Home Köşe Yazıları Türkiye-Rusya ilişkilerinde kritik dönemeç

Türkiye-Rusya ilişkilerinde kritik dönemeç

0

Son dönemde Türkiye-Rusya ilişkilerinde yaşanan gelişmeler, ilişkilerin hassas dengesini ve karmaşıklığını gözler önüne sererken, Ankara’nın NATO içindeki konumu ve Batı ile ilişkileri de bu denkleme yeni boyutlar katıyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Haziran ayı başında St. Petersburg Ekonomi Forumu sırasında yaptığı basın toplantısındaki açıklamalar Türkiye’ye yönelik iki önemli uyarı içeriyordu.

Ukrayna’nın Karadeniz’deki doğal gaz boru hatlarına yönelik olası sabotaj girişimlerinden bahsederken Putin’in “Bu şaka değil, Erdoğan’a söyleyin…” ifadesi meselenin ciddiyeti vurgulanırken, aynı zamanda Türkiye’nin Ukrayna politikasına yönelik sert bir eleştiri olarak da okunabilir. Ayrıca, Putin’in Türkiye’nin Batı ile ekonomik ilişkilerini geliştirirken Rusya ile ticaretinde yaşanan düşüşe atıfla yapmış olduğu tehditkâr uyarı da dikkatlerden kaçmadı.

Putin’in Türkiye konusunda en çok rahatsız olduğu noktalardan biri, Ukrayna’ya yapılan askeri yardım. Rusya’nın Erdoğan’ın son cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması için doğrudan taraf olması ve Türkiye’ye ekonomik ve finansal yardımda bulunmasına (Akkuyu’ya yeni nakit girişi ve doğal gaz ödemelerinin ertelenmesi) rağmen Ankara’nın ABD’nin ve Batılı finans kuruluşlarının talebiyle Rusya’ya yönelik yaptırımları örtülü olarak uygulaması, ilişkilerdeki gerginliği artıran bir faktör.

Putin, aynı basın toplantısında 3-4 Temmuz 2024 tarihlerinde Erdoğan ile uluslararası bir toplantı marjında görüşebileceğini de söyledi. Putin bunu söylerken, Türkiye, Erdoğan’ın Kazakistan’da  3-4 Temmuz tarihlerinde düzenlenecek Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesine katılacağını henüz resmen açıklamamıştı. Bu husus, Türkiye’nin zirveye katılım şeklini ve nedenini de sorgulatıyor. Acaba Erdoğan, zirveye Putin’in bu dolaylı daveti nedeniyle mi katılmak zorunda kalıyor, yoksa zaten planlanan bir ziyaret söz konusu muydu? Her hâlükârda, Türkiye kamuoyunun bilmediği bu ziyareti Putin’in bildiği anlaşılıyor. Belki de iki ülke arasındaki iletişim kanallarının işleyişi hakkında da soru işaretleri uyandırıyor.

Rusya’da düzenlenen BRICS Dışişleri Bakanları Zirvesi’ne katılan Hakan Fidan 11 Haziran günü Putin tarafından kabul edildi. Bu kuşkusuz olumlu bir gelişmeydi ve Putin’in Türkiye ile ilişkilere verdiği önemin bir kanıtıydı. Her iki tarafça da kapsamlı bir açıklamanın yapılmadığı görüşmede, Putin’in ikili ilişkilerdeki sorunlara ilaveten, İsviçre’de düzenlenen Ukrayna konulu toplantıya yönelik görüş ve taleplerini ilettiğini söyleyebiliriz. Nitekim, Hakan Fidan’ın İsviçre’deki toplantıda “Burada Rusya da bulunmalıydı” sözlerinin Kremlin tarafından kaydedildiğini belirtelim.

İsviçre’deki Ukrayna toplantısı sonuç bildirisine atılan imzalar bağlamında iç politikada tartışma yaratan Fener Rum Ortodoks  Patrikhanesinin “ekümeniklik” iddiası konusunun da Rusya ile ilişkilerde bir başka başlık olduğunu söyleyelim. Hatırlanacağı üzere, Ocak 2019 ayında İstanbul Rum Patrikhanesi, Ukrayna kilisesinin Rusya’dan ayrılarak bağımsızlığını öngören kararı onaylamış ve Bartholomeos, Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ne “otosefali” kazandıracak kararnameyi zamanın Ukrayna Devlet Başkanı Poroşenko’nun katıldığı bir törenle vermişti. Rusya’nın büyük tepki gösterdiği bu gelişmeyle ilgili tartışmalar sürerken, Moskova’nın Türkiye’ye, Patrikhane’nin yetki alanının İstanbul Başpiskoposluğu ile Bozcada ve Gökçeada bölgesindeki Rum cemaatinin dini ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlı olduğunu hatırlattığını anımsıyorum.

Yeni test alanı

Temmuz ayında yapılacak NATO Liderler Zirvesi’nde alınması beklenen kararların, Türkiye–Rusya ilişkilerine yeni bir test alanı üretmesi beklenebilir. NATO içerisinde Ukrayna askerlerinin eğitilmesi ve Ukrayna’ya yapılacak askeri yardım faaliyetlerinin koordinasyonu için yeni bir askeri birim kurulması planlanıyor. Bu hamle, NATO’nun Rusya-Ukrayna savaşında doğrudan taraf olması anlamına geliyor. Macaristan’ın bu kararı veto etmeyeceğini ancak destek de vermeyeceğini açıklamasına karşın, Türkiye’den henüz bir açıklama gelmedi. Ankara’nın kararı desteklemesi durumunda, bu kuşkusuz Rusya ile ilişkiler için yeni ve ciddi bir gerilim yaratacak.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake’in kısa süre önce CNN Türk’e verdiği mülakatta, Türk-Amerika ilişkilerinin son birkaç yıla göre daha iyi seviyede olduğunu ve bunun Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşında tam bir NATO müttefiki gibi davranmasından kaynaklandığını belirtmesi, Ankara’nın Batı ile yakınlaşmasının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu açıklamanın da yine Kremlin tarafından kaydedildiğini belirtmeliyiz.

Rheinmetall-MKE anlaşması

Türkiye-Rusya ilişkilerini etkileyebilecek bir diğer önemli gelişme, Eurosatory 2024 kapsamında Alman savunma sanayi firması Rheinmetall ile Türk Makine ve Kimya Endüstrisi (MKE) arasında imzalanan iş birliği anlaşması. İki firma arasındaki iş birliğinin genişletilmesi ve üçüncü ülkelerin taleplerini karşılayacak yeni projelerin geliştirilmesi konusunda mutabakata varılması, eğer “üçüncü ülkeler”den kasıt Ukrayna ise, bu gelişmenin Türk-Rus ilişkilerine nasıl yansıyacağını tahmin etmek güç olmayacak.

Bu gelişmeler ışığında, Erdoğan ve Putin arasında gerçekleşmesi beklenen görüşmenin oldukça gergin geçeceğini öngörebiliriz. Putin’in Türkiye’ye gelmiyor olması ve görüşmenin üçüncü bir ülkede gerçekleşeceği ayrıca dikkat çekiyor. Putin’in yukarıda belirtilen konularda sert söylemlerde bulunması bekleniyor.

Ekonomik boyut, ilişkilerin en kritik noktalarından birini oluşturuyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar, özellikle S-400 taksit ödemelerinde aksamalar olması ve doğal gaz ödemelerinin ertelenmesi gibi konular, Rusya’nın ekonomik kozlarını kullanma ihtimalini artırıyor. Öte yandan, Türkiye’nin turizm ve enerji sektörlerindeki Rusya’ya olan karşılıklı bağımlılığı, ilişkilerin tamamen kopmasını engelleyen faktörlerse de, bunları kritik sonuçlar doğurabilecek başlıklar olarak değerlendirmemiz gerekiyor.

Akkuyu Nükleer Santrali projesi de ilişkilerdeki önemli başlıklardan biri olmaya devam ediyor. Rusya’nın geçen yıl yaptığı ilave nakit akışına rağmen hâlâ birtakım sorunların olduğu biliniyor. Özellikle Türkiye’nin, santralin faaliyete geçmesi için gerekli iç mevzuat düzenlemeleri ve bazı yurt dışı firmalardan kaynaklanan sorunların çözümünde yetersiz kaldığı iddia ediliyor. Özellikle Alman Siemens firmasıyla yaşanan sorunları, Rus tarafı Batı iktisadi ambargolarına bağlıyor. Bu şahsen katılmadığım bir değerlendirme olmakla birlikte, Alman firmasıyla yaşanan sorunların niteliği ve bu konularda Türkiye’nin tavrının ne olduğu da izaha muhtaç.

Şimşek’in zamansız açıklaması

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Chatham House’da Türkiye’nin Batı ambargolarına uyduğu yönündeki açıklaması, Erdoğan–Putin görüşmesini sabote edebilecek bir açıklama oldu. Bu Türkiye’de üst düzey bir yetkilinin yaptığı ilk resmi açıklamadır. Ancak, hukuki zemini oldukça tartışmalı olan bu açıklamanın zamansız ve yersiz yapıldığı dikkat çekmektedir.

Mehmet Şimşek’in uygulamakta olduğu ekonomik politikanın, Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde belirleyici etki yaratıyor olması kaçınılmaz sonuçların doğması riskini de barındırıyor. Bu durum, Türkiye’yi belli bir yöne ve çevreye oturtma gayreti ve amacı taşıyor. Tıpkı Putin’in de belirtiği gibi, bu anlaşılabilir ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi şartlar göz önüne alındığında, ülkemizin gittiği yönün bilinçli bir tercih olup olmadığını da tartışmamız gerekiyor. Zira, uluslararası planda Erdoğan’a yönelik güven sorunu artarak devam ediyor.

2 koltukta oturmak

Sonuç olarak, Türkiye’nin önündeki en büyük zorluk, Rusya ile ilişkilerini yönetirken aynı zamanda NATO üyeliği ve Batı ile olan ilişkilerini dengeli bir şekilde sürdürmek olacak. Bu hassas dengeyi korumak, ülkenin ekonomik çıkarlarını gözetmek ve bölgesel istikrara katkıda bulunmak için stratejik bir yaklaşım ve dikkatli bir diplomasi gerekiyor. Önümüzdeki dönemde, Türkiye’nin bu kritik sınavdan nasıl çıkacağı, sadece Rusya ile ilişkilerinin geleceğini değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel arenadaki konumunu da belirleyecek.

Türkiye’nin attığı adımları şeffaf, öngörülebilir ve kısa vadeli politikalardan uzak bir şekilde yönetmesi kritik önem taşıyor. Ancak, dış politikadaki mevcut gelişmeler, ekonomik kriz ve iç siyasetteki diğer gelişmeler, tartışmalar, Türkiye’nin zorlu bir süreç içerisinde olduğunu teyid ediyor.

Bu süreçte, Erdoğan’ın Türkiye’ye çıkış yolu olarak, Irak ve Suriye’de sıcak bir çatışmayı dayatmaması veya bölgesel, küresel bir maceraya sürüklememesi gerekiyor. Erdoğan’ın, bedeli ne olursa olsun, atabileceği tehlikeli adımlarda bu defa ana muhalefet partisinin desteğini de yanında bulabilecek olması ihtimali ise risklerimizi daha da arttırıyor.

Türkiye’nin tünelin ucundaki ışığı her zamankinden daha fazla görmeye ihtiyacı var.

Aydın Sezer

Siyasete ve dış politikaya dair nüanslı, eleştirel, yer yer alaycı yazılar ve enerji alanında değerlendirmeler.

Exit mobile version