Daha önceki bazı yazılarımda belirttiğim gibi lise yıllarımda, hem dil yeteneğimi geliştirmek hem de yeni kültürlerle tanışmak için yaz aylarında Avrupa’ya seyahatler yapardım.
Orta gelir grubundan bir ailenin ferdi olarak Avrupa’ya gitmek pek kolay değildi. O nedenle, bu seyahatlerimde genellikle üç hafta kadar bir çalışma kampına gider, boğaz tokluğuna çalışırdım. Bu kamplara değişik ülkelerden gençler geldiğinden, yeni şeyler öğrenilir, keyifli vakit geçirilirdi.
Benim ilk iki çalışma kampı deneyimim Almanya’da oldu. Bu kampların standartları çok değişken olabildiğinden Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT) tarafından hazırlanmış bir kitapçıktan 1972 kışında çok hassas bir değerlendirme sonucu Bielefeld yakınlarındaki Vlotho Köyü’ndeki bir kampı seçtim: Collegium Humanum.
1972 Temmuz’unda gittiğim Collegium Humanum’da tesadüfen, benden bir sınıf üstte okuyan liseden iki Türk daha vardı. Toplam 20 kişi civarındaydık. Gündüzleri arazide bazı emek yoğun işlerde günde 8-9 saat çalışıyor, geceleri değişik aktivitelere katılıyorduk. Bu bazen kamp ateşi etrafında müzikli bir gece olurken, bazen de, o zaman 17 yaşında olan benim gibi biri için entelektüel düzeyi oldukça yüksek sohbetler yapılabiliyordu. Hafta sonları da topluca, civarda görülecek yerlere giderdik.
Kampta Almanca ve İngilizce dillerinin ikisi de etkin olarak kullanılıyordu ama toplu sohbetler Almanca ağırlıklı oluyordu. Ortaokulda ilk defa tanıştığım çevre sorunları bu yaz kampının sohbetlerinin ana temalarından biriydi. Kampa gelenlerin arasında 35 yaşlarında bir de yönetici vardı; Peter Hartmann. Sosyolog olan Peter’den gerçekten çok şey öğrendim. O zamanın popüler çevreci yayınlarından Club of Rome Report-Roma Kulubü Raporu kitabını Türkiye’ye döndüğümde Almanca kopyasından okumuştum.
Kitapta, insanlar tarafından dünyanın kaynaklarının hızla tüketildiği ve insanlığın bir felakete doğru sürüklendiği anlatılıyor, ayrıca çevre kirliliğine de vurgu yapılıyordu. Ancak, o zamanlar küresel ısınma daha fark edilmemişti.
Akşam yapılan toplantılara bazen Collegium Humanum’un kurucusu Prof. Dr. Haverbeck de katılırdı. Entelektüelliğiyle herkesi hayran bırakan Dr. Haverbeck’i dinlemek, karşılıklı sohbet etmek, beni çok etkilerdi. Özel sohbetlerimizde ise çevre konusunun dışına çıkıp, o zaman iki ayrı devlet olan Doğu ve Batı Almanya üzerine de konuşurduk. Bu sohbetlere bazen eşi Ursula da katılırdı. O zamanlar Dr. Haverbeck 63 yaşındaydı.
Tüm düşünce yapımı yeniden şekillendiren bu kişi nedeniyle, ertesi yaz da, yine üç haftamı Collegium Humanum’da geçirmeye karar verdim. Bu kez sınıftan üç arkadaşımla birlikte Vlotho’ya gittik. Kamp yine harika, sohbetler yine çok ufuk açıcıydı. Bu kez Peter Hartman yoktu ama ben yine çok mutluydum.
O yıl Collegium Humanum’un büyütülmesine karar verilmiş, yakında bulunan eski bir ev satın alınmıştı. Ben, bazen diğer katılımcılarla ormanda spor yapmaya yönelik bir patikanın oluşturulmasına katkı veriyor, ağaç kesiyor, kesilen ağaçlardan üretilen kütüklerle küçük köprülerin yapılmasında, bazen de satın alınan binanın restorasyonunda çalışıyordum. İç duvarları yıkıp, toplantı mekanları oluşturmak yaptığım işler arasındaydı. Gençlikten olacak, inanılmaz bir randımanla iş yapıyordum.
Ancak, biraz da harcadığımız kalori miktarından olacak, yemek miktarı az geliyor, hiçbirimiz yeterince doymuyorduk. Özellikle ben çok şikayetçiydim. Sonunda bir akşam yemekten sonra Dr. Haverbeck’i bu konuyu görüşmek için toplantıya davet ettik. Biraz gergin geçen toplantıdan sonra yemek miktarı arttırıldı ve sorun çözüldü.
Bir iki gün sonra Dr. Haverbeck’in ofisinin önünden geçerken istemeyerek bir telefon konuşmasına kulak misafiri oldum. Dr. Haverbeck tanımadığım birine benimle ilgili olarak, “Çocuk ayı gibi çalışıyor, hızlı iş yapıyor, onun yaptığı işi aynı sürede üç dört kişi zor yapar ama yemek yetiştiremiyoruz. Üstelik bütün katılımcıları da provoke etti, gıda bütçesi şaşacak” diye dert yanıyordu. Kullandığı dil beni çok aşağılayıcıydı.
Aradan on yıllar geçti. 2008’te tesadüfen Collegium Humanum’un Alman Hükümeti’nin talebi üzerine mahkeme kararıyla kapatıldığını öğrendim. Nedenini araştırınca karşıma inanılmaz bir hikaye çıktı; Dr Haverbeck’in bilinmeyen öyküsü…
Dr. Haverbeck 1909 yılında Bonn’da doğmuş. Çocukluğu I. Dünya Savaşı ve büyük yenilgi sonunda imzalanan Versailles Barış Antlaşması (Almanya’nın Sevr’i diyebiliriz) ve o nedenle yaşanan hiperenflasyon döneminde geçmiş. 1923’te 14 yaşındayken Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Parti’nin (NSDAP) Gençler Birliği’ne kaydolmuş. 1926’da da partinin asli üyesi olmuş ama yaşı küçük olduğundan üyeliği askıya alınmış. Sonunda 1929’da yasal kısıtlar kalktığından üyeliği yeniden aktif hale getirilmiş. (1)
1928’de Bonn’da liseyi bitiren Haverbeck, aynı yıl Bonn Üniversitesi’nde karşılaştırmalı din bilimi, felsefe ve tarih okumaya başlamış. Aynı yıl SA (Sturmabteilung) adı verilen, NSDAP’nin paramiliter kanadına kaydolmuş. 1932’ye kadar NSDAP’ın çeşitli gençlik örgütlerinde yönetici pozisyonlarında bulunan Haverbeck, 1933 yılında Adolf Hitler’in vekili olan Rudolf Hess’in çağrısı üzerine onun ekibinde görev almaya başlamış.
1935’e kadar Hess’in yakınında bulunan Haverbeck, bu tarihte parti içi çatışmalar nedeniyle, aktif görevlerinden ayrılmak zorunda kalmış. Ancak, partinin başka bir önemli kişisi olan Heinrich Himmler kendisini kollamış ve teğmenliğe muadil bir pozisyon olan Sturmführer rütbesiyle SS (Schutzstaffel-Hitler’in Muhafız Alayı ) adındaki, halk üzerinde baskı kurmak için bir enstrüman olarak kullanılan paramiliter güçte görevlendirilmiş. Bildiğiniz gibi SS 1934’ten itibaren toplama kamplarının yönetimini üstlenmiş ve holokostu (Yahudi ve Roman soykırımı) organize etmiştir.
1937’de doktorasını alan Haverbeck, aynı zamanda yeniden Rudolf Hess’in kurmayları arasına girmiş.
1940’da Dışişleri Bakanlığında çalışmaya başlayan Haverbeck Kopenhag Elçiliği’nde görevlendirilmiş ve yurt dışına yönelik radyo programlarıyla Nazi propagandasını yönetmeye başlamış. Hatta aynı amaçla daha sonra Latin Amerika’ya da yollanmış. 1942’den sonra ise fiilen II. Dünya Savaşı’na katılmış ve Doğu Cephesi’nde 60. Piyade Tümeni’nde savaşmış. (Bu tümen 1943 kışında Stalingrad’da Ruslar tarafından tamamen yok edilmiştir. Anlaşılan Haverbeck o kuşatmada görev almamış)
Dr. Haverbeck’in Nazilik dönemi, 1945’te savaşın bitimiyle sona ermiş. O yıl Doğu Cephesi’nden Almanya’ya dönen Haverbeck sosyalizm ile Avrupa kültürünün uyumlulaştırılması üzerinde kafa yormaya başlamış. Bu arada Rudolf Steiner’in Antrosofi düşüncesine de ilgisi artmış. (Antrosofi konusuna daha önce Bir Garip İsveç Seyahati (2) isimli yazımda kısaca değinmiştim) Bu konuyla ilgili bir dizi eğitim alan Haverbeck 1948’de papaz olma hakkını elde etmiş. Bağlı olduğu kilisenin 2008’de yaptığı bir basın duyurusunda, Haverbeck’in papazlık eğitimi ve papazlığı sırasında Nazi geçmişini gizlediğini açıkladığını da hemen belirtelim.
1951’de Nazi savaş suçlusu Otto Ohlendorf’un idamından önce yanında bulunup, dini vecibelerini yerine getirmesine yardımcı olan Dr. Haverbeck 1958’de Rusya, Çin ve Tayvan’a bir seyahat yapmış. 1959’da ise sol eğilimleri nedeniyle bağlı bulunduğu kilise tarafından papazlık yetkisi elinden alınmış.
Yazdığı kitaplarda, 1959’dan itibaren yaşamını, iş ortamının insan onuruna yakışır bir hale getirilmesine adadığını belirten Haverbeck, 1963’te ilk eşiyle birlikte Collegium Humanum’u (Çevre ve Yaşamı Koruma Akademisi mottosuyla) kurmuş. Collegium Humanum, Almanya’nın en büyük sendikalarından, sosyal demokrat eğilimli IG Metall, antrozoflar ve o zamanlar yeni yeni filizlenmeye başlayan ekoloji hareketleri tarafından desteklenmiş. Ancak, 1970’lerin sonlarına doğru destekçiler değişmeye başlamış ve Collegium Humanum “Yeni Sağ” akımlar tarafından benimsenmiş.
Bu arada pasifistler, ekologlardan oluşan ve parlamento dışında muhalefeti temsil eden doğa, çevre ve canlıların yaşamını da korumayı programına alan AUD (Aktiongemeinschaft Unabhaengiger Deutscher- Bağımsız Almanların Eylem Birliği) partisinin çalışmalarına da etkin katılım göstermiş. Atom enerjisinin kullanımına karşı da faaliyetler gösteren Dr. Haverbeck, 1978’de Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD’de çevre konularında danışmanlık yapmış.
Nazi geçmişinden, solculuğa, daha sonra çevreciliğe geçen, bir ara tamamen nötr/ortada olan bir partiye destek veren, daha sonra sosyal demokratlara danışmanlık yapan bukalemunumuz, 1980’den sonra, benim de tanıştığım ikinci eşi Ursula ile birlikte yeniden ırkçı sağa kaymış. Alman ırkının bozulmakta olduğu, çok fazla yabancının ülkeye yerleştiğini savunan görüşlere destek vermeye başlayan Dr. Haverbeck, savaş suçları ve soykırım konularının yeniden tartışılması gerektiğini gündeme getirmeye başlamış.
Eşi Ursula Haverbeck halen hayatta. Halkı isyana teşvik etmek, holokostu inkar etmek, Yahudilere hakaret, Auschwitz kampında gazla kimsenin öldürülmediğini iddia etmek, holokost kurbanlarına hakaret gibi suçlardan defalarca hüküm yiyen Ursula Haverbeck şu anda 93 yaşında ve iki buçuk yıllık son hapis cezasından 2020’de tahliye olduğundan beri Vlotho’da yaşamını sürdürüyor.
1999’da 90 yaşında ölen Dr. Haverbeck’i ben, her türlü canlının yaşamının korunmasının gerektiğini ve çevre konularına önem verdiği dönemde tanımışım ve kendisinden etkilenmişim. Son derece zeki ve entelektüel görünümlü olan bu adamın aslında bambaşka bir yaşamı olduğunu çok sonraları öğrenecektim..
Dipnotlar ve kaynaklar:
1-http://anthroposophie.blogsport.de/2007/01/08/wenn-der-mob-diskutiert/
2-https://noktakibris.com/2021/04/11/bir-garip-isvec-seyahati/
3-https://www.antifainfoblatt.de/artikel/das-collegium-humanum-%E2%80%93%C2%A0ein-zentrum-der-holocaustleugner
4-Haverbeckle ilgili bilgiler Almanca Wikipedia’nın farklı sayfalarından alınmıştır.