Home Köşe Yazıları İran’da ‘Ayşe’ olmak

İran’da ‘Ayşe’ olmak

0

1982 yılı sonlarında, çalıştığım şirket İran’da bir ofis açmaya karar verdi ve beni de İran bölge yetkilisi olarak görevlendirdi.

Tahran’ın merkezinde Kerim Khan-i Zand Caddesi üzerinde, o dönemler en seri iletişim-yazışma aracı teleks makinesi de olan mobilyalı güzel bir ofis bulduk.

Şirketten “Arzu edersen evini de Tahran’a taşıyabilirsin” dediler. O yıllar henüz çok yeni evliydim, bu teklife kadar birkaç kez İran’a gidip gelmiş orada yaşayabileceğime kanaat getirmiştim. Ancak eşim Ayşe Tahran’da yapabilir miydi, pek emin değildim. Konuştuk, maddi imkanların cazibesi ile görevi kabul ettim ve ilk fırsatta Ayşe’nin Tahran’a gelip yaşam koşullarına bakmasına karar verdik.

Tahran’daki Mehrabad Havaalanı’nda Ayşe’yi karşıladım; her ne kadar havaalanı pasaport ve gümrük kontrolleri hakkında kendisine daha önceden bilgi verdiysem de gümrükten çıkarken suratı allak bullaktı. Çok kızdığı her halinden belli oluyordu. Pasaport kontrolündeki görevlinin onu çeşitli sorularla bunalttığı yetmemiş gibi gümrük kontrolünde kadın görevlinin de pasaportuna baktıktan sonra kulübeye sokup baştan aşağı soyup aradığını hatta lens kutusundaki sterilizasyon suyuna dahi parmağını sokup karıştırdığını söyledi.

Havaalanından otele gelirken Tahran trafiğinin keşmekeşliğini görünce bana dönüp, “Sen buradayken savaşı düşünüp endişeleniyordum ama asıl trafik yüzünden endişelenmem gerekiyormuş” dedi. Gerçekten de o dönem İran trafiğinde tek bir kural geçerliydi: Yol verilmez, alınır!

Tahran’a gelişteki ilk izlenimleri hiç olumlu değildi. Otele kaydını yaptırırken görevlinin otelde bulunduğu sürece eşarbını saçları görülmeyecek şekilde kapatmasını istemesi Ayşe için bir başka sorun oldu.

Ayşe’nin ilgisini bildiğim için ertesi gün Manucheri Caddesi’nde bulunan Antikacılar Çarşısı’na gittik. Güzelim antika gümüş parçaların fiyatlarının ucuzluğu şaşırtıcıydı ama yurt dışına çıkartılması yasaktı. Biraz dolaştıktan sonra karnımız acıkınca civardaki küçük bir lokantaya girdik, cam kenarı bir masaya oturduk. Siparişi verirken görevli Ayşe’nin yüzünü pencereye değil duvara dönük oturmasını istedi. İşte bu bardağı taşıran damla oldu. Ayşe kesin kararını verdi, İran’da daha fazla yaşamayacaktı…

İstanbul’a dönmeden önce Tahran’daki Azerbaycan asıllı dostlarımdan biri bizi akşam yemeğine evlerine davet etti, Sohbet esnasında Ayşe havaalanında başından geçenleri anlattığında, ev sahibi gülerek, ”Bunun nedeni senin isminin Ayşe oluşu” dedi ve İslam tarihindeki meşhur “Gerdanlık Olayı”nı anlattı.

Hikaye şöyleydi (*):

“Hz. Muhammet Peygamber’in son ve en genç eşi Aişe, bir sefer dönüşünde kaybolan gerdanlığını aramak için kervandan ayrılıp genç bir Arap asker ile dönünce onunla ilişkisi olduğuna dair dedikodu yayılır. Peygamber’in damadı ve kuzeni olan Hz. Ali ondan Aişe’yi boşamasını istemiş hatta bir tevatüre göre de “Artık O Aişe değil, o bir faişedir, Allah sana darlık vermez. Sana kadın çoktur.…” benzeri sözler söylemiş. Bu sözler Aişe’nin kulağına gidince Hz. Ali’ye kin duyarak onun Peygamber ile olan ilişkilerini kesmiş. Hatta Hz. Muhammed’in hasta yattığı son günlerinde ziyaretine gelmesine bile engel olmuş.

Peygamber’in ölümünden sonra İslam alemi Hz. Ali’nin halife olmasını beklerken, Aişe, Peygamber’in son vasiyetini kendisine verdiğini söyleyerek babası Ebu Bekir’in halife olmasını sağlamış ve Hz. Ali’nin halifeliğine engel olmuş.

Hz. Ebu Bekir’in peşine, Hz. Ömer ve Hz. Osman halife olmuş. Hz. Osman’ın bir suikasta kurban gitmesi üzerine halifeliğe geçen Hz. Ali’ye karşı çıkarak, Şam Valisi Muaviye ile birlikte olup ona ve ordularına savaş açmış. Bu olay İslam tarihinde vahim çatışmalara ve bugüne kadar sürüp gelen Sünni-Şii bölünmelere neden olmuş.”

İnançları gereği Şii ve koyu bir Hz. Ali taraftarı olan İranlılar bu olaylar yüzünden “Aişe/Ayşe” isminden nefret ediyormuş ve asla yeni doğan kız çocuklarına bu ismi vermezlermiş.

Sonuçta bir isim yüzünden eşim Tahran’da yaşamaktan mahrum kaldı, ben de İran’daki çalışma hayatımı ara ara Türkiye’ye kaçmak suretiyle tek başıma sürdürmek zorunda kaldım.

(*) Lesley Hazleton- After The Prophet.

Not: Fotoğraf temsilidir.

1.bölüm: İran macerası başlıyor

2.bölüm: Tahran, mollalar ve ticaret

3.bölüm: İran’a özgür sürprizler

4.bölüm: Darbe, Özal ve İran

5.bölüm: Silahların gölgesinde İran

6.bölüm. Tahran bombalanırken

İsmail Boy

İstanbul İ.T.İ.A’dan mezun, Koç Üniversitesi İngilizce İşletme (Executive MBA) , Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Sosyoloji) bölümü mezunu. “Türkiye Üzerine Toplumsal İncelemeler” dallarında yüksek lisans eğitimlerini tamamladı. Halen Kadir Has Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler doktorası yapmaktadır. Özel sektörde uzun süre dış ticaret konusunda yöneticilik yaptı. Evli, iki çocuk babası, İngilizce ve Rusça biliyor.

Previous articleMoskova’da Türk filmi
Next article104. yıl coşkusu…
İstanbul İ.T.İ.A’dan mezun, Koç Üniversitesi İngilizce İşletme (Executive MBA) , Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Sosyoloji) bölümü mezunu. “Türkiye Üzerine Toplumsal İncelemeler” dallarında yüksek lisans eğitimlerini tamamladı. Halen Kadir Has Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler doktorası yapmaktadır. Özel sektörde uzun süre dış ticaret konusunda yöneticilik yaptı. Evli, iki çocuk babası, İngilizce ve Rusça biliyor.

Exit mobile version