Ulaş Başar Gezgin
ABD’deki silahlı saldırılar
Bu silahlı saldırıları yapanların yabancılar ya da yabancı kökenli olduklarına dair eski bir algı vardı. Beyazların saldırganlığıyla bu algı kırılıyor. Beyazlar katliam yaptığında, basın, sıklıkla, akıl hastalığına ve örgüt bağı olmayan ‘yalnız kurt’ olma haline gönderme yapıyor. Öte yandan, kişi başına düşen cinayet oranında ABD ön planda değil; çünkü büyük bir nüfusu var. En yüksek 10 cinayet oranının sekizi Latin Amerika’dan, ikisi Afrika’dan. ABD ve Türkiye ortalarda bir yerlerde. ABD’de 100 kişiye 120 silah düşüyor!!! Bu da gezegenimizdeki en yüksek sayı. Listenin en altındaki ülkelerde genellikle sivillerin silah taşıması yasak. Böyle bir politika, birçok sorunu da çözüyor aslında. Fakat ABD’deki silah lobisi, bireysel silahsızlanmaya bütünüyle karşı… Bu gidişle ABD’de daha çok saldırı, daha çok ölüm olacak.
Çin’in dünyaya egemen olma projesi
Çin’in İpek Yolu’nu canlandırma projesi var; yalnızca İpek Yolu’nu değil, dünyanın tüm ticaret yollarını canlandırma ve ele geçirme planı var. Bunu ‘Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ (KYİ) adıyla yapıyor. Altyapı projeleri yalnızca Çin’in komşularında değil, Afrika ve Latin Amerika gibi uzak coğrafyalarda. Atlantik’le Pasifik birbirine bağlanıyor; hatta Panama’ya alternatif bir kanal düşüncesi bile vardı. 2 yıllık salgın süreci projeleri yavaşlattı ve altyapı projelerine sağlık yatırımlarını ekledi. Bu projelerin Çin’den gelme vasıfsız işgücüyle yapılması, ev sahibi ülkeleri düşündürüyor. Çevresel ve toplumsal maliyetler, önemli sorunlar olarak karşımızda duruyor. Çin, KYİ ile birçok ülkeye yatırım alternatifi sunuyor. Korku, ekonomik olarak zayıf ülkelerin Çin’den ödeyemeyecekleri kadar borç almaları ve borca karşılık egemenlik haklarından ödün vermeleri… Öte yandan, kuş uçmaz kervan geçmez yollar ve ülkeler için (örneğin Orta Asya’nın denizsiz ülkeleri) Çin bir tehdit değil fırsat. Çin, borç verirken, AB ve ABD’nin yaptığı gibi birtakım siyasal ve ekonomik şartlar koşmuyor. Bu da, Çin’i cazip kılarken, ejderha ülkesi zor durumda kalan rejimlere can suyu oluyor. Göreceğiz, KYİ nedeniyle Çin’i daha fazla konuşuyor olacağız.
Orhan Kemal
Toplumsal gerçekçilik bir dönem akımı mıydı yoksa yaşıyor mu? Tartışılır. Orhan Kemal’se bu tartışmanın tam ortasında yer alır. Yine çırak yetiştirmemiş usta bir yazar olan Orhan Kemal’in Adana, fabrika, işçilik ve sokak anlatıları ünlüdür. En küçük bir gözlemden öyküler çıkarır. Çalışma deneyimini sokak izlenimleriyle harmanlar. Üretkendir, 50’yi aşkın kitap bırakır ki bunların yarısı romandır. Az bilinense şu: Babası, milletvekilidir. Dönemin ideolojisiyle ters düşünce hapis yatar, parti kurar, sürgüne gider. Orhan Kemal’in ilk romanı bu sürgün günlerinden esinlenecektir. Siyasallaşması ise çok sonra olacaktır. Eğitimini yarıda bırakır, memlekete döner, fabrikalarda çalışır, futbolculuk yapar. Yapıtlarına baktığımızda, ‘Bekçi Murtaza’ tiplemesi unutulmaz. ‘72. Koğuş’ bir dönem okurları ve sonra izleyicileri çok etkilemiştir. Diğer filme çekilen yapıtları, ‘Eskici ve Oğulları’ ve toplumsal cinsiyet rollerinin tersine çevrilmesini konu alan bir güldürü olan ‘Tersine Dünya’. Zaten senaryolar da yazar, fakat sansüre takılır sık sık… Tiyatro oyunları sahnelendi. 1914 doğumlu yazar, 1966’da örgüt üyeliğinden tutuklanır ve kısa süre sonra serbest bırakılır. 1970’de yitirdik onu, yine yazarlık sırları mezara gitti. Gerçi, anılarını da yazdı; fakat nasıl yazabildiğine ilişkin çok az bilgiye sahibiz.
Nöro-haklar
The Guardian’da çıkan bir yazı (*), yakın gelecekte özel yaşam kavramsallaştırmasının, düşüncelerimizi okuyabilen yapay zekalar nedeniyle geçersiz olacağını söylüyor. Beyin-bilgisayar bağlantısı sağlayan uygulamalarla bu ilk bakışta bilim-kurgu gibi gelen olasılık gerçeğe dönüşecek. Facebook gibi kâr amaçlı şirketlerin ve otoriter rejimlerin bu yolla insanları sömürme girişimi şaşırtmayacak. Bu uygulamaların kısa sürede askerileşip silaha dönüşmesi riski de var. Bu durumlara karşı geliştirilen bir yeni bir hukuk terimi var: “Kimin beynimizi tarayabileceği, okuyabileceği ve [daha da kötüsü] değiştirebileceğini belirleme özgürlüğü” anlamında nöro-haklar. Ve açmazlı bir soru geliyor: Beyin-bilgisayar bağlantısıyla edinilmiş nöro-veriler mahkemede kanıt olarak kullanılabilir mi? Kullanılması durumunda nöro-haklar çiğnenmiş olacak.
Benim Noel Şatom
Benim Noel Şatom (A Castle for Christmas, 2021) bir aşk filmi. “İlk görüşte aşka inanır mısınız?” diye başlar film ve bir ilk görüşte aşkı anlatır. Bu açıdan amatör bir yapım. Ünlü bir kadın yazar olan başkişimiz Sophie Brown bir türlü yeni romanını yazamaz. Bir yandan da ailesini yazmak için ihmal ettiğinden evliliği boşanmayla sonuçlanmıştır. Kaçacak yer ararken, büyükbabasının memleketi aklına gelir. Burası şatosuyla turist çeken bir yerdir. Sophie köye ayak basar basmaz bir bahçıvanla karşılaşır. İlk görüşte aşk böyle başlayacaktır. Peki filmin Noel’le ilgisi ne? Şu: Meğer bu bahçıvan bir soyluymuş (dük). İflasın eşiğindeymiş. Şatosunu satmak istemiyormuş. Köylülerin de ipoteği varmış. Bir masal havasında giden anlatıda, Sophie şatoyu satın almak ister. Böylelikle olaylar gelişir. Düğüm ise, Noel gecesinde çözülecektir. Köylülere Noel partisi verme geleneği canlandırılır ve başka başka şeyler de canlanacaktır.