Hazal Yalın (ydh.com.tr)
Herson’un sağındaki bütün sivillerin tahliyesinin ardından Rusya ordu birliklerinin de Dinyeper’in soluna çekilmesi kararının askeri yanıyla ilgili fazla bir şey söylemeyeceğim. Emre Köse’nin yazısı, üstelik sadece askeri değil siyasi mülahazalara da yer vermesi itibariyle son derece aydınlatıcı; ilgili okur hangi görüşte olursa olsun muhakkak okumalıdır.
Ama siyasi olarak birkaç noktayı not etmek gerek.
Çekilme kararı sürpriz değil; sivillerin tahliyesinden ilk söz edildiği günden beri Dinyeper üzerinde bir savunma hattı oluşturmayı amaçladıkları aşağı yukarı belliydi. Bu askeri olarak biricik makul çözüm gibi görünüyor; zira “oblast”in sağ yakasının ikmal hatları neredeyse kapalı olmaktan başka barajın sürekli bombalanması da büyük bir sel tehlikesine yol açıyor.
Ne var ki askeri mülahazalar aslında pek az önem taşır; bu karar tıpkı Krasnıy Liman’da olduğu gibi siyasi sonuçlar doğuracaktır. (bak. https://www.ydh.com.tr/HD17363_krasniy-limandan-hangi-siyasi-sonuclar-dogacak-.html )
Orada toprak kayıpları, seferberlikte yaşanan sorunlar ve orduya ilişkin tartışmalar üzerinde durmuştum.
Bunların en az önem taşıyanı birincisidir; zira toprak kayıpları askeri zorunluluk olabilir, önemli olan kaybın kendisi değil doğuracağı siyasi sonuçlardır.
Bunların ikincisi, seferberliğin tamamlanmasıyla bitmiş değilse bile azalmış görünüyor; ne var ki bu daha derin bir sorundur; sosyalizmin yağmalanmasıyla kurulmuş az gelişmiş kapitalizm, seferberliği burjuvazi için tekel kârı vasıtası haline getiriyor. Dahası, sorunun bitmiş değil sadece görünürde azalmış olduğunun çok karakteristik işaretleri var; mesela seferberlikte askere alınanların aileleri Kursk Valisi’ne yakınlarının cepheye askeri eğitim almadan gönderildiğini söyleyip şikâyette bulundular; Orel oblasti valisi askere alınanlara verilen teçhizatın kalitesizliğinden yakınanlara “biz bulabildiğimizi veriyoruz, beğenmeyen kendisi alır,” mealinde cevap verdi; İnsan Hakları Konseyi Başkanı Valeriy Fadeyev bile “zengin federal bölgeler seferberlikte askere alınanların teçhizi için çok para ayırırken fakir bölgelerin neredeyse hiçbir şey ayırmamasının” kabul edilemeyeceğini söyledi vb.
Üçüncüsü ise askeri planlama meselesinden ziyade siyasi karar alıcının çatışmada ne kadar ileri gideceğini bilmiyor olmasının eseridir; bu yüzden, öyle anlaşılıyor ki, orduya yakın çevrelerde Kadırov ve Prigojin gibilerin neredeyse akil adam pozu takınıp sağa sola akıl verebilmelerinde kendini ortaya koyan hizipler oluşuyor.
Delyagin bunu doğrudan doğruya şu retorik soruyla ifade etmişti: “Günümüz Rusya’sında ordunun, vatanın savunmasının vasıtası olmaktan ziyade general ve daha alt seviyede subay leşlerini besleme ve bunların yüklerini yıldızlar ve haçlarla ağırlaştırma vasıtası olduğunu anlıyorum, doğru mu anlıyorum?”
Delyagin’in bir sonraki sorusu daha da önem taşıyordu: “Şoygu ve Gerasimov kendi sahalarında, [Maliye Bakanı] Siluanov ve [Merkez Bankası Başkanı] Nabiullina’nın kendi sahalarında gördüğü işlevi mi görüyorlar?”
Kremlin’in uzun süredir siyasi bir belirsizlik içinde bulunduğu açık. Ne olacak: 24 Şubat’ta konulan siyasi hedeflere sadık kalarak çatışmayı derinleştirmek mi? Ama bu, nükleer silah tartışmaları almış başını yürümüş ve ABD’nin en “saygın” dış siyaset dergileri aslında bunun pek de fena bir fikir olmadığını yazıp çizmeye başlamışlarken tamamen sisler içinde bir uluslararası ortamı ve faciaları tetikleme ihtimali anlamına gelir. Belki de (Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetlerinin değilse de) Herson ve Zaporoje’nin Rusya’ya katılması kararı, Rusya’da solun önemli bir bölümünün eleştirdiği gibi, yersiz ve öngörüsüzdü; ama bunu tartışmak için artık çok geç.
Kaldı ki, çatışmayı derinleştirmek bu şartlarda (neredeyse kadir-i mutlak iktidara karşılık derme çatma kapitalizm) sosyal çatışma anlamına da gelir. Bu, bütçe meselesinde çok açık görülüyor zaten; mevcut durum bütçenin finansmanı vasıtalarını ortadan kaldırdıkça Kremlin’in büyük burjuvaziyle meselelerini sulh yoluyla çözme tercihi de zorlaşıyor. Bu durumda ne olacak; 2023-2025 bütçesinde işaretleri görüldüğü gibi yük halkın sırtına mı bindirilecek? Eğer öyle olursa Kremlin’in kurduğu rıza mekanizması ağır hasar görür ve olaylar, Putin’in siyasi hayatındaki en büyük sarsıntı olan Kursk faciasını aşan bir deprem doğurabilir, o zaman da işin ucunun nereye varacağını kimse hesap edemez. Yoksa halkın desteğini sağlamlaştırıp burjuvaziden sızdırma yoluna mı gidecek?
Yok eğer 24 Şubat’taki hedeflerinden (demilitarizasyon ve denazifikasyon) vazgeçip mevcut durumu dondurmaya yöneliyorlarsa (Zaharova’nın açıklamalarından böyle bir atmosferin doğduğu seziliyor) bu nasıl olacak? ABD yerel seçimleriyle birlikte Senato ve Temsilciler Meclisinde ortaya çıkacak yeni tabloya göre bir uzlaşma (diplomasi) stratejisi geliştirmek mi? Ama bu, Stoltenberg’in olası bir barışı Rusya’nın çekilmesine, yani yenilgiyi kabul etmesine bağlayan açıklamasından anlaşıldığı gibi, NATO’nun Rusya ile savaşını engelleyemez; zira troyka Rusya’nın kapitülasyonunu öngörüyor.
Bu yüzden siyasi belirsizlik devam ediyor; hatta belki, bu belirsizliğin “kervan yolda düzülür” misali bir tür strateji haline getirildiği de ileri sürülebilir.
Her halükârda, şimdilik “… komuta kademesindeki değişikliğin ardından … savaş halet-i ruhiyesi yaygınlaşıyor. Bu atmosferde efkâr-ı umumiye taktik yenilgileri olağan karşılar, ama stratejik zafer beklentisi güçlenir.” ( https://www.ydh.com.tr/HD17375_savas-iktidar-burjuvazi-sol.html ) Ama eğer efkâr-ı umumiyede “bardak” (kaos, kargaşa, düzensizlik) algısı derinleşirse doğacak sonuçlar hesap edilemez. Özellikle Simonyan vb.nin pek hoşuna gittiği anlaşılan 1941 hatırlatmalarının gücü giderek zayıflar; zira 1941 ve 1942’de Sovyet ordularının değil Dinyeper’in soluna, ta Volga’ya kadar çekildiği doğrudur ama o zaman mevcudu 3 milyonu aşan ve Sovyet ordusuyla karşılaştırıldığında neredeyse mükemmel teçhiz edilmiş faşist orduların karşısında cephe hattının binlerce kilometre olması bir tarafa ne burjuvazi zenginleşiyordu, ne cephe gerisinde bugünküyle karşılaştırılabilir bir “bardak” vardı, ne cephe hattına sadece birkaç yüz kilometre mesafelerde maskeli dans şovları yapılıyordu.
Bu yüzden, Herson’un sağ yakasının terk edilmesi kendi başına çok önemli değil. Ama siyasi sonuçları, önemli.
Hazal Yalın. Çoğunluğu klasik Rus edebiyatından 50’den fazla çevirisi var. “1945. SSCB-Türkiye İlişkileri” ve “Rusya: Çöküş, Yükseliş ve Dinamikler”in yazarı. Aralarında Tolstoy, Dostoyevski, Saltıkov-Şçedrin, Gogol, Turgenyev, Puşkin, Zamyatin, Kuprin, Gonçarov, Leskov, Grin, Zoşçenko, Strugatski Kardeşler gibi yazarların bulunduğu çeviriler, Kırmızı Kedi, Kitap, İthaki, Helikopter, Remzi gibi yayınevlerinde yayınlanıyor. Güncel makaleleri genellikle Yakın Doğu Haber’de (ydh.com.tr) yayınlanıyor. @Hazal_Yalin