İlhan İlmenöz
6-7 Eylül 1955’te meydana gelen olaylar, yakın tarihimizin en önemli kırılma noktalarından biridir. Bu yazımda bu olayların nedenleri, oluşumu, gelişimi ve sonuçları üzerinde durmak yerine “acaba bu olaylardan bireysel ve toplumsal dersler çıkardık mı?“ sorusuna yanıt aramaya çalışacağım.
“Toplumsal cinnet” diye adlandırabileceğim 6-7 Eylül Olayları linç kültürümüzün ulaştığı boyutları göstermesi bakımından hiçbir zaman unutmamamız gereken olaylardan sadece biridir.
Tarihi iyi bilmek kadar, geçmişte yaşananlardan da doğru dersler çıkarmak son derece önemlidir. Tarih bugünü ve geleceği anlamak için, elimizdeki tek anahtardır.
“Tarih tekerrürden ibarettir” derler ama karşıt bir bakış açısıyla da şöyle diyenler de vardır; “hiç ibret alınsa tekerrür eder miydi?”
6-7 Eylül Olayları’nın üzerinden 67 yıl geçti. Bu olaylarda gayrimüslimlere karşı yapılan utanç verici eylemleri aklı başında olan hiç kimse savunamaz. Peki bizler toplum olarak bu olaylardan gereken dersleri çıkardık mı? Yoksa tarih tekerrür ediyor mu?
67 yıl öncesinin 6-7 Eylül’ünden, bugünkü 6-7 Eylül’e geldiğimizde, durum bana göre daha da vahim. Gayrimüslimlere uygulanan linç kültürü ve hoşgörüsüzlük eylemleri, etnik ve mezhepsel farklılıkları da içine alan, giderek artan ve alanı genişleyen bir duruma dönüşmeye başladı.
Hatta kendi gibi olmayan, kendi gibi düşünmeyen, kendi gibi yaşamayanlara karşı ötekileştirme ve dışlama süreci hızlanıyor diyebilirim. Bununla beraber gelen linç kültürü de korkutucu boyutlara ulaşmak üzere…
Artık siyasetten günlük yaşam biçimine, spor sahalarından eğitime kadar yaşamın her alanında hızlı bir ayrışma/kamplaşma/ötekileştirme olduğu bir gerçek. Yakın geçmişimizde yaşanan acı ve derin izler bırakan toplumsal olaylar, sadece o günlerde anımsanıyor ve çabucak unutuluyor. 6-7 Eylül gibi Maraş, Çorum ve Madımak da bu konuda verilebilecek en güzel örnekler.
Kimse birbirini anlamayı, empati yapmayı düşünmüyor. Herkes kendinin haklı olduğu yönlerini gösterip, diğerlerinin de haklı olabileceği yönler olduğunu aklına bile getirmiyor. Artık ne tribünlerde bir araya gelebiliyoruz ne de kişisel dünya görüşlerimiz ve yaşam biçimlerimize saygı duyuyoruz.
Herkes önce kendi bardağının dolu kısmını görürken, önce kendi kutsalına saygı bekliyor. Ancak aynı duyguları kendinden farklı olanlara beslemiyor. Toplum patlamaya hazır bir barut fıçısı gibi.
Sürekli birbirini dışlamaya, yargılamaya, aşağılamaya, linç etmeye hazır bireylerden oluşan bir toplum haline gelmeye başladık. Bireysel nefret ve hoşgörüsüzlük, toplumu oluşturan tüm katmanlar arasında hızla yayılıyor ve taraftar buluyor.
Unutulmasın ki “geçmişin yıkıntıları, bugüne yapılmış uyarılardır.”
Geçmişte yaşananlar bugün yaşayan bizlere uyarı olamıyorsa, bugünün yıkıntıları geçmişin yıkıntılarından daha da büyük olacaktır.
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.