Vedanta, kadim Vedik metinlerden ve onların son bölümleri olan Upanişadlar’dan damıtılan felsefi öğretilerdir. Vedanta terimi önceki eserlerde aktarılan bilgileri özetleyen öğretiler ve bu öğretilerden türemiş düşünce akımlarını tanımlamaktadır.
Vedanta, etimolojik olarak “Veda” ve “Anta” sözcükleriyle açıklanır: Veda, bilgi + Anta, bitiş. Vedanta ise Vedaların bitiş bölümü, sonu ya da özeti demektir. “Anta” aynı zamanda açık, ileri, keskin ya da gelişmiş anlamına da gelir.
Vedanta, metafiziksel bir temel sağlayan Upanişad öğretilerini yorumlamak ve sentezlemek için geliştirilen bir metodoloji olarak da görülebilir.
Upanişadik metinler, okuyucuya pek çok soru bırakmış, farklı Vedantik görüşler de bu soruları tartışmış, yorumlamış ve okuyucuya rehberlik etmiştir. Böylece Upanişadlar’ın farklı dönemlerde farklı yorumlanmasına bağlı olarak farklı Vedanta öğretileri ve düşünce akımları doğmuştur.
Vedanta düşünce sistemi, İndus Vadisi Uygarlığı ve Hint felsefesinin önemli bir geleneğini temsil etmektedir. İndus Vadisi Uygarlığı, MÖ 3300 ile MÖ 1300 yılları arasında Hindistan’da gelişen bir Bronz Çağı uygarlığıydı.
Akademisyenlere göre İndus Vadisi Uygarlığının çöküşüne depremler, salgın hastalıklar, nehir yatağının değişmesi ve seller gibi doğal yıkımlar ya da istilacı saldırılar neden olmuştur. Keşke elimizde bu uygarlığı anlamamıza yardımcı olacak daha fazla yazılı kayıt olsaydı. Ne yazık ki Vedik döneme ait orijinal el yazmalarının onda birinden daha azı günümüze ulaşabilmiştir.
Vedanta düşünce sistemi ve geleneğinden farklı düşünce akımları türemiştir. Advaita Vedanta diğer Vedantalar arasında bana göre öne biraz daha çıkan bir öğretidir. Bu felsefi öğreti, 8. yüzyılda yaşayan ünlü Hint filozofu Adi Shankara tarafından sistematik bir şekilde geliştirilmiştir.
Advaita Vedanta, varoluşsal birlik düşüncesini vurgulayan ve nihai gerçekliğin bir makro-birlik olduğunu öne süren bir felsefesi ekolüdür. Varlık kavramı, her şeyi kapsayan zamansız tek bir nihai gerçeklik olarak tanımlanır.
Vedantik felsefeler, Upanişadlar’a ek olarak Bhagavad Gita ve Brahma Sutra metinlerinden de yararlanır. Farklı Vedantik öğretiler benliğin ve evrenin varoluşuna dair farklı bakış açıları sunar. Örneğin, Advaita Vedanta’daki düalizm ve düalizm karşıtlığı (non-dualism) gibi.
Bu felsefeye göre, tüm varlıkların özü olan Atman ile evrenin özü olan Brahman esasen aynı özdür. İkilik (düalizm) yerine teklik vardır ve tüm varlıklar ikiliksizlik (non-dualism) içinde var olurlar.
Bununla birlikte, Vedantik düşünce akımlarının bazı doktrinel farklılıklara karşın, bilincin işleyişine dair yorumlarda önemli farklılık göstermedikleri anlaşılıyor.
Advaita Vedanta ile İslam’daki Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği) öğretisi arasında benzerlikler bulunabilir, ancak tam bir etkileşimden söz etmek zordur. Her iki öğreti de varlığın birliği ve tek bir kaynaktan geldiği düşüncesini paylaşır, ancak farklı bağlamlarda ortaya çıkmışlardır.
Vahdet-i Vücud, İslam tasavvuf geleneğinde ortaya çıkan, varlığın tek bir kaynaktan geldiğini ve her şeyin Tanrı’nın varlığının bir yansıması olduğunu savunan bir düşüncedir. Bu öğreti, İbn Arabi (12. yy) gibi düşünürler tarafından geliştirilmiştir.
Advaita Vedanta ise Hint felsefi sisteminde ortaya çıkan bir öğretidir. Nihai gerçekliğin temelinde bütüncül varoluşsal birlik ve bütünlük vardır. Tüm varlıkların özü, evreni var eden arı bilincin tezahürleridir.
Bireyin kendi özünün evrenin geri kalanından ayrık ve tekil olduğuna inanması bilgisizlikten kaynaklanan büyük bir yanılsamasıdır. Advaita Vedanta yaşamın amacının, gerçek doğamızın fiziksel bedenden daha fazlası olduğunu anlamaya çalışarak bu yanılsamanın üstesinden gelmek olduğunu öne sürer.
Yaratılışla ilgili olarak merkezi bir rol oynayan “Akaşa” kavramı, kelimenin tam anlamıyla “var olanın izdüşümü”, yansıması veya görünümü anlamına gelir. Evrendeki tüm varlıklar ilksel köken ve eylem kaynağı olan Akaşa’nın sonucudur.
Bu satırların yazarı olarak Vedalar, Upanişadlar ve Vedanta anlatılarına geçmişte yoğun ilgi duydum. Farklı tarihlerde Hindistan’da ve diğer ülkelerde çeşitli eğitimlere ve sohbetlere katıldım. Ancak bu amaçla olağan yaşantımı bırakıp Himalayalar’da bir Aşram’da inzivaya çekilmedim.
Advaita Vedanta öğretisinin “insanın ve evrenin özünün özdeş olduğu, ancak insanın yanılgıları nedeniyle bunu göremediği” şeklindeki derinliğinden etkilendim.
Bununla birlikte, Advaita Vedanta’nın çağdaş bilimlerden bazı alanlarda ayrıldığın da farkındayım. Bilim, doğayı gözlem, nesnellik ve deney yoluyla anlamaya çalışır, sistematik bir yöntemle elde ettiği verilere dayanarak doğrulanabilir, yinelenebilir sonuçlar çıkarmayı amaçlar.
Advaita Vedanta ise bunların ötesinde bir de içgörü ve içsel farkındalığın önemini vurgular. Kişinin kendi öz dünyasına bakarak düşüncelerini, duygularını, davranışlarını ve hepsinden önemlisi varlığı daha derinden anlayabileceğini savunur.
Advaita Vedanta ve diğer kadim yazıların, özellikle etik öğretiler ve yaşamın anlamı konusunda kişisel gelişimime ufuk açıcı katkılarda bulunduğuna inanıyorum. Başkaları üzerinde aynı ilgi ve etkiyi uyandırmayabilir diyerek, herkese kendi iç dünyasını keşfetme yolculuğunda harika deneyimler diliyorum.