İnsan damağı tuzu seviyor; çünkü her canlı gibi insanın da yaşamını sağlıklı bir biçimde sürdürebilmesi için tuza gereksinimi var.
Tuzun ihtiva ettiği sodyum insan vücudunda çok önemli roller üstleniyor. Bebeklikten itibaren sağlıklı beyin, kas, kemik gelişimi, damarlarda kan akışkanlığının sağlanması, hücrelerin içinde ve dışında sıvı hacminin dengelenmesi, böbrek, kalp, damar işlevlerinin normal biçimde sürdürülebilmesi belli bir miktar sodyumun, başka bir deyişle tuzun vücudumuzda bulunmasını gerektiriyor.
Bu nedenle tuz uygarlık tarihinde her zaman önemli bir madde oldu. Yeryüzünde var olduklarından bu yana insanlar tuzu elde etmek için doğayla mücadele ettiler, birbirleriyle savaştılar, kimi zaman para yerine dahi kullandılar.
Vücudun ihtiyaç duyduğu bir maddenin aynı zamanda lezzetli olması güzel; ancak günde iki dilim ekmek ya da bir bardak sütte bulunan 1-1,5 gram tuz dahi vücudun sodyum ihtiyacına yetebiliyorken günümüz insanı bundan kat kat fazlasını tüketiyor.
Dünya Sağlık Örgütü günde 5 gramın üzerindeki miktarların zararlı olduğunu bildiriyor; buna karşın günümüz dünyasında insanlar gıdayla günde ortalama 10 gram tuz almaktalar.
Toplumlarda tuz tüketimi ortalaması arttıkça toplumun bireylerinde tansiyon ortalaması da yüksek tansiyon hastalığı yaygınlığı da artıyor. Örneğin günde ortalama 1-3 gram tuz tüketilen Kenya ve Papua Yeni Gine’de hipertansiyona nadir rastlanırken bu rakamın dünya rekoru kırarak günde 15 gramı bulduğu Türkiye’de erişkinlerin neredeyse üçte birinde aşikar hipertansiyon mevcut.
Tuzu kısıtlamakla tansiyon düşürülebildiği gibi kalp krizi, felç, kalp yetersizliği riski azaltılabiliyor.
Bu rakamlar neyi ifade ediyor?
Aşmamamız gereken miktar 5 gram; başka bir deyişle bir çay kaşığı tuz.
Gıdaların içinde bulunan, yemeği pişirirken eklediğimiz, sofrada kullandığımız, buz gibi yeşil erikleri bandırdığımız tuzun toplamının bunun altında kalması gerekiyor.
Ne var ki standart bir ekmekte 4 gram tuz mevcut; ve ülkemiz insanı günde 3 gram tuzu sadece ekmekten alıyor.
Toplumumuzda bireylerin aldığı ortalama 15 gram tuzun yarıdan fazlası yemek tuzu, yüzde 12’si ise sofrada eklediğimiz tuzdan ibaret. Peynir, zeytin, turşuda bulunan tuzun toplam tuz tüketimimizdeki oranı batı ülkelerinden daha fazla.
Ölümlerin yarıya yakınının kalp & damar hastalığı sonucu olduğu, yalnızca hipertansiyonun kontrol altına alınabilmesiyle dört ölümden birinin önlenebileceği bildirilen toplumumuzda tuz alımının azaltılabilmesi bireylerin sağlığını korumada önem taşıyor.
Son yıllarda toplumumuzda tuz tüketimini kısıtlamaya dönük bilinçlendirme çalışmalarına verilen ağırlık, lokantalar, kafeteryalar ve yemekhanelerde tuz kullanımına yönelik düzenlemeler dikkat çekiyor.
Şüphe yok ki bu konuda bireylerin davranışlarını değiştirebilmek kolay değil; yemeklerin lezzetinin azalmasına duyulan tepki bu tarz bir perhize başlamayı ve onu sürdürmeyi zorlaştırıyor. Ancak yapılan çalışmalar sebat edenlerin zamanla tuzlu yeme konusundaki ısrarlarında azalma olduğunu gösteriyor.
Daha az tuz tüketmek için temel öneriler, restoran ve fast food tarzı öğünlerin tuz tuzağı olduğunu bilerek mümkün olduğu kadar evde yemek yemek, satın aldığımız ürünlerin sodyum içeriklerine dikkat etmek, tuz dışındaki baharatların lezzetlerini keşfetmek, taze sebze ve meyvelere beslenmemizde ağırlık vermek olarak sıralanabilir.
Sigarayı bırakmanın, kilo vermenin, düzenli egzersiz yapmanın zorlukları, tansiyonu, kolesterolü düşürmenin gerektirdiği ilaç stratejileri göz önünde bulundurulduğunda tuz kısıtlamasının kalp & damar hastalıklarından korunmada muhtemelen en basit, maliyeti en düşük önlem olduğu söylenebilir.
Tuz yaygın olarak böyle ifade edilse de bir “beyaz zehir” değil; ne var ki azı karar, çoğu zarar…