Home Serbest Kürsü Dinle aldatılan Mayalar

Dinle aldatılan Mayalar

0

Palenque’den Campeche kentine giden yol uzunca bir süre Karayip sahili boyunca devam ediyor.

Yol bir noktada Champoton Nehri’nin denizle buluştuğu yerden de geçiyor. Burada içme suyu aramak için karaya çıkan İspanyollar 25 Mart 1517’de Mayalara karşı ciddi bir bozguna uğramış. Bir kısmı daha sonra kurban edilmek üzere, toplamda 57 askerini kaybeden İspanyollar, bu sahile ‘La Costa de Mala Pelea” (Uğursuz Savaş Sahili) adını vermişler. İspanyolların uğursuz bulduğu bu sahilde doğa ise harika.

Akşamüstü San Francisco de Campache’ye vardık. Bu da İspanyolların verdiği bir isim. Kelimenin aslı Mayacadan geliyor. Maya dilindeki adı ise, “Jaguar” ve “Kene Ülkesi” anlamına gelen, Can Pech veya Kaan Peech. Bölgeye ilk gelen İspanyollar, piramitler ve bazı kule benzeri dini yapıları görünce burada Müslümanların yaşadığı sonucuna varmışlar. Zira piramitlerin Müslüman Mısır’da olduğunu biliyorlarmış. Kuleleri de minare zannetmişler. Bunlara da İspanyolcada minare anlamına gelen “mezquitas” adını vermişler. Campeche’ye de bir süreliğine El Gran Cairo, yani “Büyük Kahire” demişler.

Campeche Meksika’nın en zengin eyaletlerinden biri, zira denizde petrol bulunmuş. Kentin nüfusu 250 bin civarında. Etrafı surlarla çevrili. Nedeni geçmişte sürekli korsan saldırılarına maruz kalmasıymış. Bu korsanlardan en tanınmışı, İngilizlerin ‘sir’ ünvanı bile verdiği Francis Drake…

Campeche halen turizme büyük yatırım yapıyor. Kentin İspanyol kolonyal döneminden kalma binaları restore ediliyor. Şehirde kaliteli barlar, cafeler ve restoranlar da var. Günlerce dağlarda ve balta girmemiş ormanlarda dolaştıktan sonra ciddi bir değişiklik yani…

Biz de bu fırsattan istifade güzel bir akşam yemeği yedik. Yemekte masamıza hizmet eden hanım tipoloji olarak dikkatimi çekti. Malum, bu bölgede Mayalardan önce yaşayan halkların en önemlilerinden bir Olmekler. Olmekler daha koyu renkleri ve yuvarlak yüzleriyle tanınıyor. Masamıza hizmet eden güler yüzlü hanım da bence tipik bir Olmek’ti.

İzleyen gün daha kuzeye Merida’ya doğru yola çıktık. Rotamız üzerinde bulunan Kabah ve Uxmal (Okunuşu Uşmal) ören yerlerini de bu arada gezdik. Arka arkaya gezilen bu antik kentler bende yavaş yavaş kafa karışıklığı yaratmaya başladı. Son birkaç günde anımsayabildiğim kadarıyla altı Maya ören yeri gezmiştik ve önümüzdeki günlerde iki tane daha görecektik. Etrafta da gezmeye vakit bulamayacağımız daha pek çok ören yeri vardı.

Geçtiğimiz yola, gün ışığına çıkarılmış veya örtülü kalmış pek çok harabe nedeniyle Maya dilinde Puuc (höyükler) rotası deniyormuş (Kimilerine göre ise tepeler anlamına geliyormuş). Bu turistik rotada yol standartları yüksekti. Ayrıca son cumhurbaşkanı AMLO, ekonomik ve ekolojik açıdan oldukça tartışmalı olan, yerel halka ve turizme yönelik bir demiryolu da inşa ettiriyor. Kuzeyde kalan ilk etabı bitmiş. Karayolunun sağında görülebiliyordu. “Tren Maya” adı verilen bu demiryolu Yukatan’ın tüm çevresini dolaşıyor. Bir ucu Cancun’da diğer ucu Palenque’de. Bittiğinde toplam uzunluğu 1554 kilometre olacakmış.

Kabah uğradığımız ilk harabe oldu. Kabah ‘Güçlü El’ anlamına geliyormuş. Kentin bir bölümü ormanlardan temizlenmiş. Diğer yarısında çalışmalar devam ediyor. Halen görülmesi gereken en önemli yer “Maskeli Tapınak” adı verilen yapı.

Tabii bu tapınağın çevresinde gördüğüm dev iguanalara da değinmeden edemeyeceğim. Yerlerinden pek kıpırdamayan bu dev sürüngenler bizlerle hiç ilgilenmedi. Ne üstümüze geldiler, ne de kaçıp saklandılar. Hatta fotoğraf için poz bile verdiler.

Kabah’tan sonraki durak Uxmal oldu. Uxmal, kente sürekli su sağlayacak yüzey sularının olmadığı bir bölgede, M.Ö. 500 civarında kurulmuş. Çevredeki çok zengin tarımsal potansiyelden yararlanmak ve 25 bin civarında olan nüfusunun su sıkıntısını aşmak için yağmur sularını toplayıp rezervuarlarda biriktiren çok gelişmiş bir drenaj ve depolama sistemi yapmışlar. Uxmal 9. ve 12. yüzyıllar arasında Yukatan Mayalarının en görkemli ekonomik ve politik gücü haline gelmiş. Burada geliştirilen ve günümüzde “Puuc mimarisi” olarak tanımlanan özgün yapı stilini bu ören yerinde görmek olası. Uxmal’da göze çarpan iki bina var. Bunlardan biri kraliyet sarayı, diğeri ise “Büyücü” veya diğer adıyla “Cüce Piramidi.” Saray Kristof Kolomb öncesi Amerika kıtasında inşa edilmiş olan en uzun fasada sahipmiş.

“Büyücü Piramidi”nin özelliği ise, köşeleri olmayan bir yapı olması. Köşe olması gereken yerler yuvarlak bir şekilde inşa edilmiş. Piramitin nasıl inşa edildiğine dair yerel pek çok anlatı varmış. Bunlardan en popüleri 1841’de bu bölgeye gelen John Lloyd Stephens isimli bir gezginin anlattıkları. Hikayeye göre, piramit bir büyü sonucu bir gecede inşa edilmiş. Uxmal’ın o zamanki kralı, bir cüceye aşması için bir dizi zor hedef vermiş. Bunlardan biri de bir gecede bir piramit inşa edilmesiymiş. Neyse ki cücenin annesi bir cadıymış ve onun sayesinde güç kazanan cüce bu işi başarmış. Piramidin ismi de bu nedenle halk arasında “Büyücü” ya da “Cüce Piramidi” olarak kalmış.

Günün sonunda Yukatan eyaletinin başkenti ve en büyük şehri olan Merida’ya vardık. Nüfusu 900 bin civarında. Merida da tipik İspanyol kolonyal mimarisinin izlerini taşıyor. 1542’de kurulmuş. 16. yüzyıldan kalma katedrali Amerika kıtasındaki en eski katedralmiş. Aynı yerde bulunan bir Maya tapınağının taşları kullanılarak inşa edilmiş.

Katedralin bulunduğu ana meydanda kenti ilk fethedenlerden Francisco de Montejo y León’un (oğul Montejo) yaşadığı evin fasadı da halen restore ediliyor.

Kentin ana meydanında her şehirde olduğu gibi katedrale ek olarak valinin ikametgahı da yer alıyor.

Bir iddiaya göre, sürekli tekrarlanan Maya isyanları nedeniyle, bir dönem kentte sadece beyazların oturmasına izin verilirmiş.

Merida ile ilgili son bir söz: Eğer olur da bu kente bir şekilde yolunuz düşerse, Casa del Balam isimli otelden uzak durun. Kirli yatakları, nem kokan odaları ve berbat bir kahvaltı servisi ile hepimizin epey canını sıktı. Bu sayede seyahat anılarımın arasına girmeye de hak kazandı.

İzleyen gün ilk durağımız İzamal isimli bir kasaba oldu. Sarıya boyanmış binaları nedeniyle “Sarı Şehir”, etrafındaki antik Maya tapınaklarının harabeleri nedeniyle de “Tepeler Şehri” olarak da anılırmış. Şehrin binalarının neden sarıya boyandığı konusunda ise rivayet muhtelif. Bir iddiaya göre güneş tanrısı Kinich Kak-Mo için gelinen bir hac yeri olmasından. (Sarı güneşi temsil ediyormuş.) Bir başka anlatıya göre Mayaların ana besini olan Mısır’ın sarı renkte olmasından. Diğer bir gerekçe de Vatikan’ın bayrağının renginden dolayı. Karar sizin…

Kent aslında bir Maya kentiyken İspanyollar üzerine kendi şehirlerini kurmuşlar. Bugün kentte hala İspanyolca’dan daha yoğun olarak Mayaca konuşuluyormuş. İzamal’in manastırı en ilginç binası. Maya kentinin akropolünün üzerine kurulmuş. Bu Fransisken manastırın avlusu Vatikan’dan sonra en geniş atriyum imiş.

İzabal Manastırı’ndan sonra, gezimizde gördüğümüz en önemli yerlerden biri olan Chichen Itza’ya ulaştık. Kentin adı Türkçe’ye Pınarbaşı olarak tercüme edilebilir. Ancak, ismin ne anlama geldiği konusunda tüm Maya kentlerinde olduğu gibi farklı açıklamalar var. Maya döneminin en büyük kentlerinden biri olan bu şehirde Toltek kültürünün izlerine de rastlamak olasıymış. Şehirde önce Toltekler, sonra Olmekler ve M.S. 600’den sonra da Mayalar yaşamış.

7. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar ekonomik ve politik gücünü koruyan Chichen Itza’ya 1532’de Campeche’den oğul Montejo gelmiş. Kenti kontrolü altına almaya ve tarım alanlarını askerlerine dağıtmaya kalkınca halk ayaklanmış ve 1534’te bir gece, Montejo ağır kayıplar veren ordusunun kılıç artıklarıyla kaçmak zorunda kalmış. Ancak, Maya iş birlikçilerinden oluşan bir orduyla bir süre sonra geri dönmüş ve sonunda bölgeye hakim olmuş. İspanyolların Aztekleri ve Guatemala’daki Mayaları da yine yerel işbirlikçiler sayesinde yenmiş olması insanı düşündürüyor.

20. yüzyıl başlarında arkeolojik kazıların başladığı Chichen Itza’da bugün en ilgi çeken yapılar olarak Tüylü Yılan Tapınağı, Venüs Tapınağı, Savaşçılar Tapınağı, Sütunlu Meydan, rasathane ve büyük bir top sahası sayılabilir. Tabii bunların dışında da görülecek pek çok yapı daha var. Bu büyük metropolün sınırlarının nerede bittiği bugün hala tam belirlenmiş değilmiş.

Kentin merkezinde sayılacak bir yerde ise içi su dolu bir obruk var. İspanyolların “El Cenote Sagrado” yani kutsal çukur adını verdikleri bu obruğa, eğer asiller arasında oynanmışsa top oyununu kaybedenler, köleler arasında oynanmışsa her iki takımın oyuncuları kurban edildikten sonra atılırmış. Arkeologlar bu çukurdan binlerce iskelet çıkarmış. Üstelik Yukatan’daki pek çok obruk yeraltı nehirleriyle birbirine bağlı ve bu nehirler Meksika Körfezi’ne aktığından pek çok cesedin de bu tünellerde bir yerde takılıp kaldığı ya da denize gittiği düşünülüyormuş.

Daha önce de anlattığım gibi Mayalar bu dünyanın geçici olduğuna, öbür dünyanın mutlu bir yaşam getireceğine inanırlarmış. İspanyollar da bu inanış ile Katolikliği birleştirerek bu insanları köleleştirmiş ve tüm zenginliklere el koymuşlar. Maya halkı dinle aldatılarak yoksullaşırken İspanyol yönetici zümre zenginleşmiş. Bana olduğu gibi size de bu yaklaşım bir yerlerden tanıdık geliyor değil mi?

Bu muhteşem kenti gezmenin önemli bir zorluğu var. O da yakındaki Cancun’a, özellikle ABD’den gemi turlarıyla gelen binlerce turistin oluşturduğu büyük bir kalabalık arasında hareket etmek. Ayrıca kent içindeki yollara hediyelik eşya satan tezgahların açılmasına izin verilmiş olması da ayrı bir sorun.

Chichen Itza’dan akşam konaklayacağımız Cancun’a giderken Valledolid kenti yakınlarında bir yerde yine bir geç öğle yemeği yedik. Bulunduğumuz mekanın bir özelliği vardı. İsteyen tesisin geniş bahçesindeki bir obrukta yüzebiliyordu. Suyun içerisinde bir iskeletle karşılaşma düşüncesiyle cesaret edemedim. Fotoğrafını ve videosunu çekmekle yetindim.

Obruğa bir merdivenle iniliyordu. Yüzeydeki bir küçük akarsudan da aşağıya şelale şeklinde sular akıyordu. Obruğun dibi ise görünmüyordu.

Akşamüstü Cancun’da konaklayacağımız tatil köyüne ulaştık. Bizim Antalya havalisinden alışık olduğumuz dev tesislerin bir benzeriydi ve her şey dahil konseptiyle çalışıyordu. Artık yemeklerde karidesler gelsin, tekilalar gitsin. Kuş sütüyle, Monaco’ya servis edilen ıstakozlardan yoktu sadece. Tesisin, bahar tatili nedeniyle Cancun’a gelmiş olan Amerikalı ergenlerle dolup taşması ise bizim için biraz şansızlık oldu.

Seyahatimizin son gününde Cancun’un güneyinde kalan yine çok turistik bir yer olan Tulum’a (manşet fotoğrafı) gittik. Hani Cancun Antalya ise Tulum da Alanya olarak tanımlanabilir. Tulum’da da bir antik Maya kenti var. Deniz kıyısında gördüğümüz tek Maya kenti bu oldu. Tulum’u gezerken de ana sorun yine turist yoğunluğuydu.

Tulum adı, Maya dilinde duvar anlamına geliyormuş. Zaten kent de, deniz tarafı hariç surlarla çevrili. Deniz tarafına sur yapmamalarının nedeni kentin deniz tarafında bir uçurumun olması ve denizdeki keskin mercan kayalıkları nedeniyle sahile yaklaşmanın mümkün olmamasıymış.  Ancak Mayalar bu kente “Zama” diye ikinci bir isim daha vermişler. ‘Şafak’ anlamına geliyormuş, zira Atlantik üzerinden doğan güneşe bakan bir kent burası.

Ören yerini dolaşırken, yasa gereği yanımızda bulunan yerel rehberin saçmalıkları da enteresandı. Bizlere piramitleri uzaylıların yaptığına ikna etmeye çalıştı. Anlaşılan biraz fazla Erich von Däniken okumuştu. Bu tür rehberlere izin verilmesine şaşıracaktım ki, aklıma Gelibolu’da muharebeleri Mustafa Kemal’in yönetimindeki Osmanlı ordusunun değil de bulut içerisinden çıkan evliya süvarilerin kazandığını anlatan rehberler geldi.

Çok keyif aldığım ve o nedenle de bir yazı dizisiyle sizlere detaylı bir şekilde aktarmaya çalıştığım Meksika Guatemala gezisi izleyen gün Cancun’dan İstanbul’a kalkan THY uçağı ile sona erdi. Kalkıştan 11 saat sonra İstanbul’a indik.

Son bir not: Bu yazı dizisinde fotoğrafların bir kısmını web sitelerinden aldım ve kaynaklarımı belirttim. Ayrıca, gezi esnasında çekilen ve gruptaki katılımcıların ortak bir havuza attığı fotoğraflardan da yararlandım. Bu nedenle kendi çektiğim fotoğraflara ek olarak gruptaki arkadaşlarımın fotoğrafları da bu yazı dizisinde yer aldı. Bu fotoğrafları çekenlerin isimlerini tek tek belirlemem mümkün olmadığından kendilerini kaynak olarak gösteremedim. Anlayış göstereceklerine eminim.

Bitti…

Fotoğraf: cancunadvanture.net

Not: Bu yazım ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.

1.Bölüm: “Türkiye Yüzyılı”nda Meksika yolunda

2.Bölüm: Montezuma’nun intikamı

3.Bölüm: Çapuktepek’in gizemi

4.Bölüm: Müthiş bir kadın: Frida Kahlo

5.Bölüm: Tanrıların Yaratıldığı Şehir

6.Bölüm: CIA’in ‘muz darbesi’

7.Bölüm: Maximon Tarikatı

8.Bölüm: Maya uygarlığının kalbinde

Alper Eliçin

1974 yılında Alman Lisesi’nden mezun oldu. Öğrenimine Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde devam etti. İngiltere’de Sussex Üniversitesi’nde Yöneylem Araştırması ve ABD’de Clemson Üniversitesi’nde İşletme alanlarında yüksek lisans yaptı Dünya Bankası'na değişik projelerde danışmanlık yaptı, Çukurova Metropolitan Bölgesi Kentsel Gelişim Projesi'nde ise proje direktör yardımcılığı görevini üstleni. Gayrimenkul geliştirme projelerindeki deneyimini zaman içerisinde turizm yatırımlarına yönlendirmiştir. İş yaşamına 1990 yılından itibaren Pegasus Havayolları'nda kurucu ortak olarak devam etti,şirkette genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptı. İstanbul Havayolları'nda genel müdür yardımcılığı, Kavrakoğlu Management Institute’da başkan yardımcılığı görevlerinde bulundu. Havayolu yönetimi, yeniden yapılandırılması, şirket birleştirme, ayırma ve satın almaları ve gayrimenkul yönetimi konuları uzmanlık alanlarından. Merkezi Paris'te olan Milletlerarası Ticaret Odası Havacılık Komitesi'nde uzun yıllar Türkiye'yi temsil etti, Türkiye Havacılık Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Türkiye Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği Başkan Yardımcılığı görevlerinde de bulundu. 2008 yılında BCD Eğitim ve Danışmanlık Ltd’nin kurucu ortağı oldu. Halen serbest danışman ve eğitmen olarak çalışmaktadır. Bugüne kadar Türkiye, KKTC, Rusya, Gürcistan, Azerbaycan, Romanya, Mısır, Belçika, İsviçre ve Avusturya’da eğitimler vermiş, danışmanlık yapmıştır. Ayrıca, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde dijital yayın organlarında köşe yazarlığı yapmaktadır. Çok iyi düzeyde Almanca ve İngilizce biliyor. Dağ tırmanışları ve doğa yürüyüşlerine ilgi duyuyor, Ağrı ve Musa dağları tırmandığı dağlar arasındadır. Okumak ve seyahat etmekten büyük zevk alıyor.

Previous articleTürk ekonomisinin 5 sorunu
Next articleSevgi ve bağımlılık
1974 yılında Alman Lisesi’nden mezun oldu. Öğrenimine Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde devam etti. İngiltere’de Sussex Üniversitesi’nde Yöneylem Araştırması ve ABD’de Clemson Üniversitesi’nde İşletme alanlarında yüksek lisans yaptı Dünya Bankası'na değişik projelerde danışmanlık yaptı, Çukurova Metropolitan Bölgesi Kentsel Gelişim Projesi'nde ise proje direktör yardımcılığı görevini üstleni. Gayrimenkul geliştirme projelerindeki deneyimini zaman içerisinde turizm yatırımlarına yönlendirmiştir. İş yaşamına 1990 yılından itibaren Pegasus Havayolları'nda kurucu ortak olarak devam etti,şirkette genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptı. İstanbul Havayolları'nda genel müdür yardımcılığı, Kavrakoğlu Management Institute’da başkan yardımcılığı görevlerinde bulundu. Havayolu yönetimi, yeniden yapılandırılması, şirket birleştirme, ayırma ve satın almaları ve gayrimenkul yönetimi konuları uzmanlık alanlarından. Merkezi Paris'te olan Milletlerarası Ticaret Odası Havacılık Komitesi'nde uzun yıllar Türkiye'yi temsil etti, Türkiye Havacılık Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Türkiye Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği Başkan Yardımcılığı görevlerinde de bulundu. 2008 yılında BCD Eğitim ve Danışmanlık Ltd’nin kurucu ortağı oldu. Halen serbest danışman ve eğitmen olarak çalışmaktadır. Bugüne kadar Türkiye, KKTC, Rusya, Gürcistan, Azerbaycan, Romanya, Mısır, Belçika, İsviçre ve Avusturya’da eğitimler vermiş, danışmanlık yapmıştır. Ayrıca, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde dijital yayın organlarında köşe yazarlığı yapmaktadır. Çok iyi düzeyde Almanca ve İngilizce biliyor. Dağ tırmanışları ve doğa yürüyüşlerine ilgi duyuyor, Ağrı ve Musa dağları tırmandığı dağlar arasındadır. Okumak ve seyahat etmekten büyük zevk alıyor.

Exit mobile version