İnan Özbek
Çemberi kare yapmak, gerçek zamanda ve mekanda mümkün olmayan bir şeydir. Gerçekleşmesi mümkün olmayan bir amaç için ısrarla ve umutsuzca sürdürülen çabayı tanımlamak için kullanılan; çemberi kare yapmaya çalışmak deyimi de bu durumu çok çarpıcı bir biçimde ifade eden bir mecaz olmaktadır.
Her ne kadar uzun süredir Batılılaşmaya çalışsak da, esas itibarıyla Doğu kültür dairesinde bulunan bir toplum olarak öteki kimi Doğu toplumlarındaki gibi, insanların devlet eliyle yukarıdan aşağıya dönüştürülmeye çalışılması sık sık karşılaştığımız bir tutumdur.
Ülkemizde gelmiş geçmiş kimi siyasi iktidarların tercihlerine göre ve toplum mühendisliği mantığıyla, toplumu dönüştürmeyi ve özellikle yeni yetişen nesilleri belli kalıplar ve formlar çerçevesinde yetiştirmeyi amaçlayan, ancak her seferinde başarısızlıkla sonuçlanan umarsız çabaları da, güneşin doğuşuna karşı olmak kadar abes, çemberi kare yapmanın olanaksız olduğu gibi olanaksız bir hedeftir.
Cumhuriyetle birlikte modern bir ulus inşa edebilmek ve milli bir kimlik yaratabilmek amacıyla, Türklük üst kimliği çerçevesinde toplum uluslaştırılmaya çalışılsa da, imparatorluk bakiyesi olan toplumun alt kimlikleri yani etnik, dinsel-mezhepsel ve kültürel çeşitliliği fiilen devam etmiştir ve etmektedir.
Her açıdan çeşitlilik arz eden işte bu sosyal yapımızla, günümüzdeki çok gelişmiş bilgi ve iletişim teknolojilerini ve bu araçların bir bir yıktığı toplumsal duvarları bir arada düşünürsek, böyle bir süreçte toplumu belli kalıplara sokma çabasının ne kadar afaki bir çaba olduğunu net bir şekilde görebiliriz sanırım.
Hele hele teknolojinin içine doğmuş, önceki nesillere göre dünyada olup bitenden çok daha haberdar, öz güveni yüksek, özgürlüğüne düşkün ve son derece konformist (uymacı) olan yeni kuşakları belli bir tipte yetiştirmeye çalışmak, daha başından kaybedilmiş bulunan bir mücadeleye girişmek gibidir.
Siyasetin temel mantığı gereğince, seçilmiş iktidarların kendi tabanlarını genişletmeye ve tahkim etmeye çalışmaları bir noktaya kadar kabul edilebilir olsa da, esas olarak toplumun etnik, dinsel, kültürel ve yaşam biçimi açılarından farklılık arz eden tüm kesimlerinin varlıklarını onaylayan, farklılıkları bir tehdit değil bilakis zenginlik olarak gören ve bu şekilde toplumda demokratik bilincin gelişmesine ve güçlenmesine katkı sunan bir siyasi vizyon, doğru ve son derece gerekli olandır kanımca.
Devletin ve devleti yöneten siyasi otoritelerin, toplumun bütün kesimleri karşısında tarafsız olduğu eşitlikçi bir bakış, olduğu gibi görülmek ve olduğu gibi kabul edilmek isteyen, kimliğini katlayıp dolapta tutmak değil giyinip göstermek isteyen hepimiz açısından, birlikte ve barış içinde yaşamamızın zeminini oluşturabilecek, bireyin ülkesine ve topluma sadakat derecesini yükseltebilecek ve sık sık eksikliğini duyduğumuz biz duygusunun ve ulus olma bilincinin gelişip güçlenmesine katkı verecek, birlik olursa dirlik olur sözünün vurguladığı beraberlik ruhunu sağlamlaştırabilecektir.
Farklılıklara saygı erdemi ve hoşgörü kültürü genetik mimarisinde bulunan toplumumuzun, asırlar boyunca yaşadığı tecrübelerden damıtarak oluşturduğu halk bilgeliğinin vücut bulmuş örneklerinden; büyük halk ozanı Aşık Veysel’in, farklılıkların doğada var olduğunu ve doğal olduğunu, mükemmelen ifade ettiği; “Kimi okurdu kimi yazardı, bu düğümü kim çözerdi, koyun kurt ile gezerdi, fikir başka başka olmasa” deyişindeki anlam derinliği ve ifade gücü, bütün bir yazı boyunca anlatmaya çalıştığım meramını, çok öz bir şekilde ifade etmiştir kanımca.
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.