Biz okullarda şu bilgiyle büyüdük: “Türkler Asya’dayken Şamanist bir inanca sahipti, Anadolu’ya gelen Türkler ise zaten Müslüman idiler”. Oysa bu iki tarih arasında neredeyse iki bin yıl* kadar bir zaman aralığı var.
İkinci bir yanlış da Türklerin Orta Asya Hunları yani Hiung-nular zamanında da tek tanrıya inandıkları savı. Bunu da Hiung-nuların Şamanizm’in yanı sıra Göktengri inancına da sahip olmalarına dayanarak ileri sürüyorlar. Oysa Göktengricilik şu andaki tek tanrılı dinlerdeki tek tanrı değil, öncelikle bunun bilinmesi lazım. Bazı çevrelerin inatla ileri sürdükleri bu tez, eski Türklerin puta tapan bir halk olmadığı, zaten Gök Tanrı’ya inandığı, bunun da şimdiki Allah gibi bir inancın neredeyse aynısı olduğunu, yani Tanrı’nın bizzat Allah olduğunu belirterek tarihi bilgiyi büyük bir güçle eğip büküyor kendi ideolojik çıkarları doğrultusunda. Tabii ki tarihi belgeler bu savı doğrulamıyor.
Bu yazıyı uzunluğu dolayısıyla iki bölümde okuyacaksınız.
Göktengricilik ve Şamanizm
Hiung-nular ile başlayalım. Acaba hangi inanca sahiplerdi diye sorarak başlamadan önce açıklık getirmem gereken bir konu var. Hiung-nular ile Avrupa’daki Hunlar aynı kişiler midir? Artık kabul edilmiş anlayışa göre Asya’daki Hiung-nular (Hyunnu diye okunuyor) ile Avrupa’ya giden Hunlar bire bir aynı değil ama aynı kökenden gelmektedir ve her ikisinin de Hunlar diye adlandırılmasında bir sakınca yoktur. Ancak Hunlar denilince hangisini kastettiğim anlaşılmadığı için ben yazımda Asya’dakiler için Hiung-nular adını kullandım.
Hiung-nu devletinin bir konfederasyon biçiminde olduğunu da belirtmem gerekiyor. Türkler yönetici klanı oluşturuyordu ancak bu imparatorluk içinde birçok başka halk da yer alıyordu ki alıntılarda da göreceğiniz gibi Şanyü Motun 26 halkın egemenlik altına alındığından söz eder.
Alıntıların bazılarında Hiung-nu yerine Hun sözcüğü kullanılmış, ben de değiştirmedim.
“Hsiung-nu halklarının ana dini muhtemelen Tengricilik idi.”1
Başta da söylediğim gibi Tengriciliğin yanı sıra Şamanizm de Hiung-nuların inanç sisteminde yer alır.
“Eski Türk dini tarihi içerisinde tespit edilen en eski terim ‘tanrı’dır. Çin yıllıklarında, Hunların Gök Tanrı’ya inandıkları yer almaktadır. Şanyü Motun’un unvanı da yine bu Gök Tanrı inancıyla ilişkilidir. Hükümdar, tanrının kutunu almış olup yeryüzündeki temsilcisi konumundadır. Eski Türkçede maddi bir varlık olan ‘gök’ ile ‘tanrı’ kavramı aynı kelime ile anılmıştır. Her iki kavram Tengri kelimesiyle ifade edilmiştir. Gök kelimesi de bunun sıfatı olarak kullanılmış ve Gök Tanrı merkezli bir inanç sistemi gelişmiştir.”2
Motun adı size yabancı gelmesin, yanlış bir okuma sonucu bu bize Mete diye tanıtıldı. Oysa doğru adı Motun’dur. Şanyü ise Hiung-nu kıralı/liderleri için kullanılan bir unvandır. Bu kısa açıklamadan sonra devam edelim.
“Bu inanç sisteminde göğün kutsiyeti gayet açıktır. Bununla bağlantılı olarak göğe ait tüm unsurları kıymetli ve kutsal görmüşlerdir. Bu durum, geleneklerinde izlenebilmektedir. Örneğin Hunlar, güneşin doğup battığı yönlere büyük saygı göstermişlerdir. Güneşin doğduğu yön olan doğuya da özellikle önem atfetmişlerdir ki bu durum da kimi örneklerde tespit edilmiştir. Bazı kurganlarda ölülerinin başlarını doğuya çevirmişlerdi. Üstelik evlerinin kapısı da doğuya doğru açılırdı. Hun hakanı da bizzat toplumsal geleneklerin ve ibadetlerin uygulayıcısı idi. Hakan, sabah çadırından çıkıp şafakla birlikte eğilip güneşe saygı gösterirdi. Güneşle birlikte Ay da önemli bir yere sahipti ve hakan, aynı selamlamayı geceleri de Ay’a karşı yapardı. Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre ise Hunlar bir işe başlayacak olurlarsa yıldızların ve ayın durumunu dikkate alırlardı. Güneş, ay, yıldız, yıldırım ve fırtınayla ilgili inanışların hepsi gök kültü ile bağlantılıydı.”3
Başka şeyler de var Hiung-nuların inanç sistemlerinde…
“Asya Hunlarının şanyüsü Mo-tun, M.Ö. 176’da Çin imparatoru Wendi’ye yazdığı mektupta kendisinin göklerdeki tanrı tarafından tahta oturtulduğunu, girdiği savaşları ‘Gök Tanrı’nın inayeti’ ile kazandığını, 26 kavmi yenerek hepsinin Hun olduğunu, yay çekebilen tüm bu kavimlerin artık bir aile olduğunu belirtmiştir. Görüldüğü gibi tüm başarılarını Tanrı’nın lütfu olarak görmüşlerdir. Benzer bir örnek Motun’un oğlu Laoşang Şanyü’nün yine Çin imparatoru Wendi’ye yazdığı mektupta görülür: ‘Gök ile yer tarafından yaratılmış ve Güneş ile Ay tarafından tahta oturtulmuş Hunların büyük şanyüsü, Han Sülalesi İmparatorunun sağlık durumunu saygıyla sorar.'”4
Gök Tanrı inancıyla ilgili çok fazla belge ve bilgi var ama bu kadarı meramımı anlatmaya yeterli sanırım. Gelelim Şamanizm’e…
“Şamanizm’in Hunlar arasında var olduğu Çin kaynakları tarafından bildirilmektedir.”5
“Hun inanç sisteminde Şamanizm’e ait unsurlar, gök ile ilgili inanışlar ve atalar kültü ön plana çıkmaktadır. Hayvancılık, çoban kültürü ve doğa ile iç içe olmak, inançlarına da yansımıştır.”6
Hiung-nular için doğanın kutsallığı
Hiung-nuların doğayı da kutsal kabul ettikleri biliniyor.
“Eski Türkler Gök Tanrı’ya inandıkları gibi içinde yaşadıkları tabiatı da kutsal saymışlardır. Bu tabiat kültü ise genel çerçevede yer-su (yir-sub) olarak anılmıştır. Dağ, su, ağaç, orman, kaya kültleri ‘yer-su’ altında toplanmıştır.”7
“Aynı zamanda bunlar yalnızca cansız birer varlık değil ruh sahibiydiler. Her birinin ruhu vardı. Bu kültler İç Asya coğrafyasında yüzlerce yıl varlığını korumuştur. Bölgedeki kimi gelenekler bugün dahi bu kültlerle bağlantılı olarak yaşamaya devam etmektedir.”8
Göktürklerin inanç sistemleri
Göktürkler var sırada. Onların inanç sistemleri neydi acaba?
“Şamanlık, Göktürklerde kağan ve çevresinden çok halk arasında yayılmış ve benimsenmiştir. Yazıtlarda bu inançtan söz edilmez. Bizanslı gezginler Menander (6. yüzyıl) ve Theophylakt (7. yüzyıl) Şamanlığın günümüzde iyi biçimde tanınmasını sağlamışlardır.”9
Jean Paul Roux ise Orta Asya adlı yapıtında “6. yüzyılda Türklerin (Köktürkler, M.G.) Budist olduklarını çok önceden biliyorduk; bu şaşırtıcı bir bilgi değil, çünkü Çinliler 556 ve 572 arasında Şang’an’da (Xian) Türkler için bir tapınak inşa ettirmişlerdir” der. Ancak şöyle devam eder: “Türklerin Budistliği Bugut yazıtlarının doğrulamak istediği bir söylencedir. Fakat bu yazıtlar ne kompozisyonlarıyla ne üsluplarıyla ne de cümle kuruluşlarıyla Budist bir metnin özelliklerini taşımaktadır… Söz dağarcığı çok açık biçimde Mazdeist söz dağarcığıdır.” (s.133)
Bu durumda Köktürklerin din konusunda siyasi çıkarları doğrultusunda davrandığını ileri sürmek pek yanlış olmasa gerek. Sanki saray çevresi Budizmi kabul etmiş ancak halk şamanlığa devam etmiştir. Ama bu Budizm de yoğun Mazdeist öğeler içermektedir.
Diğer boylar ve inanç sistemleri
Bundan sonrasını karışık gideceğim çünkü o kadar çok Türkçe konuşan boy var ki her birini teker teker ele almam olanaksız. Bunun yerine çeşitli alıntılar yaparak Türklerin inanç sistemlerine ilişkin genel bir bilgi verme yolunu deneyeceğim.
“Gerdizi İrtiş boylarında yaşayan Kimeklerin bu ırmağı ululadıklarını, ona yükündüklerini, yani secde ettiklerini ve hatta onu kendi rableri (huday) tanıdıklarını yazar… Kaşgarlı’da ızuk=ıduk Tağ sözü de geçiyor ve bu sarp ve uzun dağ (el-cebelu’l-mani’u’t-tavilu) şeklinde izah ediliyor. Bilge Kağan’ın da Ötüken Yış’ı (ormanlık dağ; Altın Yış =Altay dağları) ıduk ile vasıflandırdığını gördük. 11. yüzyılın Gazneli müelliflerinden Gerdizi, eski kaynaklara dayanarak aşağı Çu ırmağının sol kıyısındaki köylerden bahsederken bu köylerin yanındaki dağı Türklerin uğurlu saydıklarını, bu dağın üzerine and içtiklerini ve Ulu Yaradan’ın orada oturduğuna inandıklarını belirtir.”10
Demik ki gök, dağ ve ırmak Türklerin kutsallar arasında. Tengri’nin de dağda oturduğuna inanıyorlar.
“İslamiyet’ten evvelki Türklerde boğa veya öküzün alplık ongunu veya timsali olduğu da anlaşılmaktadır. Alplık ongunu olan öküz veya boğa, dolayısıyla yiğitliğin ve güçlülüğün de timsali olmaktadır. Zaten boğanın adına bazı sıfatlar ekleyerek çocuklara isim verme geleneği Orta Asya’da hâlâ yaşamaktadır.”11
Ongunun “Tengricilik inancında, içinde bir ruhu barındıran bir cisme verilen ad” olduğunu belirtelim. Bir nevi totem yani.
“İslam’ın emirlerine uyarlarsa ne ile geçinirler”?
Tarihi kayıtlardan anlıyoruz ki Türklerin İslam’ı kabul etmelerinin önünde bazen pratik nedenlerden kaynaklanan engeller de çıkmış.
“Deşt-i Kıpçak’taki Moğol ve Türk göçebeleri arasında (14. yüzyıla doğru Moğolların Türkleşme processus’u artık oldukça derinleşmişti) İslamlık başarı kazanamamıştı. Burada Türk hanlarından birisi tarafından 13. yüzyılda Emevi halifesi Hişam’ın (724-743) elçisine söylenen sözleri hatırlamak kabildir: ‘Türkler arasında ne berber, ne kunduracı, ne terzi vardır; eğer İslamlığı kabul eder ve İslamlığın emirlerine uyarlarsa, ne ile geçinirler?”12
Hazarlar Yahudi miydi?
Türkler Şamanizm, Göktengricilik, Hristiyanlık, Budizm, Budizm adı altında Mazdeizm, doğaya tapınma vb. inançlara sahip olmuşlardır ama hiçbiri Yahudilik kadar dikkat çekmemiştir. 7 ile 11. yüzyıllar arasında egemen olan Hazar Devletinde yalnız Yahudilik yoktu, birçok din bir arada var olabilmişti.
“Hindistan’da doğmuş olan Budizm’in Çin yönündeki yayılma yollarından biri Orta Asya olmuş; orada sağlam ara durakları inşa etmiş ve bugün artık bildiğimiz gibi ana yollara, M.S. ikinci yüzyıldan başlayarak, Hintli, Parth, Yüe-çi misyonerler salmıştı.
Bunlardan birçoğu, Türkler tarafından nasıl iyi karşılandıklarını anlatan tanıklıklar bırakmışlardır.
574 ile 584 yılları arasında Tu-ku-e’lerin yanında kalmış olan Jinagupta onların arasında serbestçe vaaz vermişti. Prabhakaramistre (626) onlara Budizm’in yasasını öğretti ve onları coşturdu: ‘Hükümdarda, son derece özel bir güven ve uysallıkla karşılaşmıştı.’
Hiuan-Thsang ise, konuğu olduğu bu kimselerin erdemlerini ve anlayışlılıklarını anlata anlata bitirememektedir. Dolayısıyla, demek ki, tıpkı Yahudilerin, Bizanslıların pogromlarından kaçabilmek için Hazarlar’a sığınmaları gibi bir ara Çinlilerin zulmüne uğrayan Budistlerin Türklere sığınmaları için de içlerinde onlara yönelik en küçük bir eğilim bulunması yeterli olmuştu.”13
Dinin Hazarlar’da tamamen siyasi bir işlevi olduğu ortaya çıkıyor. Okurken hangi sınıfların hangi inanca sahip çıktığına dikkat edin.
“Hazar Kağanlığı’nın önemli bir özelliği, kağanlıkta tam bir din hoşgörüsünün hüküm sürmesiydi. Hazar Halkı’nın büyük kısmı şamanlığa mensup olup, eski Türk dinini devam ettirmişlerdi. Fakat üst tabaka, kağan, beyler ve saray erkânı Yahudi dinindeydiler. İslamiyet de yaygındı. Bilhassa tüccar zümresinin Müslüman olduğu bilinir. Hristiyanlar da az değildi… Hazarların üst tabakasının Museviliği kabul ederken, siyasi düşünceyle hareket etmiş olmaları akla çok yakındır.
Komşuları olan Bizans’ın Hristiyanlığı ve diğer büyük komşusu Abbasiler’n Müslümanlığı karşısında, Hazar beylerinin, büyük dinlerden üçüncüsü olan Museviliği benimsemekle, Bizans ve Abbasilerin siyasi nüfuzlarından uzak kalacaklarını düşünmüş olmaları mümkündür.
Aynı Hazarlar gibi, Bulgarlar da komşusu Rusların nüfuzundan uzak kalıp, bağımsız yaşamak için, Müslümanlığı kendiliğinden, siyasi amaç gereği kabul etmişlerdir. Abbasiler nasıl olsa uzaktı…”14
Bulgarların da böylece Türk asıllı halklardan olduğunu öğrendik.
Buraya kadarki okumalarımızdan anlaşılıyor ki hangi dini benimsemiş olursa olsunlar Türklerin yönetici sınıf dışındaki büyük çoğunluğu Şamanizmden vazgeçmedi. Hem Hıristiyan hem Şamancı, hem Yahudi hem Şamancı, hem Budist hem Şamancı, hem Müslüman hem Şamancı oldular.
“11. yüzyılın başında başka bir göçebe topluluk, Selenga’nın kaynağından Tarbagatay ve İrtiş Vadisi’ne kadar uzanan geniş topraklara, Kereyitlerin batısına yerleşen Naymanlar da Hristiyanlaşmaya başlar.
Bir yüz ya da yüz elli yıl sonra neredeyse tamamen Hristiyanlığı kabul etmişlerdir, fakat aşamalarını bilmiyoruz. İnançlarının niteliği kuşkuludur, çünkü Şamanizm 12. yüzyılda hâlâ etkisini sürdürmektedir ve hükümdarları ünlü Küçlüg, Buda dinini kucaklamakta oldukça oynak davranır; kötü bir Hıristiyan olduğu gibi kötü bir Budisttir de.”15
Hristiyanlık da Türklerin gözde dinleri arasındaydı
Türk boylarında Hristiyanlığa ilgi epey eski bir zamanda başlamıştı. Yukarıda adını andığım ünlü Fransız Türkolog Jean Paul Roux’dan uzunca bir alıntı yapacağım izninizle. Orta Asya ve Türklerle ilgili 25 kitabın sahibi olmasıyla bunu hak ediyor sanırım.
“Türkler Hristiyanlık’la öteki halklardan daha fazla ilgilenirler. 560’tan sonra bu din Türkler arasında yayılmaya başlar. Bu gelişimi tahmin edebiliyoruz ve bu konuda bazı kanıtlarımız da var, örneğin 591’de Sasani Bahram’ın hizmetinde çalışan ve alınlarında haç işareti taşıyan paralı Türk askerler, bu haçı alınlarına annelerinin büyük bir açlık salgını sırasında Hristiyanların önerisiyle yaptığını anlatır.
624’te Merv Piskoposu Elie bir Türk şefinin ve tüm kavminin Hıristiyanlığı kabul ettiğini duyurur. Aynı şekilde 781’de de bir din değiştirme olayından söz edilir. 7 ya da 8. yüzyılda Çu üzerinde 14. yüzyıla kadar varlığını koruyacak bir topluluk için –belki de bunlar kimilerinin Hristiyan sandıkları Karluklar’dır- bir kilise inşa ettirilir…
893’te Talas’ta Araplar bir kiliseyi camiye çevirir.
Özellikle Sogdiyana’da camiye çevrilen tek kilise bu olmasa gerek. Daha önce de söylediğimiz gibi Buhara’nın en eski camisi büyük olasılıkla bir zamanlar kiliseydi…
Uygurların zamanında 8. yüzyıldan 13. yüzyıla varan dönemde Hristiyan topluluklar Kansu vahalarında, özellikle de Sin-kiang vahalarında çok etkindirler…
Plan Carpi… Hristiyanlığın Uygurlarda belli başlı dinlerden biri olduğunu söylemekle yetinir.
Kan-çu’da en az üç kilise vardır; Sin-kiang’da daha da fazladır…
Vahanın doğusundaki Buyalik şehri Turfan Nesturilerinin merkezidir; burada Süryanice olduğu kadar Sogdca ve Türkçe de yazılmış bölük pörçük Hristiyan metinleri bulunmuştur… 13. yüzyılda Kaşgar ve Hami’de hâlâ piskoposluklar vardır.”16
Alman asıllı Rus Türkoloğu Wilhelm Radloff (1837-1918) Türkolojinin babası sayılır. 81 yıllık yaşamının 60 yılını bu konuyla uğraşmaya adamıştır. Ondan alıntı yapmadan Türklerle ilgili bir yazı yazmak mümkün değil tabii ki.
“Kuznetsk Teleütlerinin bir kısmı bundan bir müddet (1860’lı yıllardan söz ediliyor, M.G.) önce Biys İlçesi’ne göçmüş olup, şimdi Katunya boyundaki misyoner köylerinde oturmaktadır. Bu göç, Kuznetsk Teleütlerinden bir kısmının Hristiyanlığı kabul etmesi yüzünden vukubulmuştur, çünkü putperest Teleütler artık Hristiyanları yanlarında görmek istememişlerdir.”17
19. yüzyılın ikinci yarısında Şamanist Türklerden söz ediliyor, lütfen atlamayın.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, herkese keyifli günler dilerim.
Manşet fotoğrafı: Şamanist Teleütler
KAYNAKLAR
* Hiung-nu adının o zamana göre eski Çincede karşılığı olan H’yenyun adına ilk olarak MÖ 822 yılında yazılmış “Şarkı Kitapları”nın birinde yer alan bir şiirde rastlanır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Hiung-nu)
2- Gülşah Çoban, Kenkol Bölgesinde Hun Kurganları ve Kültürü, s.62, yüksek lisans tezi, 2020, Hacettepe Üniversitesi, http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11655/22580/G%C3%BCl%C5%9Fah%20%C3%87oban-%20Yeni.pdf?sequence=4&isAllowed=y.
3- aynı yapıt s. 62.
4- aynı yapıt s. 63.
5- İlya Aleksandroviç Meikşan, “K Voprosu Ob İzuçenii Mirovozzreniya Hunnu Tsentralnoy Azii”, Archeologiya, Etnologiya, Paleozkologiya Severnoy Evrazii İ Sopredelnıh Territoriy, NGPU, Novosibirsk, 2007, s.116.
6- Çoban, s. 61.
7- Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1976, s.30-31.
8- Çoban, s.63.
9- Türklerin Dili, Fuat Bozkurt, Kapı Yayınları, s.97.
10- Faruk Sümer, Eski Türklerde Şehircilik, S.16-17.
11- Yaşar Çoruhlu, Türk Sanatı’nda Görülen Boğa (öküz, inek) Figürleri’nin Sembolizmi, Türk Dünyası Tarih dergisi Mayıs 1995
12- A.Yu.Yakubovskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, S. 99.
13- J. P. Roux, Türklerin Tarihi, S. 115.
14- İklil Kurban, Yaşlı tarihin Yankısı, S. 41-42.
15- Roux, Orta Asya, S. 241
16- Roux, Orta Asya, s. 219.
17- W.Radloff, Sibirya’dan 1. Cilt, S. 205.