Metin Gülbay
Türkiye’de hangi etnik gruptan kaç kişi yaşıyor, hiç bilemeyeceğiz. Bunun nedeni vesayet sistemi desem, “yok daha neler” dersiniz değil mi?
Demeyin, sabredin göreceksiniz.
Birinci cümledeki durum şu an için değil ta Osmanlı’dan beri doğru.
Alın size 1914 nüfus sayımı:
“İşte hepsi sayılmış ya” diyorsanız, hızlı karar verdiniz derim. Bu tabloyu paylaşan yazarın şu satırlarını da okumanız gerekiyor.
“İstatistik, ülkenin Anadolu, Rumeli ve Suriye bölgelerini kapsayacak şekilde ve 1914 senesinin idarî yapısına göre düzenlenmişti. Hicaz, Yemen, Musul, Bağdat, Basra vilayetleriyle Cebel-i Lübnan, Asir ve Medine-i Münevvere sancaklarında nüfus sayım ve kayıt işlemleri yapılmadığından, bu vilayet ve sancaklar istatistikte yer almamıştır. Ayrıca doğu vilayetlerinin bir kısmında konargöçer olan aşiretler ile bölgenin dağlık kısımlarında yerleşik olan Kürtler ve Hakkâri Sancağı dâhilinde aşiret halinde yaşayan birtakım Nesturiler, tahrir ve tescil olunamamışlar, dolayısıyla her yıl düzenli olarak yapılan istatistiklerin dışında kalmışlardı (İstatistik, s. 2).” (1)
Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye, Osmanlı’dan beri bu konuda doğru dürüst bir sayım bile yapamamış. 1914 nüfus sayımında 18,5 milyon çıkan nüfusta ne kadar eksik var bilemiyoruz ama görünen o ki milyonlarca kişi hiç sayılmamış.
Türkiye’de yalnız Türkler yaşamalı, başkaları da yaşarsa bu ülke Türkiye olmaktan çıkar diye korkuluyor sürekli olarak. Halbuki “Osmanlı’da 72 millet yaşarmış.” Tabii bu sözde büyük abartma var ama büyüklüğü göstermek için kullanılan bir deyim bu, hiçbir aşağılık kompleksine girmemiş Osmanlı bu konuda. 1914’teki sayım bugünkü yönetimin atası sayılabilecek olan İttihat ve Terakki (İT) yönetimince yapıldı. İT kadroları Türk milliyetçisiydi ve doğal olarak bu çizgiyle ters düşecek sonuçları almak pek işine gelmezdi. Bu nedenle 1914 sayımını klasik Osmanlı sayımına dahil etmek doğru olmaz.
Türk kökenliler doğal olarak çoğunlukta
Türk kökenliler tabii ki bu ülkede çoğunluktur, aksini ileri sürmek abesle iştigaldir. Ancak Türklerin sayısını abartmak da abesle iştigaldir. Bu konuda “kendini Türk sayan” diye bir şey uydurulmuştur. Kendini Türk sayan ne demektir? Aslında Çerkez asıllı ama kendini Türk sayıyor. Aslında Boşnak asıllı ama kendini Türk sayıyor. Aslında Laz asıllı ama kendini Türk sayıyor. Böyle saçmalıklarla Türk asıllıların sayısı çoğaltılmış veya diğer etnik grupların sayısı az gösterilmeye çalışılmıştır.
Türklerin azınlığa düşeceği korkusu asla yok olmamıştır. Bu korku uydurulmuş bir korkudur üstelik, böyle bir şeyin olması imkansıza yakındır. İmkânsız olmasına rağmen 1996 gibi çok yakın bir tarihte bile MGK raporunda durum olağanüstü abartılarak örneğin 2010 yılında Kürtlerin toplam nüfusun yüzde 40’ına, 2025 yılında ise yüzde 50’sine ulaşacağı ileri sürülmüştür. (2)
MGK Takip ve Yönlendirme Kurulu‘nun 20 Kasım 1996 tarihli “Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı raporunda yer alan bu savlar askerlerce ileri sürülmüştür. Kürtler üzerinden korku yaratılıp, “vatan elden gidiyor” çığırtkanlığı yaparak toplum üzerindeki vesayetini sürdürmeyi amaçlayan TSK, diğer yandan Kürtler gibi ülkenin ikinci en büyük etnik topluluğunu da düşmanlaştırarak Türklerdeki etnik temizlik duygularını kaşımaya çalışmıştır. En iyisi rapordan bir bölüm aktarmak olacak.
“Çoğunlukla Kürtlerin oturduğu bölgelerde doğurganlık oranı ve nüfus artışı diğer bölgelere nazaran daha yüksek. Araştırmalara göre Kürt nüfusu 2010 yılında toplam nüfusun yüzde 40’ına, 2025’te yüzde 50’sinin üzerine çıkma eğiliminde. Nüfus artışı, Kürt milliyetçiliğinin içte ve dışta canlı tutulmasıyla birlikte düşünüldüğünde, parlamentoya da yansıyarak uzun vadede Türkiye için vahim bir tehdit oluşturabilir. Bunun için bölgede nüfus planlaması seferberliği elzemdir. Az çocuğa prim ve çok çocuğa vergi gibi radikal önlemler gereklidir. Bölgedeki imamların yüzde 90’ı, gardiyanların yüzde 80’i, öğretmenlerin yüzde 43’ü Kürt’tür. Oysa bölge halkından personel istihdamının makul oranda tutulması gerekir.” (2)
2010 yılını geçtik Kürtler nüfusun yüzde kırkına ulaşmadı, 2025’e üç yıl var, Kürtler nüfusun hâlâ yüzde 20’si düzeyinde. Ne oldu peki bu savlara, bu raporu hazırlayan omuzu kalabalık generaller bir özür diledi mi şimdiye kadar? Bunu manşet yapan gazeteler haber takibi yapıp, generalleri rezil etti mi yalan söyledikleri için?
Tabii ki bunların hiçbiri olmadı. Tıpkı şimdiki iktidarın her türlü yalanı söyleyip bir süre sonra da tam tersini söylemesi ama hiç özür dilememesi gibi. Birbirlerinden farkları yok aslında.
Oysa ülkemizde etnik gruplar var
Türkiye hem binlerce yıldır insanlar için bir göç yolu olmuştur. Bu yarımadadan yüzlerce boy, klan, her ne diyeceksek insan grubu gelip geçmiş ama büyük bir kısmı da burada kalmıştır. Yalnızca Selçuklu ve Osmanlı dönemini yani son bin yılı alsak bile buralarda hangi milletlerin yaşadığını görmek artık basit. İnternette iki üç yazı okumak yeterli. Bu kadar farklı etnik grubun yaşadığı bir ülkede nasıl tek bir etnik grubun bulunduğu ileri sürülebilir ki, değil mi!
Tüm bu zorlamalara rağmen Türkiye’de hangi etnik grupların yaşadığı ve bunların nüfusun ne kadarını oluşturduğunu bir türlü öğrenemiyoruz.
O kadar da zor değil aslında, kesin rakamlara ulaşmak imkansız ancak bazı akla uygun tahminler yapılıyor.
Haydi başlayalım.
Genel kanı nüfusun yüzde 20’sini oluşturdukları sanılan Kürtlerin Türklerden sonra ülkenin en büyük ikinci topluluğu olduğu.
Onları Arap asıllılar izliyor. 2015 itibarıyla üçüncü büyük grup onlar. (3)
2022 itibarıyla düşünüldüğünde nüfuslarının ikiye katlanmış olduğu bile söylenebilir.
Arnavutlar da epey büyük bir grup. Ama sayıları hakkında hiçbir veri yok. Ancak bazı tahminler var. (3)
Sonrasını öylesine sıralayacağım çünkü sayıları hakkında güvenilir bir veri yok.
Boşnaklar, Bulgarlar, Çeçenler, Çerkezler, Çingeneler, Ermeniler, İranlılar, Gürcüler, Lazlar, Pomaklar, Süryaniler, Rumlar, Zazalar, Azeriler, Kırım Tatarları.
Bir de ana yurtları burası olmadığı halde burada yaşayanlar var.
Bu kısmı etnik yapının bir parçası olarak değil, etnik zenginlik olarak okuyun lütfen.
Avustralyalılar, Britanyalılar, Hollandalılar, Kanadalılar, Polonyalılar, Ruslar, Sırplar. (3)
Ve tabii ki Almanlar var, bilhassa güneydeki kentlerde.
Her ülkede sorun mu?
Bir ülkede farklı etnisiteler olması tüm dünya ülkelerinde sorun oluşturuyor mu?
Aslında ulus devlet ile başa baş giden bir durum gibi görünüyor bu.
“Etnik sorunlar milliyetçilik çağına özgü ve ulus-devlete bağımlı bir olgudur. Ulus-devletin ulusun sınırlarıyla devletin sınırlarının örtüştüğü varsayımına dayanmasını, ulusu oluşturan bireylerin kültür (hatta kimi zaman soy) bakımından türdeş olmasını, sadakat ve aidiyetlerinin tüm ulusu kapsadığına inanılan tek ve tekil bir kimliğe yönelmesini istemesi gibi kurgusal özelliklerinin etnik sorunlara zemin hazırladığı söylenebilir. Ulus-devlet, bağımsız ve tek siyasal ‘birlik’ ile türdeş ve tek kültürel ‘kimlik’ istemektedir. Çünkü ulus-devlet, bu sayede tam bir toplumsal dayanışmanın ortaya çıkacağı ve sağlam bir siyasal örgütlenmenin gerçekleştirilebileceği varsayımına dayanır. Bunun ‘devletin güvenlik ihtiyacı’nın bir gereği benimsendiği de söylenebilir.” (4)
İzin verirseniz bu alıntıyı biraz daha sürdürmek istiyorum. Ulus devlet inşası ile tek bir etnik kimliğin egemenliğinin abartılarak herkese üstün kılınıp diğerlerinin yok sayılması veya yok edilmesi farklı süreçlerdir. Biz ikincisini yaşıyoruz halen. Ama birincisi olsa ne olurdu diye soracak olanlar için alıntıyı sürdüreyim.
“Ulus-devletler sözü edilen bu kurguyu gerçekleştirmek için asimilasyonist bir süreç olan ulus-inşasına çalışır. Ulus inşası nüfusun sadakatinin kabile, bölge gibi küçük birimlerden daha büyük merkezileşmiş siyasal sisteme aktarıldığı bir süreçtir. Bu süreç bir yönüyle doğrudan ulusal bütünleşmeyi ve ulusal kimlik duygusunu geliştirmeyi, öteki yönüyle toplumdaki etno-kültürel farklılıkları en aza indirmeyi amaçlar. Yani azınlığın etnik ve kültürel kimliğini ulusal kimlik içinde eriterek çoğunlukla kaynaşması istenir.
Ulus inşası başta bağımsızlığın sağlanması olmak üzere, ulusal birlik temelinde meşru bir yönetim kurulması, siyasal vatandaşlık, kültür standartlaştırması ile zenginlik ve değerlerin yeniden paylaştırılması gibi aşamaları içermektedir. Eğitim, askerlik ve siyasal katılım ulus inşasının başlıca araçlarıdır.
Birincisiyle ulus bilinci, ikincisiyle vatan bilinci, üçüncüsüyle de vatandaşlık bilinci aşılanır. Ulusal bayrak, milli marş, müzeler, haritalar, heykeller, destanlar gibi ulusal kimliğin simgesel unsurları geliştirilir. Tüm bunlar için sosyolojik bir süreç olan sosyal hareketlilikten yararlanılmaya çalışılırken, aynı zamanda tek resmi dilin benimsenmesi, eğitimde, basın-yayında bu dilin kullanılması ve farklı dillerin kullanımının engellenmesi gibi plânlanmış birtakım normatif önlemler de alınır.
Süreç sonunda âdetler, diller, sadakatler gibi ‘yerel’e ait her şey ‘ulusal pota’ içinde eritilir veya toplumun uç noktalarına, aileye ve folklora havale edilerek meşruiyetleri, değerleri, etkileri en aza indirilir. Ulus inşası projesinde başarının ölçütü, herkesin tek bir bütün olduğuna inanması ya da Anderson’un ifadesiyle ‘hayal etmesi’, sadece tek ulusal kimliğe sadakat göstermesidir.
Ama ulus-devletin bu çabasına karşın, alt kimlikler ulusal kimliklere katılmada her zaman çok istekli değillerdir. Fakat buna rağmen asimilasyonist çabaların sürdürülmesi etnik sorunları kaçınılmaz kılar. Çünkü Connor’ın belirttiği gibi, asimilasyon tek yönlü bir süreç değildir. Bu tür girişimler, etnik azınlık grupları tarafından kimliklerine bir tehdit olarak algılanmakta ve onların kimlik bilincini güçlendirmektedir. Böylece devlet ile etnik azınlık arasında ‘toplumlararası güvenlik ikilemi’ doğmaktadır. Yani kendi kimliğini savunmak isteyen grubun çabaları, devlet ya da çoğunluk grup tarafından teritoryal ve ulusal bütünlüğüne karşı bir tehdit, devletin buna alacağı önlemler de azınlık grubu tarafından kimliğine karşı tehdit olarak algılanmaktadır.” (4)
Ulus devlet yaratma amacıyla yapılanlar bile görüldüğü gibi tersine tepebiliyor. Bir ulus yaratmak kolay bir şey değil, imkansız da değil. Ancak yalan yanlış istatistiklerle beslenen sahte görüntülerle bir ülkedeki topluluğu tekleştirmek hiç mümkün değil.
Türklerin sayısını yalanla artırmak olası değil, hiçbir etnisitenin sayısı yalan yoluyla artırılamaz zaten. Diyelim ki gerçekten Türklerin sayısı nüfusun yüzde 99’unu oluşturuyor, değişen ne olacak o zaman? Kişi başına düşen milli gelir yüz bin dolara mı çakacak örneğin? İnsanların tümü villa sahibi mi olacak? Tüm dünya ülkelerinin imrenerek baktığı ve çocuklarını okusun diye yıllar önceden sıraya girdiği üniversitelerimiz mi olacak? Toplam gayrı safi yurt içi hasıla 10 trilyon dolara mı çıkacak? Kentlerimizin tümünde altyapı sorununu çözmüş mü olacağız, sokakları tertemiz şehirlere mi sahip olacağız? Rüşvet ve yolsuzluk asla bilmediğimiz sözcükler haline mi gelecek? Mafya adını hiç bilmemiş mi olacağız?
Bunların hiçbiri olmayacak tabii ki.
O zaman Türkiye’de ordunun ve sistemin sahiplerinin tek bir amacı olduğu açığa çıkıyor: Egemenliğimiz yani vesayetimiz sürsün. Toplum bizim güdümümüzde olsun ve biz istediğimizi yapalım, her türlü gelire el koyabilelim, kamu mallarını çalıp çırpalım, yolsuzluklarımızın hesabı sorulmasın, buna karşı çıkan herkesi öldürelim ve hiçbir hesap vermeyelim.
Zaten yaşanan da bu, değil mi?
Nereden çıktık, nereye vardık.
Ülkedeki her sorunun nedeni aslında aynı yerde düğümleniyor. Hangi konuda olursa olsun karşı çıkılması gereken şey her türlü vesayetin sona erdirilmesi olmalı özetle. Askeri vesayetin de sivil vesayetin de son bulması gerekiyor. Türkiye’de şu anda yaşadığımız vesayet ise el ele vermiş askeri ve sivil vesayet sistemi.
Yani belanın katmerlisi.
Türkiye’de hangi etnik gruptan kaç kişinin yaşadığı sorusunun bile sürmekte olan vesayet rejimiyle ilgisi vardır görüldüğü gibi. Yalnız nüfus istatistikleri değil, ürün istatistikleri bile doğru değil Türkiye’de, bu benim savım. Hiçbir ürünün gerçek üretim rakamlarını bilmezsek sonuçlarıyla ilgili hesap da soramayız. Hesap sorulamasın diye uyduruk rakamlar açıklanıyor. Orada da vesayet sahiplerinin yapacağı yolsuzluklara kapı açık bırakılıyor yani…
Dönmemiz gereken yanlış sayısı o kadar fazla ki…
Son olarak hatırlatayım ki bu ülkenin Cumhurbaşkanı Gürcü asıllı, eşi hanımefendi ise Arap asıllı. Necmettin Erbakan’ın annesi Çerkez, Hayrettin Karaman Çerkez, Ethem Sancak Arap, Nureddin Nebati Arap, Melih Gökçek’in annesi Arnavut, Merve Kavakçı’nın babası Gürcü…
Sonu yok yani…
Ben Metin Gülbay, herkese keyifli bir hafta sonu dilerim.
1- https://turksandarmenians.marmara.edu.tr/tr/1914-nufus-istatistigine-gore-ermeni-cemaatinin-nufusu/
3- https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27deki_az%C4%B1nl%C4%B1klar#Afganlar