Çoklarımız, geçen ayın sonlarında (29/08) haberlere yansıyan bir gelişmeyi okumuş, izlemiştir. Söz konusu gelişme, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ekiplerinin kaçak olduğunu belirlediği ve bu nedenle çıkarılan yıkım kararını uygulamak üzere, İstanbul Zeytinburnu ilçesindeki Seyitnizam Mahallesi’nde karşılaştığı durum ve sonrasındaki yaşananları içeriyor.
Buna göre, Seyitnizam Mahallesi’ndeki kamuya ait yeşil alana Suudi Arabistan merkezli Al Qemam Holding’in Türkiye’deki şirketi AkZirve Gayrimenkul “kaçak şekilde” çok katlı plaza inşa etmiş; İBB de bu durumu belirledikten sonra harekete geçmişti. Ülkenin neresinde olursa olsun, vatandaşın kaçak olarak yaptığı belirlenen inşaatlara ne yapılıyorsa, İBB ekipleri de aynısını yapmak üzere söz konusu binanın önüne gitmiş ve bina ve çevresinin boşaltılmasını duyurmuş ve bunun ardından yıkım işlerine girişmek üzere harekete geçmişti.
Ancak, bir de ne görsünler? Güvenlik güçleri, sözü edilen yapının çevresinde “sıkı” güvenlik önlemleri almış ve İBB ekiplerine, “Bu binayı yıkmanıza izin vermeyiz; çünkü bu bina kamulaştırılmıştır” diyerek, “derhal” bölgeyi boşaltmalarını istiyordu.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Suudi Arabistan merkezli Al Qemam Holding’in Türkiye’deki şirketi AkZirve Gayrimenkul’ün yeşil alana kaçak olarak yaptığı plaza için imar planında değişiklik yapıp, acele kamulaştırma kararı çıkardı. Kısacası devlet, “kaçak yapıldığı” kesin olarak belirlenen bir yapıya Bakanlık üzerinden kol kanat germişti.
Oysa İBB İmar Müdürlüğü, 2021’de yapının kaçak olduğunu belirlemiş, yıkım sürecine ilişkin mahkeme İBB lehine karar vermiş; artık uygulama aşamasına gelinmişti. Bir başka deyişle, İBB yıkım ekipleri aslında bir mahkeme kararını uygulamak üzere söz konusu adrese gitmiş; ancak, karşılarında polisi bulmuşlardı. Valinin imzasıyla gönderilen resmi yazıda, kaçak olduğu belirlenen yapının Hazine’ye geçtiği, AkZirve Şirketi’nin ise kiralamak için başvurduğu, talebin değerlendirildiği ve bu nedenle yıkım yapılmaması istendi.
Tüm bunlar yaşanıp, haberlere yansıyınca, önceki yıllarda yaşanan benzeri olaylar da anımsanıyor elbette. Örneğin, Levent’teki IETT garajı arazisi ihalesini 1.0 milyar dolara alan, ancak Mimarlar Odası’nın açtığı dava nedeniyle iptal edilen ihale sonrası, Zincirlikuyu’daki Karayolları arazisini almak üzere harekete geçen Dubai şeyhi El Maktum, burasını da Zorlu Holding’e kaptırınca, soluğu Çamlıca’daki arazide almıştı. El Maktum’un şirketi Dubai merkezli Emaar Properties, Çamlıca ile Ümraniye arasındaki bölgede, O1-O2 bağlantı yolunun hemen kıyısındaki, 2008 yılında Halis Toprak’tan peşin 401 milyon dolara satın alınmış olan araziye tam 2.3 milyar dolar yatırdı.
Bilindiği gibi, Dubai Şeyhi’nin yıllarca önce satın aldığı, ancak Mimarlar Odası’nın açtığı dava nedeniyle almaktan vazgeçtiği, toplam 46 bin 241 metrekarelik Levent İETT Garajı arazisi, yeni yönetimin göreve başlamasından kısa süre sonra, İBB Meclisi’nin 2019 yılı Ekim ayının ilk toplantısında “park” ilan edildi. Ekrem İmamoğlu’nun İBB Başkanı olmasından hemen sonra alınan bu karar, İmamoğlu’nun “yetkisini kullanmasın diye siyasi amaçlı bir hamle” olarak tanımlandı.
Mimarlar Odası’nın “İstanbul’un Sırtındaki Hançerler” diye tanımladığı gökdelenler de benzer süreçlerden geçerek, bugünün “rüzgar kesen setleri”ne dönüştü. Elbette meteoroloji uzmanlarının daha iyi tanımlayacağı, Çin Seddi’nden daha yüksek olan bu setler, yağmur bulutlarını da kentin dışında tutuyor. Hemen akla, “Yağmurun kent dışına, tarım alanlarına yağması daha iyi değil mi?” sorusu gelebilir; ancak, durumun hiç de öyle olmadığı ortada. Gökdelenlerin önüne set çektiği yağmur bulutları yüklerini, en yakında buldukları, “gecekondu semtleri” ya da daha açık anlatımla, “düşük rantlı mahallelere” boşaltıveriyorlar. Ondan sonra istediğiniz kadar drenaj vs. yapın, yüzlerce dükkanı, binlerce daireyi seller basıyor.
Bu gökdelenlerin öncülüğünü de, Süzer Holding’in yaptırdığı “Gökkafes” olarak bilinen bina oldu. İstanbul’a tepeden bakan Dolmabahçe’deki söz konusu binanın yapılış öyküsü, yakın zamanda Bakanlık eliyle korunmasına tanık olduğumuz Suudi binasına kadar nasıl gelindiğini de özetleyen bir öyküdür. Başlangıcı 1983 yılına kadar uzanan “Gökkafes” serüveni tam 18 yıl sürdü. Süzer Grubu, oldukça yoğun tartışmalarına konu olan 134 metrelik, 34 katlı “Gökkafes”in inşa edildiği araziyi 1983 yılında, bir başka deyişle 12 Eylül darbesinden yalnızca üç yıl sonra 159 milyon liraya satın aldı.
Arazi, satın alındığı tarihte imar planında yeşil alan olarak görünüyordu; ancak çok kısa süre içinde, Bülent Ulusu Darbe Hükümeti bu araziye “Gökkafes” dikilmesi için izin çıkarıverdi. Devlet Planlama Teşkilatı da (DPT) aynı araziye 22 Temmuz 1983’te otel yapma izni verdi. Belli ki, satışın çok öncesinden proje için paradan üretilen köprülerin açtığı yollarda girişimler başlamıştı. DPT’nin yalnızca 8 kat olarak verdiği otel inşaatı izni, yaklaşık bir yıl sonra Ankara’dan gelen bir kararla 34 kata yükseltiliverdi.
Elbette bu öykü burada bitmedi; 13 Haziran 1984’de Bakanlar Kurulu söz konusu araziyi turizm alanı ilan etti ve aynı yıl ANAP’tan İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Bedrettin Dalan bir imza ile “Gökkafes”i 134 metreye yükseltti. Ancak, 1989 yılında Nurettin Sözen Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturur oturmaz inşaatı mühürledi, “tarihi silueti bozduğu” iddiasıyla hukuk mücadelesi başlattı.
Mühürleme işleminin Beyoğlu Belediyesi tarafından yapılması gerektiğinden, Süzer Grup, açtığı davayı kazanarak mührün kaldırılmasını sağladı. Ardından, binanın yüksekliğine ilişkin art arda değişiklikler yapıldı ve öyle aşamaya gelindi ki, Gökkafes artık yükselmeyecekti. Ancak, Danıştay 6. Dairesi de mühürleme davasında inşaat sahipleri lehine karar verince inşaat yeniden yükselmeye başladı.
“Gökkafes”i “kısaltmaya” çalışan Nurettin Sözen, “Gökkafes”in arkasında siyasi koruma olduğunu söylüyordu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine 1994’te gelen Recep Tayyip Erdoğan da “Gökkafes”in yıkımı için çaba harcadı.
Büyükşehir Belediyesi bölgenin SİT alanı ilan edilmesi için harekete geçti ve 26 Haziran 1997’de “Gökkafes”i bir kez daha mühürledi. Beyoğlu Belediye Başkanlığı hukukçuları, 1997’de söz konusu araziye bina yapılamayacağına dair Abdülhamit şerhinin tapuya konulması için yeniden mahkemeye başvurdu. İnşaat alanının bağlı olduğu Beyoğlu Belediyesi’nin açtığı dava inşaatı zora sokuyordu.
Bu zorluğu aşacak formül de bulundu. Dönemin hükümetinin iktidar ortaklarından ANAP’ın girişimiyle İstanbul Valiliği söz konusu bölgedeki ilçe belediyesi sınırlarını değiştirdi. “Gökkafes” inşaatının bağlı olduğu alan bir günde Beyoğlu Belediyesi sınırlarından çıkarıldı, Şişli Belediyesi sınırlarına dahil edildi. Tahmin edileceği gibi, ANAP’lı Şişli Belediye Başkanı Cüneyt Akgün’ün “Gökkafes”e karşı bir girişimi olmadı. Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu da Turizm Bakanlığı’nın planına onay verdi ve 28 Nisan 2001 tarihli karardan çok kısa bir süre sonra “Gökkafes” açıldı.
Elbette, “Gökdelenler Seddi” girişimleri, bu anlattıklarımız ile sınırlı kalmadı; her zaman dönemin iktidarlarını arkasına almış olan bu yapılar yalnızca birer öncüydüler. Örneğin Göztepe’de, Bağdat Caddesi’nin bir arka sokağında yükselen Taşyapı tarafından yapılan Four Winds projesi aynı zamanda Anadolu Yakası’nın en tartışmalı projelerindendi. Bu projenin yapılamaması için başta Kadıköy Belediyesi, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları çok uğraştı; ama proje 10 yıllık bir sürecin ardından tamamlandı. Çevresinde 10-12 katlı binalar varken bu binaları 44 kata yükselten yine “para” oldu.
Four Winds’in yükseldiği arazi, 2004 yılına kadar Devlet Meteoroloji İşleri’nin İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne aitti ve buradaki birçok cihaz ile düzenli rasat verileri alınıyordu.
Ancak, AKP’nin iktidara gelmesinden kısa süre sonra, Maliye Bakanlığı 23 Ağustos 2004’de, İstanbul’ un en değerli yerlerinin birindeki bu araziyi kat karşılığı ihaleye çıkardı ve ihaleyi Taşyapı kazandı. İhale şartlarına göre, Taşyapı yapacağı dairelerin yüzde 60’ını Maliye Bakanlığı’na verecek ayrıca, Kartal’da Hazine’ye ait bir araziye de Meteoroloji Bölge Müdürlüğü Binası yapılacaktı.
Taşyapı ihale koşulları gereği meteoroloji binasını yaptı ama kendi inşaatına bir türlü başlayamadı. Çünkü proje ortaya çıkar çıkmaz arazinin ilçe sınırları içinde olduğu Kadıköy Belediyesi ve Mimarlar Odası’nın itirazlarıyla karşılaştı.
İtirazların sebebi, “araziye yapılacak binaların metrekaresinin yanlış hesaplanmasıydı.” İmar mevzuatına göre, Kadıköy’de emsal 2.07. Bu şu anlama geliyor: Eğer 1000 metrekare araziniz varsa, 1000’i 2.07 ile çarpıyorsunuz, çıkan rakam olan 2070 metrekare sizin yapabileceğiniz toplam kapalı inşaat alanı oluyor; bunun dışında bir metrekare dahi inşaat yapamıyorsunuz.
Taşyapı’nın aldığı arazinin brüt metrekaresi toplam 44,738’di. Taşyapı projesini yaparken bu rakamı 2.07 ile çarptı ve çıkan rakam (92,607.66 metrekare) kadar inşaat yapmak için proje hazırladı. İtiraz eden kurumlar ise, 2.07’nin 44.738 ile çarpılmasına karşı çıktı. İtirazcılara göre, 44.738 arazinin brüt alanıydı. Mevcut planlara göre; bu alanın 25,400 metrekarelik kısmı yol, yeşil alan ve sosyal-kültürel tesis olarak ayrılmıştı, dolayısıyla katsayı çarpımına dahil edilmemeliydi. İtiraz eden kurumlara göre, 44,738 den 25,400 düşülmeli ve çıkan rakam olan 19,338, 2.07 ile çarpılmalıydı (40,029.66 metrekare).
Kadıköy Belediyesi, planın iptali için İstanbul 4. İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Mahkeme yürütmeyi durdurdu. Mahkemenin gerekçesinde, “Yüksek yoğunluğun bölgeye telafisi mümkün olmayan yükler getirmekle birlikte kamu yararına uygunluk yoktur” yazıyordu. Taşyapı bu karara itiraz etti. İtiraz reddedildi. Kadıköy Belediyesi inşaatı mühürledi. İnşaatı mühürlenen Taşyapı yeni bir plan hazırlayarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kapısını çaldı.
Taşyapı’nın istediği plan değişikliği 286 numaralı parselde görülen “sosyokültürel tesisi alanının” “park alanına dahil edilmesi” isteğiydi. İBB Belediye Meclis’i, İmar ve Bayındırlık Komisyonu’nundan gelen olumlu görüşe katıldı ve değişikliği onayladı.
Daha önce bilirkişi raporlarına göre inşaatı durdurulan Taşyapı’nın yeni bilirkişi raporu istemesi üzerine rapor yenilendi. İkinci bilirkişi raporu Taşyapı’nın lehine geldi. İdare Mahkemesi de inşaatı engelleyen kararı kaldırdı. İnşaat önünde engel kalmadı. Kadıköy Belediyesi dosyayı Danıştay’a taşıdı. Tüm bu süreç içinde inşaat bitti. Anadolu Yakası’nın en değerli arazilerinin birinde 44 katlı 4 kule inşaat yükseldi ve reklam kampanyalarıyla satışlar da başladı.
Mimarlar Odası’nın büyük çabalarla engellemeye çalıştığı tüm bu projeler, rantın tırmandığı dönemlerde “para”nın gücüyle sonuca ulaştı ve İstanbul’un siluetini büyük ölçüde yok etti. Aljazeera’ya, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu İstanbul Metropolitan Planlama Merkezi’nin (İMP) başındayken yaşadıklarını anlatan Profesör Doktor Hüseyin Kaptan, Haydarpaşa’ya ve 4. Levent’e yapılmak istenen gökdelenlere karşı çıktıklarını anımsatarak, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduktan sonra “dikey mimariyi eleştiren” sözlerini de “günah çıkarma” diye niteledi.
İstanbul’u planlarken “3. Köprü”yü Amerikalı bir arsa spekülatöründen öğrendiklerini de anlatan Kaptan, İstanbul’un kuzeyinin imara açılmasının “çılgınlık olduğunu” da vurguladı. Tüm bunlara karşın, dört yıllık çaba sonucunda, gökdelen kulelerinden oluşan “Haydarpaşa Projesi”ni engellediklerini vurgulayan Kaptan’a göre, engelledikleri proje kapsamındaki kuleler, “dehşetengiz yüksek yedi bina”dan oluşuyordu.
Özetle, İstanbul’da odaklanan ve giderek Türkiye’de rantın semirdiği her yerde yükselen söz konusu binaların temelleri “para” ile atılıyor. Bu “temel taşları” bazen, son uygulamada olduğu gibi, bir gecelik imar planı değişiklikleri ile, bazen de, gücün tescillendiği “belediye meclisleri” kararlarıyla döşeniveriyor.
Kısacası, birçok konuda olduğu gibi, yüksek yüksek tepeleri kıskandıran binaların temel taşları da, her şeye kadir “para” ile döşeniyor.
Manşet fotoğrafı: Gazete Duvar