması olayı gerçekleşmektedir. Böylece şimşek olarak bildiğimiz doğa olayı oluşur.
Baştaki giriş cümlesine dönersek, nedeni anlaşılmayan bu olaylar karşısında dahi insanın bilme isteği son bulmaz, bu isteğini tatmin etmesi gerekmektedir. Burada soyut düşünme yeteneği ortaya çıkar ve insan bu yeteneği sayesinde anlaşılmaz olaylar hakkında hikayeler yaratabilmiştir.
Önce gökyüzünde bir yerde oturan ve bu şimşekleri atan bir adam yaratırsınız. Ayrıca bu şimşeklerin rastlantısal değil de bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde mesela cezalandırma amacıyla atıldığını düşünüyorsanız, ikinci bir hikâye yaratırsınız ve bunu bilgi olarak kabul edersiniz.
Peki, dönemin insanları bu hikayeleri ateş başında otururken eğlence olsun diye mi birbirine anlattı? Bu soruyu Harrari’nin ‘’Sapiens’’ kitabındaki temel argümanı ile cevaplayabiliriz. Bu yaptığımız kurgular ve yarattığımız hikayeler, sadece bir şeyleri hayal etmeyi değil, bu hayallere kolektif olarak inanmaya ve belirli bir hedef birliği içerisinde doğayı ve dünyayı anlamlandırma konusunda ortak değerler yaratmamıza sebep oldu.
Mitler, üretildikleri süreçte, diğer bir deyişle en canlı ve en diri olduğu evreleri kapsayan yüzyıllarda bile kaçınılmaz olarak sürekli değişime uğradı. Her yeni kabilede, her yeni toplumda aristokratik sınıftaki güç değişikliğinde, kahramanların soyunda ya da aileler arasındaki geçmiş çatışmaların sonuçlarında ve insanlar ile tanrılar arasındaki hassas dengelerde bir miktar değişiklik demekti.
Bir bölgede geliştirilen yeni bir versiyonun, diğer bölgelerdeki düzinelerce eski ya da yeni biçimleri ile örtüşmediği ortadadır. Örtüşmesi de beklenmemiştir. Ne mitleri anlatanlar ne de dinleyenler bilgindiler. Sadece kendi toplumunun değişik sosyal etkinliklerini yürüten üyeleriydiler.
Miti olmayan bir toplum bilinmiyor. Aslına bakılırsa bir toplumun mitsiz olması kuşku ile karşılanması gereken bir olgudur. İnsanlığın en ilkel evrelerden geçip uygarlık düzeyine ulaşmasındaki ölçütlerden biri de bu mitleri sorgulama yolu ve arayışlarını gittikçe daha akılcı biçimde yürütebilme becerisidir.
Doğa filozofları (M.Ö. 600-545) cinlerden, perilerden ve duygusal inançlardan sıyrılmış̧ olarak doğa olaylarını özgür düşünceyle ele almışlar ve bugünkü Batı uygarlığının bir nevi öncüleri olmuşlardır. Bu özgür araştırma yolu ile Thales, M.Ö. 28 Mayıs 585’te olagelen güneş tutulmasını önceden hesaplayarak haber vermiştir. Bu bir doğa olayının ortaya çıkmasından önce hesaplanmasının tarihteki ilk örneğidir.
Böylece, Miletli Thales, Anaximandros ve Anaximenes gibi doğa filozoflarının özgür düşünce yöntemiyle çalışmaya başlamalarının sonucunda Doğu’nun bilgisi bilime dönüşür. Yıldızlara bakarak fal okuyan astroloji yerine gerçekleri araştıran astronomi ortaya çıktı.
Hastalıkları muskalarla önlediğini sanan, perilere, cinlere, şeytanlara inanan üfürükçülük yerine İstanköylü Hipokrat’ın müspet tıp bilimi gelişti. Bunlarla birlikte geometri ve matematik bilimlerinin ilk araştırmaları yapılarak, değindiğimiz gibi Batı uygarlığının ilk temelleri, üzerinde yaşadığımız bu topraklarda atıldı.
İnsanlar çevresindeki doğayı tanımlama ve onu anlamlandırmaya başladı. Önünde akan suya “nehir” dedi, aslanı gördü “tehlikeli” dedi, ağaçları gördü, meyvelerini tattı besin elde etti, karşıda gördüğü yüksek dağa baktı “şimşek atan adamın oturduğu ulaşılmaz bir dağ” dedi. Sonra bir gün birisi çıktı ve “acaba o dağın ardında ne var” diye merak etti. İşte Milet Okulu’nun İyonyalı doğa felsefecileri o dağın ardını merak eden insanlardı.