Adil Gürkan
Bundan tam 13 yıl önce şunu yazmıştım:
“İnsanlığın, uzak olmayan bir gelecekte, aşırı silahlı, kabadayı, ama küresel sistemin dışında bir üçüncü dünya ülkesi ile karşı karşıya kalma olasılığı çok güçlüdür. Rusya pazarında uzun vadeli beklentisi olanların, gelecek senaryolarını çok dikkatlice okumaları gerekiyor. On yıl sonrası için beslediğiniz umutların üzerine bu jeopolitik gölge düşmesin.”
Yani demek istedim ki,
Avrasya’da henüz kalıcı bir denge oluşmadı. SSCB’nin mirasçısı Rusya, kendisini küresel sistemde bir yere konumlandıramadı. Küresel sistemde onurlu bir yer arayışı devam ediyor.
Eğer kısa zamanda bu yeri bulamazsa, hırçınlaşabilir. Bu hırçınlık ise, dışlanmış, güven vermeyen bir Rusya doğurabilir.
Bu hırçınlığın sosyokültürel bir teşhisi vardır; emperyal refleks
Yani, imparatorluk sonrası sendromu.
Bu refleks, imparatorlukların dağılmasının ardından birkaç kuşağı teslim alır. Yani birkaç kuşak, bu dağılmanın yarattığı korku ve öfke ile, gelişmekte olan sürece tepki verir. Eski gücün ve etki alanının özlemi ile davranır. Geçmişe dönüş için hayal kurar.
Bu refleks Osmanlı sonrasında görüldü.
Birinci Dünya Savaşında dağılan Alman İmparatorluğu sonrasında da görüldü.
Bir zamanlar dünyanın neredeyse yarısına hükmeden Sovyetler Birliği sonrasında da devam etmesi kaçınılmaz bir sonuçtu.
Toplumu yönlendiren siyasi ve entelektüel elitler bu refleksi yaşar ve yaşatır.
SSCB’nin dağılmasının üstünden çok uzun bir zaman geçmedi. Bu refleksin en az 20-30 yıl kadar devam edeceğini öngörmek yanlış sayılmaz. Zira hükmetme duygusu, toplumların DNA’sına kadar işleyen bir haz alışkanlığı yaratır.
1990 öncesi sistem, Rusların sosyal genetiğine bu hazzı kodladı. Bu hazzın temizlenmesi birkaç kuşak sürebilir. Bu da asgari bundan 20-30 yıl sonrasına tekabül eder.
Rusya’da eksik olan nedir?
Orta sınıfların gelişmediği ülkelerde birçok risk vardır. Demokrasi, serbest rekabet, şeffaflık, ifade özgürlüğü gibi kavramlar vücut bulamaz.
Bu kavramların sahibi orta sınıflardır. Bu sınıfların yokluğunda, siyaset, ekonomi, sosyal yaşam iki zıt kutup arasında kalır. Bu iki kutup tarafından biçimlendirilir.
Ortaya çıkan sosyoekonomik tablo ile çağdaş demokrasinin bir benzerliği yoktur.
Sınıfsal ayrışma iki kutupludur; en zenginler-en fakirler.
Orta sınıfların yokluğunda, siyasi alan ile birlikte toplumsal hayat, en yoksullar ve güce tapanlar tarafından ilahlaştırılan bir otoriteye kalır.
Ülke ve ulus, kaderini bu tartışmasız otoriteye zimmetler.
Özgür hukukun ve sivil toplumun denetimine tabi olmayan her karar büyük risklere gebedir. Ülkelerin uzun vadeli geleceği ile oynanabilir.
Uluslara tecrit, kısıtlama, ötekileşme olarak geri dönebilir. Şimdi böyle bir senaryonun gerçekleşmekte olduğu söylenebilir.
Kontrolsüz güç, aslında güç değil, zaaftır
Haklı ya da haksız gibi tanımlamalara girmeksizin bir gözlem yapalım.
Rusya siyasi eliti ve liderliği, Gürcistan, Kırım, Suriye gibi coğrafyalarda kazandığını düşündüğü göreceli üstünlüğü ‘ egzajere etti’ (abarttı).
Olması gerekenin çok üstünde bir önem atfetti.
Anadolu köylerinin geleneksel ifadesi ile dünyanın artık kendisi için bir köpeksiz köy olduğuna ve değneksiz gezebileceğine hükmetti.
Bu hükümden aldığı cesaret ile yeni maceralara girişebileceği vehmine kapıldı.
Geldik bugüne…
Ukrayna’ya saldırdı.
Beklentisi, siyasi liderliğin hemen dağılması ve Ukrayna’nın da kısa sürede gardını indirmesi idi. Olmadı. Siyasi liderlik direnişi seçti.
Ukraynalılar da sivil ve asker olmak üzere, bu direnişe tereddütsüz katıldı. Bu noktadan itibaren Rusya liderliğinin işi çok zor.
Ukrayna en az bin yıllık tarihi olan bir ülke ve üstünde yaşayan insanlar da bir ulus. Son saldırı Ukraynalıları bir ulus olma iradesinde daha çok kenetledi.
Batı bu sürecin neresinde?
Uluslararası hamleler tesadüflerle yapılmaz. Yani, dünyaya bilim ve aklın açısından bakanlar, uluslararası hamlelerin aniden gelişen spontane hareketler olmadığını bilirler.
Özellikle Batı bu alanda çok ustadır. Küresel satrancı çok iyi oynar.
Bu gözleme bağlı olarak, Batı tarafından, Gürcistan harekatından bugüne ilmek ilmek örülen bir stratejiyi tahmin etmek zor değil.
Bu kez satranç tahtası olarak Ukrayna belirlenmişti.
Rusya liderliği, bilge savaşçı Sun Tzu’nun o muhteşem önerisini unuttu.
Usta der ki;
“Rakibinin seçtiği savaş alanını ve silahları değil, kendi alanını seç.”
Çağın şartları, iki akraba ulusun aralarındaki sorunları masada çözebilmesi için son derece uygun idi. Birçok başka coğrafyada örneği olduğu üzere, Rusya ve Ukrayna bir araya gelebilir, tarihten gelen bağların barışçıl şemsiyesi altında müzakerelere başlayabilirdi.
Masa her zaman barışçıl sonuçlar doğurur.
Rusya liderliği bunu yapmadı. Özellikle bir yılı aşkın bir süredir örülmekte olan kapana kendi ayakları ile girdi. Tuzağa düştü. Beklemediği bir direnişle karşılaştı.
Şimdi bu tuzaktan yarasız beresiz çıkmak için yol arıyor. Yaşanan bütün trajediye rağmen barışa bir şans vermek için, her iki liderliğin elinde de yeterince güç var.
Verilmeli de.
Avrasya’nın sorunları Avrasyalılar tarafından çözümlenir.
Putin, dağılmakta olan Batı’yı hayata döndürdü
Fransa lideri Macron bir süre önce “ NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” demişti. Almanya, Fransa, ABD, İngiltere arasında hızlı bir kopuş süreci yaşanmakta idi.
NATO’nun işlevi ve gerekliliği tartışma konusu olmaya başlamıştı.
Batı, artık küresel bir tehdit kalmadığı gibi bir ön kabulden hareketle, NATO’ya ömür biçiyordu. Şimdi dünya Ukrayna ortak paydasında birleşti.
Bu gelişmelerden sonra, Rusya’nın Ukrayna hamlesinin kime yaradığını sorgulamak gerekmez mi? Şimdi temel soru şu: Kim zararlı çıktı?
Hibrit savaş sahnede
Şimdi Batı ve Ukrayna, cephedeki savaşı da kapsayan hibrit bir savaşı başlattı. Ki, askeri alan bu genel savaşın belki de küçük bir parçası.
Bakın neler oluyor?
Rusya, dünya genelinde bir izolasyona maruz kaldı. Başta Batı olmak üzere, İnsanlık Rusya’yı vicdanen mahkum etti. Bunu sadece duygusal bir tepki boyutunda düşünmemek gerekir. Bu duygusal tepki daha büyük tepkileri tetikleyecek.
İnsanlar, duygusal olarak koptukları kültürden her anlamda uzaklaşır.
O ülkenin sanatına..
Kültürüne..
Sporuna..
Ürünlerine..
Siyasetine..
Boykot uygularlar.
O ülkeye turist hareketi durur..
O ülkeden turist trafiğine soğuk bakarlar..
Sistemi oluşturan büyük ekonomik ve sosyal aktörler, o ülkeyi sistem dışına iterler.
Nitekim şu an itibarıyla bu süreç başladı ve hızlanıyor.
Kısa vadede patlayan bu izolasyon ve boykotun yıkıcı etkileri zamana yayılacak. Bu dev ülkenin yakın gelecekte ekonomik açıdan zora düşeceğini göreceğiz.
Orta vadede, içe dönük bir Rusya ortaya çıkacak. Görünen o ki, Rusya hızlı bir izolasyon ile yüz yüze kalacak ve ötekileşecek.
Rusya içinde bir muhalefet hareketi var ve giderek güçlenecek.
Bu yaptırımlardan sadece Rusya mı zarar görür?
Rusya’nın dışlandığı bir dünyada her şeyin güllük gülistanlık olacağını düşünmek ham hayal olur. Tahteravallinin bir tarafının boşalması halinde, karşı tarafın hızla yere çakılması gibi bir dengesizlik patlar. Herkes ve her şey zarar görür.
Dünya ekonomisi büzüşür. Ticaret zayıflar. Gıda ve tarım ürünleri tedariki azalır. Gıda fiyatları patlar. Daha kötüsü gıdaya erişim imkansızlaşır.
Petrol ve gaz tedariki kesilir. Bu ürünlerin fiyatı patlar. Ulaşım ve genel anlamda nakliye dünyası biter. Ülkelerin içinde ve ülkeler arası zincir kopar.
Dünyanın turizm ülkeleri felakete sürüklenir. Ki burada en az 1 milyar insanın yaşadığı bir turizm coğrafyasından bahsediyoruz. On milyonlarca turizm çalışanı işsiz kalır. Ekonomisi turizme dayalı onlarca ülke iflas eder. Açlık başlar.
Sosyal patlamalar başlar ve hızlanır.
Süreç bir kıyamete evrilir.
Dünya bir sosyal ve ekonomik buzul çağına girer.
Çözüm sürecinin Mart ayı bitmeden hızlanacağını öngörebiliriz. Buna İngilizlerin bilinen ifadesi ile ‘ wishfull thinking’ de diyebilirsiniz. Ama umudu korumak gerekir.
Kısa ve orta vadede gerilimin düşmesi en kuvvetli olasılık gibi görünüyor.
Daha keskin bir kopuşu ve cepheleşmeyi hiçbir siyasi liderlik göze alamaz. Daha fazla gerginlik daha fazla sefalet, daha fazla korku demektir.
Bu tür gerilimler toplumları tehdit eden fay hatlarını tetikler. Ulusal, bölgesel ve küresel depremler bir bütün olarak insanlığın geleceğini karartır.
Bunu göze alabilecek bir siyasi çılgınlık yoktur. Olmaması gerekir.
Ukrayna ve Rusya halkları toplumsal gururu çok önemserler. Yaşanmakta olan savaşın, bir tarafın yenilgisi ya da teslim olması ile sonlanması olasılığı sıfırdır. İki halk da bu olasılığa karşılık, savaşı ya da ölümü tercih ederler.
Ukrayna’dan başlayarak doğuya uzanan coğrafyada toplumsal DNA böyledir.
O halde çözüm uzlaşmadır.
Kimsenin yenilmediği..
Kimsenin diz çökmediği…
Barış ve anlayış temelinde bir uzlaşma..
Böyle bir uzlaşma Avrasya’da bir ilk olur. Bu coğrafyaya bambaşka bir yaşamın kapısını açar. Bundan sonraki gerginlikler için bir model olur.