Home Serbest Kürsü Güç zehirlenmesi

Güç zehirlenmesi

0

“Nasıl olsa benim elimde güç var. Unutma. Yarın bu güç elinden gidebilir. Bu güç elinden gittiği işte o zaman halk nezdinde nasıl yargılanacaksın. Bunun hesabını şimdiden yap. Bu hepimiz için geçerli.”

Muhafazakar partilerin radikalleşmesi” başlıklı yazımda Cumhurbaşkanı ve  AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın bu sözlerine de yer vermiştim. Yıllar önce partisinin bir grup toplantısında yapıldığını düşündüğüm konuşmasının videosunu sosyal medyada izlemiştim… Erdoğan son derece öz güven içinde ve kararlı biçimde bu  uyarılarda bulunuyordu konuşmasında.

Erdoğan’ın uyarısı son derece önemli ve yerinde. Güç sahibi olanların dikkate almaları gereken bir uyarı. Erdoğan, parti mensuplarını adeta güç zehirlenmesine karşı uyarıyor. Gücün elden gitmesi halinde neler yaşanabileceğini hatırlatıyor. Halk nezdinde yargılanmaları olasılığından söz ediyor. Bunun şimdiden hesabının yapılmasını istiyor. Bu uyarısının herkes için geçerli olduğunu vurguluyor.

Erdoğan’ın bu videosunu izledikten sonra güç zehirlenmesinin ne olduğu, belirtilerinin nasıl anlaşılabileceği, güç zehirlenmesine karşı ne tedbirler alınabileceği, güç zehirlenmesinden etkilenenlerin akıbetlerinin ne olabileceği vs. hususlarında araştırmalarda bulundum. Bu konuda uzmanlarınca kaleme alınmış pek çok makalenin var olduğunu gördüm.Bunlardan birinin özetini aşağıda  paylaşıyorum.

Makale Prof. Dr. Can Aktan’a ait. Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyelerinden. Makale ” SİYASİ HUBRİS SENDROMU” başlığını taşıyor. Özeti şöyle:.

“Güç ve iktidar hırsı benliğine işlemiş ‘haris’ bir siyasi liderin ‘hubris’ karakter özellikleri ile buluşması kadar tehlikeli hiçbir şey yoktur. Hubris sendromunun belirgin bir şekilde ortaya çıkmasında sınırsız ve genellikle kontrol edilmeyen siyasi güce sahip olmak önemlidir. Makama, mevkiye, otoriteye karşı hevesli ve açgözlü bir siyasi lider eğer uzun süreli ve kalıcı mutlak siyasi güce sahip olursa, o takdirde sahip olduğu kişilik özellikleri (narsisizm, Makyavelist karakter, psikopati, büyüklük sanrısı vs.) etkilerini gösterir ve ‘güç zehirlenmesi’ adı verilen bir olgu ortaya çıkar. İktidarda kalmayı ve iktidarını devam ettirmeyi amaç edinen bir Makyavelist siyasi liderin paternalist ve popülist olması beklenir. Mutlak güç ve yetkilerini zalimane bir şekilde kullanan suistimalci siyasi liderin yükseldiği zirvede kalabileceği sürenin de bir sınırı vardır ve günü geldiğinde düşüş (ikarus) kaçınılmazdır.”

Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya, yukarıda tanımlanan şekilde siyasi liderleri üretmeye uygun bir coğrafya. Meslek yaşamım boyunca bölgemizde bu tip liderlere tanık oldum. Bir zamanlar siyaseten doruklarda olan bu otoriter liderler, ülkelerini felakete sürüklediler, kendileri de şu veya bu şekilde silinip, yok oldular. Ancak bölgemiz bu tip siyasi liderleri üretmeye devam ediyor. Elindeki güce güvenerek masum insanları baskı altında tutmaya, onları yaşadıkları yerden “süpürmeye” azmetmiş liderler hâlâ sahnede. Bu tipler hak, hukuk tanımaksızın yakıp, yıkmaya, masum insanları, çocuk, kadın demeden öldürmeye pek meraklılar. Öz güvenleri zirve yapmış, kimselerin kendilerine dur diyemeyeceğinden o denli eminler ki.

Kimden söz ettiğim anlamışsınızdır eminim. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’dan söz ediyorum. Günümüzde güç zehirlenmesi yaşayan siyasi liderlerin en somut örneği. Bu örnek demokrasinin var olduğu ülkelerde de güç zehirlenmesinin yaşanabileceğini gösteriyor. İsrail Başbakanı hakkında tüm uluslararası toplumun tanık olduğu gerçekleri tekrarlamayacağım. Tüm dünya Netanyahu’nun masum Filistin halkına aylardır yaşattığı katliamı biliyor, görüyor. Burada son dönemde kaydedilen önemli  gelişmelerden söz edeceğim. Güç zehirlemesi yaşayanlara emsal olsun diye.

Güney Afrika’nın başvurusu üzerine Birleşmiş Milletlerin en üst Mahkemesi Uluslararası Adalet Divanı (UAD)  İsrail’in soykırım ile yargılanmasına karar vermişti. Divan bu kararı ile İsrail’in 7 Ekim 2023”ten bu yana Gazze’de sürdürdüğü katliama seyirci kalamayacağını göstermişti.. Özellikle muhafazakar kesimlerin  baskısıyla, İsrail İle yıllardır sürdürülen ticareti kesen Türkiye, Güney Afrika’nın İsrail’e karşı Adalet Divanı’nda açtığı davaya da  müdahil olmaya karar verdiğini duyurdu.Türkiye’nin bu hamleleri  dış basında geniş yer buldu.

Öte yandan, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Gazze’de işledikleri savaş suçları nedeniyle Başbakan Netanyahu, Savunma Bakanı Gallant ve Genelkurmay Başkanı Halevi hakkında yakalama kararı çıkarma olasılığından söz ediliyor. UCM, 1 Temmuz 2002’de kurulmuş. 11 Mart  2003’te Lahey’de çalışmalara başlamış. Savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarına bakıyor. Mahkemeye 124 ülke taraf. Türkiye, UCM’nin kurucu sözleşmesi “Roma Statüsü”ne taraf değil.

İsrail Güvenlik Konseyi’nin UCM’nin yakalama kararı alma olasılığını  değerlendirdiği, Netanyahu’nun kendisine yönelik tutuklama emrini engellemek amacıyla başta ABD Başkanı Biden olmak üzere uluslararası liderler ve yetkililerle çok sayıda telefon görüşmesi yaptığı medyaya yansıyan haberler arasında. UCM’nin olası yakalama kararına İsrail’in yanı sıra ABD’nin karşı olduğu uzun süreli bir ateş kesin sağlanabilmesi halinde yakalama kararının önüne geçilebileceği bu çerçevede belirtilmekte.

Yakalama kararı verilmesi halinde, bu kararın olası etkileri de tartışılmakta. UCM’nin verdiği yakalama kararı gizli olabildiği gibi, kamuya açık şekilde de gerçekleşebiliyor. UCM, özellikle kamuoyunda bilinen üst düzey kişiler hakkındaki yakalama kararını, daha hızlı yakalanabilmeleri için gizli tutmayarak açıktan ilan ediyor.

Netanyahu hakkında yakalama kararı çıkarılması halinde, bu Netanyahu’nun Filistinlilere karşı işlediği soykırım, savaş suçu, insanlığa karşı suçlar veya saldırı suçlarından biri ya da birkaçından yargılanacağı anlamına gelecek..

Önümüzdeki süreçte bu konunun gündemi işgal edeceği görülüyor. Netanyahu’nun sadece UCM değil, İsrail Yüksek Mahkemesi ile de başı dertte. Başbakan “rüşvet, emanete ihanet ve kişisel amaçlar için görevi kötüye kullanma” suçlamasıyla yargılanmakta. Kimi güç zehirlenmesi yaşayan ülkelerde yargı siyasi baskılara açıktır. İsrail’de böyle bir baskının olmadığı anlaşılıyor.

Yaşanan süreçte güç zehirlenmesi de bir etken. İsrailliler, tarihte çile çekmiş, soykırıma uğramışlardı. Çalışkan, çölde mucizeler yaratmış, pek çok alanda başarılara imza atmış, öz güveni yüksek, demokrasiye inanan insanlar olarak bilinirlerdi. Günümüzde ise İsrail soykırım suçlusu olarak anılıyor. Başbakanları UCM tarafından tutuklanma olasılığı ile karşı karşıya. Yüksek Mahkeme ile başı dertte. İsrail halkının önemli bir bölümü öfkeli. Soruyor “Kalıcı, adil barış için başka seçenek yok muydu?”, “Gücün elinizden gidebileceğini hiç düşünmediniz mi? Bunun hesabını hiç yapmadınız mı?”

Ne demişti Erdoğan?

“Nasıl olsa elimde güç var. Unutma. Yarın bu güç elinden gidebilir. Bu güç elinden gittiği işte o zaman halk nezdinde nasıl yargılanacaksın.. Bunun hesabını şimdiden yap. Bu hepimiz için geçerli…”

Görsel: pixabay.com

Gürsel Demirok

Emekli diplomat. 1945 yılında doğdu. Darüşşafaka Lisesi'ni 1964 yılında bitirdi. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 1969'da Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Türkiye Daimi Temsilciliğinde görevli olduğu yıllarda (1974-1977) BM Genel Kurulu 4, Komite (Decolonisation Committee) Raportörlüğüne seçildi. Kuveyt”in, Irak tarafından işgal edildiği tarihlerde, Kuveyt Büyükelçiliğimiz Müsteşarı idi. 1993-1997 yılları arasında Mainz Başkonsolosu olarak görev yaptı. Bu görevde iken girişimlerde bulunarak Mustafa Kemal Atatürk’ün 1917’de Veliaht Vahdettin ile birlikte Almanya’ya yaptığı ziyaret anısına Türk heyetinin kaldığı görev bölgesindeki Bad Kreuznach Park Hotel‘de 23 Nisan 1997 de Atatürk Salonu açılmasını ve ziyaret anısına otelin girişine bir yazıt konulmasını sağladı. Açılış görkemli bir törenle gerçekleştirildi. Otel bugün Türklerin etkinlikler düzenledikleri bir mekâna dönüştü. 1997 yılında Dışişleri Bakanlığı müşaviri olarak atandı. Bakanlık müşaviri iken, Başbakanlık İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu Sekreterya Başkanı oldu. 57. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti döneminde hazırladığı ilerici insan hakları raporu AB Kopenhag Kriterlerinin karşılanmasına yönelik çalışmalar da referans belgesi olarak kullanıldı ve “Demirok Raporu “olarak anıldı. 2000-2004 yılları arasında Zürih Başkonsolosu olarak görev yaptı. Zürih Başkonsolosluğu binasında Park Hotel’deki Atatürk Salonuna benzer bir Atatürk Salonu açtı. Salonda Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ilişkin belge ve fotoğraflar yer almakta. Bu salonda da Türkleri buluşturan etkinlikler düzenlenmekte. Mainz ve Zürih‘te Başkonsolos iken vatandaşlarımızla birlikte olmaya, derneklerinin düzenledikleri etkinliklere katılmaya, çocuklarımızı okullarında ziyaret etmeğe, gençlerin sportif müsabakalarına katılmaya büyük önem verdi. 2004 yılında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan'ın başdanışmanı oldu, 2005 yılında MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanı olarak atandı ve bu görevindeyken 2010 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı. MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı'na atanmış ilk sivil görevlidir. Atatürk’ün Almanya gezisi ve Avrupa’daki Türkler üzerine kitapları var. Emekli olduktan sonra medyada köşe yazıları kaleme almaya başladı .

Previous articleEbrar MVP seçildi
Next article‘Türkiye ağırlığını kullanmalı’
Emekli diplomat. 1945 yılında doğdu. Darüşşafaka Lisesi'ni 1964 yılında bitirdi. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 1969'da Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Türkiye Daimi Temsilciliğinde görevli olduğu yıllarda (1974-1977) BM Genel Kurulu 4, Komite (Decolonisation Committee) Raportörlüğüne seçildi. Kuveyt”in, Irak tarafından işgal edildiği tarihlerde, Kuveyt Büyükelçiliğimiz Müsteşarı idi. 1993-1997 yılları arasında Mainz Başkonsolosu olarak görev yaptı. Bu görevde iken girişimlerde bulunarak Mustafa Kemal Atatürk’ün 1917’de Veliaht Vahdettin ile birlikte Almanya’ya yaptığı ziyaret anısına Türk heyetinin kaldığı görev bölgesindeki Bad Kreuznach Park Hotel‘de 23 Nisan 1997 de Atatürk Salonu açılmasını ve ziyaret anısına otelin girişine bir yazıt konulmasını sağladı. Açılış görkemli bir törenle gerçekleştirildi. Otel bugün Türklerin etkinlikler düzenledikleri bir mekâna dönüştü. 1997 yılında Dışişleri Bakanlığı müşaviri olarak atandı. Bakanlık müşaviri iken, Başbakanlık İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu Sekreterya Başkanı oldu. 57. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti döneminde hazırladığı ilerici insan hakları raporu AB Kopenhag Kriterlerinin karşılanmasına yönelik çalışmalar da referans belgesi olarak kullanıldı ve “Demirok Raporu “olarak anıldı. 2000-2004 yılları arasında Zürih Başkonsolosu olarak görev yaptı. Zürih Başkonsolosluğu binasında Park Hotel’deki Atatürk Salonuna benzer bir Atatürk Salonu açtı. Salonda Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ilişkin belge ve fotoğraflar yer almakta. Bu salonda da Türkleri buluşturan etkinlikler düzenlenmekte. Mainz ve Zürih‘te Başkonsolos iken vatandaşlarımızla birlikte olmaya, derneklerinin düzenledikleri etkinliklere katılmaya, çocuklarımızı okullarında ziyaret etmeğe, gençlerin sportif müsabakalarına katılmaya büyük önem verdi. 2004 yılında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan'ın başdanışmanı oldu, 2005 yılında MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanı olarak atandı ve bu görevindeyken 2010 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı. MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı'na atanmış ilk sivil görevlidir. Atatürk’ün Almanya gezisi ve Avrupa’daki Türkler üzerine kitapları var. Emekli olduktan sonra medyada köşe yazıları kaleme almaya başladı .

Exit mobile version